AMASYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AMASYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2011

ROTA İLE AYVALIK ADALARINDA BİR MAVİCİK YOLCULUK


"DENİZ ÜSTÜNDE,MACERA TEKNESİNDE DALGALARIN,RÜZGARLARIN İLK ÇAĞLARDAN BUGÜNE ULAŞAN SESLERİNE KULAK VEREREK...."
Kitabını okuduğum da; “seyahatin, tatilin", ne denli farklı anlamlar taşıdığının ayırdına varmıştım... Her bir kitabını bir solukta okuduğum... Bu yazar... Azra ERHAT’tır. Homeros’un destanını Türkçe’ye kazandıran, Ecce Homo (İşte İnsan) denemesi ile ün salan, Halikarnas Balıkçısı ve Atatürk’ün önerisiyle savunulan “ANADOLU’DAKİ BÜTÜN KÜLTÜRLER BİZİMDİR.” Tezini benimseyerek Anadolu’daki uygarlıkları gözler önüne sermiş bir yazarımız...


Mavi Yolculuk/Mavi Anadolu kitapları ile; Mavi Yolculuk kavramı ve tatil anlayışını Türk’lere tanıtmış ve yerleştirmiş bir yazarımız...

MAVİ YOLCULUK kitabını okuduktan sonra bu yolculuğu; denizin üstünde, Macera teknesinde, dalgaların, rüzgarların ilk çağdan bugüne ulaşan seslerine kulak vererek, bir yeri tarihiyle, doğa güzelliğiyle bire bir tanıştırdığı hatta özümsettiği adrenalin dolu bir keşif ve farklılıkları algılama olarak düşündüm diyebilirim…

Azra Erhat, bir Mavi Yolculuk'tan döndüğünde, denizden apartman katına girdiğinde neler yazmış biliyor musunuz?


‘‘Daha yirmi dört saat olmadı mavi yolculuktan döneli. Bakır tepsinin üstünde serili duruyor getirdiklerim. Odada bir deniz, bir yosun kokusu. Gökova'nın yellerine karışınca açıklık, “sağlık soluyan bu koku” apartman odasının dört duvarı arasında can çekişiyor, ağlardan güverteye sıçrayan balıklar gibi keskin fırlayışlarla çevresini arıyor sanki.''

Azra Erhat'tan Mavi yolculuğu’nu yıllar önce okuyup usumda böyle bir yolculuğu “hazırlıklı bir şekilde” deneyimlemek istemiştim… Gerçekten de Uzun süreli bir mavi yolculuk öncesi; denizde kısa süreli gezintilerle ve sonra bir iki günlük kısa konaklamalı maviciklerle tanışmanın ne denli önemli olduğunu deneyimlerimiz sonrasında daha da iyi perçimledik…
Rota Doğa Grubu ile kısa süreli “mavicik yolculuğumuza” Ayvalıktan başladık…


Cuma gecesi yolda geçti, sabah Ayvalık’a indiğimizde tekne gelinceye kadar Ayvalık’ı turladık… Özellikle daha önce yapamadığımız eski mahalleleri daracık sokaklardan geçerek gördük…

Sabahın ilk saatlerinde kimseyle karşılaşmayacağımızı düşünmüştük ancak öyle olmadı… Sokaklardan geçerken… Evlerde konuşulanlar sokaktan duyuluyordu… Demek ki dairede oturmaya o denli alışmışız ki yan dairelerden gelen sesler normal karşılanırken sokağa taşan sesler normal karşılanmıyordu…
Filiz&Macit’in böğürtlen suyu içme fikri… Bizi Koruk suyu ile tanıştırdı… Hem de Giritli Şeytan’ın Kıraathanesinde…


Sokaklar mis gibi ekmek ve simit kokuyor...

Ekmek fırınları ve simit fırınlarının çokluğu dikkatimizi çekti… Sokaklardan geçerken Kiliselerle Camilerin içiçe olmasından etkilenmemek elde değil…


Özellikle Tatlıevinde yediğimiz ve tadına baktığımız sakızlı kurabiye ve peynir tatlıları yine kendilerine has kol böreği tadılması gerekenler arasında…

Sabah indiğimiz de Pastanede kahvaltı yapmasaydık…
Paşa’nın yerinde çorba içerdik diye hayıflandık …Ama bir daha ki gelişimizde Paşa’da
Ayvalık’a özgü zeytin yağlıları deneyeceğiz….
Bu koşuşturma esnasında restore edilen Ayvalık evlerinin çoğunda “SATILIK” levhalarının asılı olması da dikkatimizi çekmişti…


O! Oldukça geç kalmışız… Filiz&Macit ve Esma&Kenan’larla sokak aralarından limana koştururcasına ilerledik…Teknede bekleniyorduk…


Ayvalık’tan adalara doğru yol almaya başlamıştık… Proğramımız şöyle idi;Ayvalık adaları arasında mavicik yolculuğunu yapacak ve bir adanın koyunda demir atıp geceyi geçirecektik… İsteyen adada çadır kuracak isteyen de teknede kalacaktı…Bakalım bu proğrama hava koşulları izin verecek miydi?


Mavicik Yolculuğu ile ayrıntıya girmeden; Ayvalık adaları ile ilgili yaptığım incelemelerden elde ettiğim bilgilerden bir bölümünü sizinle paylaşmak istedim…


İnceliğim kitap ve kaynakların en eskisi MÖ 7 NCİ YÜZYILDA YAZILMIŞ OLAN KİTAP…AMASYALI STRABON’UN GEOGRAPHIKASINDAN alıntılar ile ERKMEN SENAN’ın tual üzerine yaptığı tablo…“Hayallerde Apollon Adaları (Ayvalık)”





Cunda Adası;Ayvalık ve çevresindeki adalarla ilgili Amasyalı STRABON MÖ 7NCİ YY.da;Geographıka'da şunları anlatıyor ;
"Asia’yla(Anadolu) ile Lesbos(Midilli) arasında ki boğazda yaklaşık yirmi küçük ada vardır. Timosthenes'e göre bunlar kırk tanedir. Bunlara HEKATONNESOS Adaları denir. "Hekatonnesos APOLLONNESOS'a karşılıktır; çünkü HEKATOS, APOLLON'dan başkası değildir." Ve bütün yörede, Tenesos’a (Bozcaada) kadar Apollon aşırı derecede kutsanan bir tanrıdır.”

Erkmen Senan’ın incelemesin de ise şu bilgilere ulaştım: “Bu adalar üzerinde ve Ayvalık , Gömeç çevrelerinde Prof.Dr. Engin BEKSAÇ tarafından yoğun ve kapsamlı bir yüzey araştırması yapılmış ve yörede özellikle Roma dönemi keramik parçaları bulunmuştur. Cunda adası üzerinde bulunan PORDOSELENE veya ada anlamına gelen NESOS şehri bir iskan sahası olmuştur…Dolap adasında, Cunda'da, Çıplak adada, Maden adası ve Çakalya burnunda(HERAKLEİA) ilkçağ buluntuları ile karşılaşılmıştır.
                                                           AMASYA'LI STRABON
Cundanın ismi ile ilgili de önemli bir değerlendirme ise; YUND dağları buraya biraz uzak da olsa Bergama yakını Kınık'ın güneyinde ve Şakran(Gryneion) ve Antik AİGAİ kentinin çevresinde yer alır. Cunda ismi de bulunduğu formasyondan yani YUND DAĞI jeolojik formasyonundan gelmekte, YUNDA eski Luvi dilini çağrıştıran bir ad iken, değişerek CUNDA'ya dönüşmüş görünmekte…”
AYVALIK ve CUNDA ÇEVRESİNDEKİ ADALARIN ANTİKÇAĞ İSİMLERİ ise yazımın sonuna Ek not olarak koydum…
Siz yazımı okuyanlar da hak verirsiniz ki “Anadolu’muzu gezerken … Kimler bu kıyılarda yaşamış, hangi uygarlıklar gelip geçmiş? Toprak üzerinde ki kalıntılar kimlere ait? Kim bunlar? Efsanelerle birlikte bir yeri, bir kıyıyı görmek ve düşünmek Gülay’la bana ayrı bir haz vermekte…Heyecanlandırmakta…

Yoksa tekne kaptanından alacağınız bilgi…Üzülerek ifade edeyim ki… Her yer Rum’ların… Ya kodomanların? Ya da kime ait olursa olsun bana nelerin? İşte şu konak Komili’nin, şu adayı Sabancı’lar aldı, Şurada ki tarihi yerler de Koç’ların…Hepsi bu olmamalı?
Tüm bu düşüncelerimden sonra Azra Erhat’ın “Mavi Anadolu kitabı; doğaya ve gezginliğe bulaşanların okuması gerektiği kültürün, turizmin, tarihin bir arada karılmış bir kitabıdır.

Nerede Kalmıştık? Arayı fazla açmışım, ama önemsediklerimi de elde ettiğim bilgileri de sizinle paylaşmak istedim…


Tekne iç limandan yol almıştı…Esintinin fazla olması moralimizi bozmaya başlamıştı ki… Gülay’la birlikte şartlar ne olursa olsun keyif almalıyız modunda idik:
Sabah kahvaltısı servisi başladı,servisi yapan Miço Osman teknenin maskotu olmaya aday biriydi, keyifli bir kahvaltıyı Egenin çırpıntılı sularında yapmanın ayrıcalığını yaşıyorduk…
Gümüş koyuna demir attık, denize girdiğimde son zamanlarda böyle soğuk bir suyla karşılaşmadığımı hatırladım…


Yol yorgunluğu falan kalmamıştı… Denize Macit’te girince doğruca Ada kampinge doğru yüzdük, kamp alanı oldukça kapsamlı idi…

Karavan,çadır ve bungalov tipi alanlar ve çamaşır yıkama, mutfak ve kafe-restoran bölümleri düzenli … Özellikle de…Tuvaletleri çok temiz idi… Demek ki…Burada Çadır kampı kurulabilir… Dalış ve tekne turları buradan yapılabilir idi.


Burada ki keşif faaliyeti sona erdikten sonra…Tekneye yüzerek gittik ve tekne bu kez maden adasına yol aldı…Öğle yemeği burada yendi…

Martıların yemek artıklarına bu denli itbar etmeleri ne denli aç olduklarını gösteriyorlardı… Dikkatimi çeken şey diğer tekneden denize yemek artıkları döküldüğü an…
Bir tane martı bizim teknenin yanında kalmadı öylesine çevik bir hareketle hepsi uçup gitti ki şaşırmamak elde değil…bu nasıl bir gözetleme ve iletişim…

Bu koyda da yüzdük, deniz suyu yer yer kaynaklar nedeniyle soğuk ve ılık dı diyebilirim…


Buradan Küçük Maden adasına hareket ettik…Burası da oldukça serin idi…

Öğleden sonra …Geceyi geçireceğimiz İncirli adaya hareket ettik…
Kaptanların konuşmasından, tedirgin olduklarını hissettim…Hava akşamdan sonra patlama olasılığı yüksekmiş?Adaya demir atınca…

Güneşim batışını kaçırmamak için hızlıca adaya çıktık…

Güneşin batışı muhteşemdi…Bu muhteşemliği,” yoga asanası ağaç duruşu” ile süslemek gerekiyordu ve öyle de yaptım…

Akşam yemeğini bu kez bu adada yedik…Güverteye çıkıp denizin kızıllığını seyrediyorduk ki tekne hareket etti…


Gece, havanın patlayacağı haberi gelmişti… Doğruca gümüş koyu bölgesine dönüşe geçtiğimizde dalga tekneyi oldukça sallıyordu…

Koya ulaştığımız da hava oldukça sakinleşti ama koyda teknelerle dolu idi…
Denizin patlayacağını anlayan tüm tekneler burada idi…

Uyku tulumlarına girdik hepimiz güvertedeyiz,kimimiz uyku tulumunda, kimimiz ise polar battaniyelere sarılmış idik…

Gülay uyku tulumundan uzak durmak istese de uyku tulumuna girmesi için ısrar ettim… Bir süre tekne beşik gibi sallandığını hatırlıyorum…


Çok uzun süredir, çok erkenden uykuya dalacağım aklıma gelmemişti…


Anlayamadım, havadan mı? Yoksa çok soğuk suda yüzdüğüm için mi? Sabaha karşı uyku tulumunda olmama rağmen üşüyerek uyandım? Oysa üzerimde polar mont da vardı? Yazlık uyku tulumu yeterli olur diye düşünmüştüm?


Bu arada koyda ki diğer tekneden sarhoşların denizde birbirlerine eşşşek şakası yaptıklarını duydum… Etrafıma bakmaya çalıştım… Bir şey göremedim…

Sadece koydaki teknelerin yabancı bandralı tekneler olduğunu biliyordum ve bunları rahatsız etmelerinin daha önemli olduğunu düşündüm.

Gökyüzünde ki yarım ayın ışıltısı yeryüzündeki karanlığı gizemli hale sokuyordu…Bu anı fark ettim…Gülay’ın açıkta kalan kolunu örttüm…

Sabah tanyeri ağırırken yine uyandım…Güneşin kızıllığı öylesine nefis idi ki…Fotoğraf çekecek dinamikliği kendimde bulamadım, tekrar dalmışım…


Sabah kahvaltısını bu koyda yaptık…Kahvaltıdan aklımda kalan zeytin yağının tadı idi…


Kaptan denize girebileceğimiz ada olarak bu kez Kara/Akvaryum adayı seçmişti…

Bu adada Gülay’la birlikte daha çok yüzdük…Asef bu adada ki yüzme süresini kırk dakika daha uzattı…Deniz öylesine berrak tı ki bu kadar olur…

Artık denize ve o tertemiz havasına doymuştuk…Hava rüzgarlı olunca deniz de dalgalı idi… Bu nedenle kaptan güvenliğimiz düşünerek daha fazla açılamadı…

Biz de bu havadan istifade ile… Öğle yemeğini Cunda Adası limanında yiyelim bu arada Cunda adasını da gezelim dedik ve öyle de yaptık…


Cunda adasında Gülay’la geçmiş günleri yad ettik diyebilirim…Sakızlı dondurmasını yemeden geçemedik…

Alışveriş ve çarşıda dolaştıktan sonra yemek için tekrar teknedeyiz…

Yemek sonrası Cunda’da tekneden ayrılıp Süleyman’ın minübüsüne bindik…Ve ver elini İstanbul…


Kara yolculuğumuz esnasında usumdan geçenler şöyle idi; denizin kıpraşması,teknede ki sallantımız, suyun soğukluğu, rüzgarın kulaklarımızı dolduran esintisi,

yarım aylı gökyüzünün berraklığı, Samanyolunu Gülay’a tarif edişim…Büyük ayı ile Küçük ayıyı gösterdim ama pek itibar etmedi…Hatta Kutup Yıldızından bile etkilenmedi…Samanyolu kadar…


Midilli’nin bu nedenli yakınında olmak ve ışıl ışıl parlaklığı…Kısmen de olsa ormanla kaplı bir Cunda koyunda çam ağaçlarının kokusunu ciğerlerime çekmek…


Koylarda ki denizin berraklığı ve balıkların bir parça ekmeğe koşa koşa gelip parçalarken…Teknenin Miçosu Osman’ın oltasına bir küçük dahi olsa balığın takılmaması…Ve bu duruma Gülay’ın çok üzülmesi…


Teknede S. Paul Yolu yürüyüşü uzmanı Mustafa’nın doğum günü kutlaması ve yaş pastanın kesilmesi…

Koyda ki magandaların tüm taşkınlıklarına rağmen doğa tutkunlarını nirvanadan uzaklaştıramamaları…

Görkemli bir “Mavi yolculuk “için olmazsa olmaz koşulun teknenin mürettebatının bu yolculuğa uyumlu olması…Sonuç olarak;


Bu kısa süreli yolculuk denemesinde;Gülay’la birlikte,Kişinin/Kişilerin; yapılacak yolculuk öncesi neleri aradığını bilen “Hele hele erkeklerin ve kadınların aynasız günlere yelken açacak, daracık kamarada veya güvertede dipdibe uyku tulumu içinde veya bir polar battaniye ile sabahın ilk ışıklarını yakalayacak , dalgaların sallantısını kendisine dert edinmeyecek ruhsal olgunluğa erişmiş olarak bu yola koyulması gerektiğini düşündük….


Nice mavi yolculuklara…


Ruhun şad olsun Mavi yolculuk “Azra Erhat”


Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ


AYVALIK


20/21 AĞUSTOS2011


AYVALIK ve CUNDA ÇEVRESİNDEKİ ADALARIN ANTİKÇAĞ İSİMLERİ


Maden adası (PİRGO) 11.297 uzunluğunda


Küçük Maden Adası 1852m.


Cunda adası (NESOS,MOSKO,YUNDA) 44.818 m. uzunluğunda


Güvercin adası (ST.GİORGİo/KIZLAR MANASTIRI, PSİFİ) 370 m. çevre uzunluğunda, uzunluğu 210, en geniş yeri 51 m. Aya Yorgi Manastırıyla görülmeye değer.


Yumurta adası (KİLYOSTA,ELEOS PULO,TOPAN ADASI) 741 m.


Güneş adası (İLYOSTA,ELEOS,OİLİOS) "Midilli adasına en yakın Türk adasıdır" 3519 m.


Yuvarlak adacığı(KALAMO PULO)


Kara ada/Kamış adası (KALAMO,KALAMOS) 1297 m.


Poyraz ada/İncirli, Yellice (LEYAH) 3704 m.


Kılavuz ada (MOSKO PULO)


Tavuk adası (ST.YOANNİS, AYA YUANNU MANASTIRI) 463


Çıplak ada (CHALKİS,CİMNO) "Prof.Dr.Veli SEVİN aşağıdaki yapıtında Çıplak Ada'yı Küçük KİDONİA diye adlandırmış" 9.417 Metre çevre uzunluğuna sahip


Dolap adası (KROMİDO) 3334 M. Evangelista Manastırı var.


Hasır ada (SEFİRİ) 1852 m.


Kalemli adası (KALAMAKİ)


Kutu adası/Kara adası (KUDHO)


Balık adası, Büyük Karadada, Tavşan (PSARİANO) 2778 m.


Taş adası (KLAVO) 370 m.


Göz (KALAMOPULO)


Akoğlu adacığı (KOPANO)


Gizli kayalar (PETRO)


Yumurta adası (DASKALİ,DASKALİO)


Kız adası (ULYA) 1668 m.


İkiz Kayalar (DASKALİ)


Çiçek adası (ARGİSTRA,ANGİSTRİ) Gümüşlü Burnu karşısı, Gömeç yakını 2685m.