30 Nisan 2009

GÖYNÜK-NALLIHAN-BEYPAZARI-ATATÜRK VE ANITKABİR-ANADOLU MEDENİYETLER MÜZESİ-ANKARA KALESİ KÜLTÜR VE DOĞA GEZİSİ

İNSAN KAŞLARINI ÇATMAK İÇİN GÖSTERDİĞİ ÇABAYI GÜLÜMSEME İÇİN SARF ETSE…

GÖYNÜK-NALLIHAN-BEYPAZARI-ANITKABİR-ANADOLU MEDENİYETLER MÜZESİ GEZİSİ…


Yazımı yazmaya başlarken…
2009 yılının baharının da adım adım yaptıklarımızla yapamadıklarımızla gerilerde kalmakta olduğunu anımsadım…

Oysa daha baharı ve doğaylabaşbaşalığı geçen yıllardakine oranla fazla yaşayamadık…

Doğrusu sadece “”doğadan ayrı kaldığım günler”” gülümseme duygularım biraz ötelense de… Çevremde doğaya ilişkin bir şeyler bularak…
Ya da doğaya ilişkin bir şeyler yazarak bu öteleme sürecini azaltabilmeyi yeğliyorum…

Aklıma hemen bir söz geliyor…
””bir insan ancak kendi içinde devrikse başkaları tarafından kolayca devrilebilir…””
Buradaki başkaları “” ifadesi sadece insanlar değil hayata ilişkin her türlü olumluluk veya olumsuzluklarla da ilintili””

Şimdi sizin…
Doğa ve bahardan bahsederken “”devrikliği”” nereden çıkardın…zaten sen hep bir yere dikkati çekerken, birden başka bir şeyden bahsederek dikkatimizi dağıtıyorsun..Dediğinizi duyar gibiyim…

Siz düşündüklerinizi söyleyebilirsiniz ama…
Ben de “devrikliğin derecesini “kendinizde kendiniz ölçebilirsiniz…
Bunu deney imlemek için “bahar ve doğaylabaşbaşalık” olmazsa olmaz koşul… Diyorum…
Siz diyorsunuz ki… Kardeşim ben zamanında ne doğalar ne dağlar, taşlar ve ne de Zirveler kat ettim…
Ben de “O o zamandı” diyorum…

Son zamanlar da derin düşünme salonlarında yaygın olduğu üzere… Doğanın müzik çalarla yaşatılmasına nedenli katılırsınız?
Bedeniniz gerçek ve devrikliğinizi de gerçekten ölçmek istiyorsanız “”gerçek doğanın ve onun gerçeklerinin” içinde bulunmanınız gerekir… Aynı bir eski köy berberinde traş olmak gibi...


Bu sözcükler sanırım her adımda her nefeste tekrarlansa ruh bedene hâkim olur ve deneyimleme süreci başlar ta ki doğaylabaşbaşalığınız devam ettiği sürece devam eder düşüncesindeyim…

Doğaldır ki… Bu sözcükleri söyleme ve deneyimleme anında belleğinizdeki diğer düşünceler ağır basarda bu sözcükler üzerindeki… Hâkimiyeti ele geçirirse bu kez kendi içinizde gel gitler başlayacaktır…
Tek çözüm doğaylabaşbaşalığı ve onun ayrıntılarına odaklanmaktır…

İşte böyle bir düşünceler zincirden sonra… İsterseniz…
Ayakizleri yürüyüş grubu ile yaptığımız bir Kültür ve Doğa gezisinden kısaca bahsetmek istiyorum…

Kültür ve doğa gezisi; İstanbul’dan başlayıp- Göynük-Çubuk gölü-Nallıhan - Beypazarı - Davut oğlan kuş cenneti… Anıtkabir; Atatürk’ü ziyaret-Ankara kalesi –Anadolu medeniyetleri müzesi ziyaret edildikten sonra İstanbul’a dönüş…
Hemen şunu söylemek istiyorum… Böyle bir geziyi yapabilmeniz için kondisyonunuzun tam olması gerekir…

İstanbul’dan sonra ilk durağımız Göynük… Burada olmazsa olmaz Zafer anıtı ve Akşemsettin türbesini ziyaret etmeden yola devam etmek yok… Öğle yemeği… Yine çok sevdiğimiz ve her mevsimde ziyaret ettiğimiz Çubuk Gölündeyiz…

Yol üzerinde Nallıhan… Kısa bir şehir turu atıldıktan sonra kültür evinde iğne oyaları elişleri ve alışverişler… Güneş batmadan “Davut oğlan kuş cennetini “ve kıyılarına hâkim her bir katmanı çeşitli renklerle bezenmiş madenlerden oluşmuş dağları ve sergilediği görünümü kaçırmak istemiyoruz…

Ve akşam molasının verildiği Beypazarı “”örnek bir ilçe” belediye eski başkanı Mansur YAVAŞ büyük emekleri var… Yapıyla birlikte halkın davranış biçimi ve para kazanma alışkanlığını değiştirmiş… Ya akşam Bağ evinde BABA OĞUL eğlencesi sıra gecesinin daha değişik atmosferinde… Eski konaklarda gecenin sessizliğinde geçmişte burada kimler kalmışı düşünerek uyumaya dalma…
Dükkânlar… Gümüşçüler… Fırınlar… Beypazarı kurusu… Tek kelime ile Pazar günü olmasına rağmen hizmet mükemmel…

Yola koyuluyoruz… Vaktimiz sınırlı… Ankara’ya Girişimiz biraz Şaşkınca oldu… O kadar değişmiş ki… Anıtkabire adım attığımızda Ben ve Gülay inanın öylesine heyecanlandık ki… Çünkü Anıtkabiri hep resmi kıyafetle ziyaret etmiştim… Kısacası emekli olduktan sonra ilk ziyaret heyecanlı ama onurlu…
Ankara Kalesini oldukça görmüş ve gezmiştik Ankara’da görevli iken… Ancak Gülay’la Anadolu Medeniyetler Müzesini nedense gezememişiz… Demek ki dibinde iken olmuyor da Ta İstanbul’dan gelip gezilebiliyor… Ama ne gezi… O kadar iyi düzenlenmiş ki “”tarih öncesinden tutunda… Tarihin tüm dönemlerinde Anadolu’da Yaşayışı tüm ayrıntılarına kadar sergilemişler…

Tek düşündüğüm… Çatalhöyük’te binlerce yıl öncesinde dam dama yaşayış ve evlerin beyaz yüksek bölümü ile kırmızı alçak bölümü ile evlere sokaklar olmadığından damdan merdivenle giriş…Ve en önemlisi İnsanların ölülerini evlerinin
Eşiğine gömmeleri beni çok etkiledi…
Düşüne biliyor musunuz? Milattan 9000 yıl önce…15-17 Bin yıl olduğu da ölçütleri de ispat edildi… Bu meraklarımla ilgili Bir ansiklopedik bir bilgi vermek istiyorum…

Arkeleoğ “Hodder, dam kapılarıyla ilgili birbirini tamamlayan iki veçheli bir açıklama getiriyor. İlki, toplumsal örgütlenmeyle ilgili. Soya dayalı bir toplumsal örgütlenmede, ataya yakın olmak çok önemlidir. Ataya yakınlık arzusunun, evlerin bitişmesine yol açmış olabileceğini düşünüyor. Her yeni kuşak evini, ataya yakın olmak için önceki kuşağın evinin bitişiğine yapınca sokaklar olanaksız oluyor.
Atalara bağlılık ev içi yaşam biçimini de doğrudan beliriyor.
Evlerin hepsinde iki bölüm ayırt etmek olanaklı: Beyaz, temiz, yüksek, manevi bölüm;
Kara veya kırmızı, kirli, alçak dünyevi bölüm.
Hep tertemiz, derli toplu tutulan bölümün taban altına ve sedir veya masa görevini gören sekilerin altına kazılmış çukurlarda diz çeneye değmeyecek şekilde iki büklüm büzülüp sıkıca kumaşa sarılmış ölmüşler yatıyor.
Hasır, kilim veya hayvan postuyla örtülen bu yerler öyle temiz ki, mikro morfolog Wendy Matthews, “mikroskop altında bile temiz görünüyorlar” diyor.
Gömülerin çoğu ana odada. Duvarlar özenle sıvanmış, beyaza badanalanmış, leopar ve boğa gibi hayvan ve insan resimleriyle, kabartmalarla, hayvan başlarıyla, koç, öküz boynuzlarıyla süslenmiş.”

Hemen biraz ötede Hititler 3000 yıl öncesi yaşayış… Arada 6000 bin yıl var… Benzerlik çok… Bilimsellik ve Doğaya düşkünlük… Ayırdına varamayacağımız kadar… Çok… Ya buraları görmeden ne diyordum… Her şeyi biz 20 ve 21nci yüz yıl
Yaşayanları biliyoruz… Ve yaşıyoruz…
Daha ne kadar yanılacağım… Bilemiyorum…
İşte… Zaman tüneline girmiş bir halde koşturmanın da yorgunluğu ile İstanbul’a dönüyoruz…
Beni kendime getiren yer Mecidiyeköy’deki trafik yoğunluğu ile karşılaşınca oldu…
İşte böyle…
Süreli de olsa TÜRKİYE'MDE doğaylabaşbaşalık bambaşka bir duygu…
Teşekkürler… Ayakizleri…