6 Ağustos 2012

NEMRUT DAĞI VE KOMEGENE KRALIĞI ÖYKÜSÜ

NEMRUT DAĞI VE KOMEGENE KRALLIĞI ÖYKÜSÜ...

Güneydoğu Anadolu gezimizin etkileyici bölümü doğal olarak Unesco’nun listesine girmiş Nemrut Dağı Ören yeri idi... Bölgede yaptığımız gezi ve inceleme... Ayakizleri’nin Naif Başkanı Hüseyin ŞİŞMAN Bey, bize bölgeyi...

Bölge derken sadece Nemrut Dağına; güneş batışını ve doğuşunu gözlemlemek için çıkışları değil, o yüzyıllarda hüküm sürmüş KOMEGENE KRALLIĞININ önemli bölgelerini dere tepe demeden gezdirmesiyle olgunlaştı diyebilirim... Bu geziyi yaptıktan sonra zihnimde iz bırakan bu yerler hakkında yöreye ait kitapları da temin ederek incelememi sürdürdüm...

İşte! Sizlerle bu kez paylaşmak istediğim bölgedeki tespitlerim ve esas dikkatimi çeken hususlar;  şimdiye kadar ki tek özelliği olarak bilinen Nemrut Dağında ki anıtsal heykeller ve onların bulunma serüveni değil?

Neden? Böyle Tanrılar kenti yaratılmaya veya buna benzer bir şeye kalkışıldığı? Neden kralların, tanrılarla boy ölçüşen kabartmaları bu denli yaygın?

Neden? Roma ve Pers gibi İki medeniyet arasına sıkışıp kalmışlık ve kurulan krallığın güvenliği ve devamlılığı için hangi stratejilerle güçlü olma ve hayatta kalma girişimlerinde bulunulmuş?
                                    NEMRUT'A ÇIKIŞ YOLU
Ayrıca O günlerden bugünlere 2000 yıl geçmesine rağmen devletlerarasında ve kendini dünya patronu gören devletlerin uyguladıkları stratejilerle benzerlikler?

Sonuç olarak; yanı başımızda on yıllardır, egemen güçlerin çomak sokmaları ve kendi menfaatleri ve emperyalizmi doğrultusunda devam eden karışıklıklarla
                                  NEMRUT'TA GÜNEŞİN DOĞUŞU
bugün ki coğrafyaya şekil verme gayretleri ile benzeşmeler ne şekilde değişim göstermiş...

İşte “Komegene krallığı bölgesini gezerken ” düşündürdükleri ile ilgili yazıma başlarken...

KOMMEGENE KIRALLIĞI;

Kommagene Krallığı, Toros Dağları'ndaki çeşitli yolların birleştiği noktada bulunan, Suriye'nin kuzeyi, Hatay, Malatya, Kuzey Toroslar ve doğuda Fırat Nehri'nin çevrelediği, Adıyaman, Kahramanmaraş ve Gaziantep illerini kapsayan bir coğrafyaya yayılıyordu.
Bugün kü görünümüyle yükseklikleri 2000 m. nin üzerinde dağlar ve platolarla çevrili olan olan bu yöre, derin vadiler,ırmaklarla birbirinden ayrılmış kıraç düzlükleri görünce neden burayı tercih etmişler diye düşünürken!….

Ünlü Amasyalı Starabon’un kitabında, 2000 yıl önce bölgenin ünlü sedir ağaçlarıyla ve meyve bahçeleriyle kaplı olduğu ayrıca bölgenin petrol ürünleri ve madenlerle zengin olduğu, evlerin döşemesinin dahi asfaltla kaplı olduğu belirtildiğini okuyunca şaşırmamak elde değil…

Kommagene Krallığı Milattan Önce yaklaşık 162'de, çökmekte olan Selevkos İmparatorluğundan ayrılarak bağımsız bir devlet oldu.

Samosata (Samsat) bu küçük krallığın başkentiydi. Perslere karşı Romalıların gücünden ustaca yararlanan Kommagene kralı I. Antiokhos döneminde (MÖ . 69- MÖ . 34) krallığın gücü doruğuna ulaştı.

Antiokhos adını yaşatmak için Nemrut Dağının tepesine anıtsal tanrı heykelleriyle süslü görkemli bir mezar tepesi yaptırdı. Ancak Kral I. Antiokhos, Romalı komutan Lucullus'a boyun eğmek zorunda kaldı.

Kommagene Krallığı MS 17'de Roma'nın egemenliğine girene değin bağımsızlığını, istikrarsız bir biçimde de olsa sürdürdü.

III. Antiokhos'un ölümünden sonra, bölge Tiberius zamanında Romalılar'ın eline geçti. M:S 38-72 arasında bir canlanma dönemi yaşandıysa da, daha sonra, Vespasianus döneminde Kommagene Roma'nın Suriye Eyaleti ne katıldı. Ve tarih sahnesinden silindi...

Silinen Krallığın Keşif öyküsü; Osmanlı Devletinin Almanlar’la ortak olarak inşa ettiği 1881-1882 yıllarında Anadolu-Bağdat Demiryolu yapımı sırasında Alman Mühendis Karl Sester’in Malatyalı köylülerden duyması ile başlamış… Ve gün ışığına çıkmış…

Mithradates, Kommagene’nin en önemli kralıydı. Onu bu kadar önemli yapan şey, büyük hedefleriydi. I. Mithradates’in amacı; Batılıların, yani Roma’lıların (Yunanlıların) dini ile Doğulu (Part) Perslerin dinini birleştirmekti.

Böylece bir dünya dini yaratacak, Nemrut Dağı'nı onun merkezi yapacak ve bu dinin buradan tüm dünyaya yayılmasını sağlayacaktı.

İnşaa edilecek tapınak;Mithradates'in temellerini attığı tanrılarla yapılan sözleşmenin merkezi olacaktı. Oğlu I.Antiochos ;

Nemrut Dağı tanrılarının heykelleri arasında annesini kendisiyle birlikte ölümsüzleştirdi. Tanrı Zeus’un soluna Kommagene Kralı, Theos olarak kendisini, Zeus’un sağına da Kommagene’nin Anası, Thea, olarak annesi Laodike’yi yerleştirdi.

Tanrıların önünde Komagene halkı; yaz  kış , sıcak soğuk demeden her ay iki kez toplanıp, tanrı krallarına ve krallarının atalarına adaklar sunup, ilahiler Söyleyerek, kurban kesip yemek yedikleri, içki içtikleri bir yer olmuştu…
Komegane Krallığı eğemenliğinin ve devamlılığının sağlanması için; politik amaçla güçlü Roma ve Pers devleti soyluları ile evliliklerin yapıldığı çoklukla izlenmekte;

Şöyleki Annesi Kraliçe Laodike Büyük İskender’in soyundan, babası ise Perslerin ‘kralların kralı’ dedikleri 1. Darius idi. Kral Mithradates oğlu Antiochos’u da Yunan ve Pers kültürün karışımı bir eğitim aldırmış olduğunu görüyorum…

Antiokos çok genç yaştayken babası onu bir Seleukos prensesi olan İsias Philostorgos ile evlendirdiğini de okumaktayım…

Hatta M.S 64 de Roma istilasından korkan Antiochos; Perslerle ilişkisini güçlendirmesi gerektiğini biliyor. Bu amaçla kızı Laodike’yi Pers kralına eş olarak veriyor…

Antiokos’un tüm bu sıkıntılı yıllar sonunda sağlığı bozulmuştu. Savaştan kısa bir süre sonra ölmüş ve babasının yanına Nemrut Dağı zirvesindeki tümülüsün içine gömüldüğü belirtilmekte….

Çeşitli kaynaklardan edindiğim bu öyküde dikkat ettiğiniz gibi….Şu anda derin vadiler ve 2000 metreyi aşan yalçın yüksekliklerle bezeli kıraç toprakların o

zamanlar sedir ağaçları ile kaplı olduğu, vadilerin, akarsu yataklarının meyve bahçeleri ile bezenmiş ve  petrol dahil madenlere özellikle de gümüşe sahip olduklarını öğrenince şakınlığımı gideremedim…

Ama bir yandan da sahip oldukları gücü ve kendi soylularının  geleceğini korumak ve krallığın devamını ve güvenliğini sağlamak için de;

kendilerini heran  yutmaya hazır bekleyen Pers ve Roma (Yunan) gibi iki güçlü krallıklar arasında çoğu kez hiçbirine aşırı dost görünmemeye ya da birden fazla tarafa oynayarak,
anlaşma yaparak o da olmayınca evlilikler yaparak bu işi sürdürmeleri ama en önemlisi de her iki tarafın(Pers ve Yunan) kültürlerini ve Tanrılarını alarak  ve
karma bir din-kültür yaratarak  hem o Krallıklara bağlılıklarını ispat etmiş olamaları hem de kendi devamlılıklarını sürdürmüş olmaları dikkat çekici.
                                                 NEMRUT'TA GÜNEŞİN BATIŞI
Diğer dikkatimi çeken değerlendirme ise; Antiokos I. bu kutsal kralık inancını halkına karşı gücünün ve

dindarlığının bir göstergesi olarak kullanmak için bir kült haline getirdiği ve böyle bir kült kurarak var olan inanışı bir siyasi


propaganda aracı olarak kullanması ve halkına “krallığının göründüğünden çok güçlü ve sağlam olduğu izlenimini vermeye çalışmış” olmasıdır…


Ayrıca yapılan diger değerlendirmelerde; oluşturulan kültün zengin ve soylu sınıfın bireylerine özgü olduğu belirtilmekte cahil ve yoksul,
tarımla geçinen köylülerin anlayabileceği ancak inanmasının kolay olmadığı ve ilgisinin sürekli olmadığı bir kült oluşudur…

Bu olumsuzluğu gidermek için Halkı; görkemli tanrıların anıtlarının olduğu noktalarda ayda iki kez toplamak ve karınlarını doyurmakla onlara kutsal
                                  NEMRUT'TA GÜNEŞİN BATIŞI
dolayısıyla siyasal gücünü sergilemekte, onlara  kendinin de belirttiği gibi “Tanrılara ve atalara saygı “ gösterilmesi bir tanrı buyruğu” olan bir dindarlık örneği vermekte olduğudur.

Sonuç olarak; halktan gücünü göstermelik olarak alan yönetimlerin yıkılmaya mahküm olduklarını tarih öncesi de görmüş oluyoruz…

Ancak yönetimler gitmesine gidiyor ama ülkede zamanla tarih sahnesinden siliniyor…

Diğer bir şaşırtıcı hususun da uygulanan politikaların günümüz politikalarıyla nedenli örtüştüğüdür…Aradan 2000 yılda geçse de…

Mehmet YÜCEBİLGİÇ
İSTANBUL-AĞUSTOS 2012

3 Temmuz 2012

GÖBEKLİTEPE DÜNYANIN İLK TAPINAĞI


URFA-GÖBEKLİ TEPE...

AYAKİZLERİ İLE GÜNEYDOĞU GEZİMİZ ESNASINDA İNSANLIK TARİHİNİ DEĞİŞTİRECEK HATTA EZBERİMİZİ BOZACAK YERLERİ GÖRMEMİZ VE O HAVAYI SOLUMAMIZ... BEN DE ÖYLESİNE ETKİ BIRAKTI Kİ... BU BÖLGE "GÖBEKLİTEPE" İDİ...

Bu bölgenin neden önemli olduğunu araştırdığım da oldukça ilginç ve şimdiye kadar öğrendiğimiz tarih bilgilerimizi alt üst edecek verilerle karşılaştım...

Kısa kısa şöyle anlatabilirim....

·        Şanlı urfa’nın 15 km yakınında bulanan Göbeklitepe höyüğünde ortaya çıkarılan 12000 yaşında  tarihin en eski ve ilk “kutsal anıtsal tapınağı”...


·        Dünyada antik çağ bilgeliğinin sembollerinden ve ülkelerine turizmde ekonomik ve kültürel ayrıcalık olanaklar taşıyan;  İngiltere’deki Stonehenge anıtlarından ve Mısır Piramitleri’nden binlerce yıl daha öncesinde inşaa edilmiş…

·        Edilmiş ama? Bu muhteşem tapınak inşaa edildiği dönemde;  “neolotik (yeni taş dönem devrimi” oluşmamış…Yani, tarihöncesi insanının, avcı-toplayıcı düzeni terk ederek, yerleşik yaşam biçimine geçtiği ve tarım yapmaya başladığı evreye henüz gelinmemiş,

·        Kısacası, Göbeklitepe’nin her biri usta bir zanaatkâr olduğu düşünülen sakinleri, büyük bir işgücünün eserini ortaya koyarken; ne hayvanların işgücünden yararlanabilmiş  ne de ellerinin altında madeni aletler varmış?

·        Ne de tarih öncesi toplumlarda sosyal sınıfın ve farklılıkların henüz  olmadığı,

·        İşte bu bölgeyi kazan ekip başı Klaus Schmiddt’in kitabında ki savı; Tüm insanlığı ilgilendiren ve bugüne kadar insanlığın oluşumu ile ilgili teorileri alt üst edecek görüşlerini  ise özetle şöyle açıklıyor:

·         “Göbeklitepe; kült kompleksinin anıtsal niteliği dikkate alındığında,  belki de çevre yerleşimlerden de ziyaretçi çeken bir tür hac merkezi görevi görüyordu ve  uzun yıllar tüm enerjilerini ve güçlerini bu merkez için adayan sistemli ve çok büyük  bir işgücü oluştuğu göze çarpıyor olması. “

·        Göbeklitepede ki insanlar etrafında gördüğü öğeleri, bunlarla ilgili görsel düşüncelerini önce taşa kazıdı. Plastik sanatların taşa kazınmasının ve ilk örneğini hayata geçirdiler.

·        Arkeologlar, boğa, tilki, yaban domuzu, yılan, turna, yaban ördeği, ceylan, yaban eşeği kabartmalı tapınakları ve sırlarıyla Göbeklitepe'yi yazı ve çanak-çömleksizlik tarihini aydınlatacak en önemli kaynak olarak görüyor.

·        Sanat Tarihi Uzmanı Sait Rızvanoğlu da, " Göbeklitepe’nin arkeoloji dünyasına bomba gibi düşmesinin daha önemli bir nedeni olarak,

·        İnsanoğlu; bir milyon yılı aşkın bir zaman dilimi boyunca süren " avcı ve toplayıcılığa dayalı gezginci bir yaşam biçiminde yaşıyordu

·        “ Neololitik dönemle,beslenmeden yaşam biçimine, toplumsal örgütlenmeye, ekonomik ve inanç sistemine kadar değişime uğrayacak şekilde  yerleşik hayata geçmeye çalışıyordu.

·        Arkeologlar bugüne kadar insanoğlunun yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörün””Ekolojik nedenler veya Güvenlik ve yaşamlarını koruma ve açlık güdüsü olduğunu söylüyordu.

·        Bu görüş;  Göbeklitepe'de  yıkıldı. İnsanların ilk yerleşik hayata geçtiği ? dönemde dinsel kutsal bir tapınak yapılıyor.

·        Bu durum, sadece açlık ve korunma içgüdüsüyle değil,

·        dinsel” ihtiyaçlar dolayısıyla da yerleşik hayata geçildiğini gösterdi. Genel tabu yıkıldığı için bu bilgi devrim sayılır.demektedirler…

UZMANLAR SONUÇ OLARAK ŞÖYLE DİYOR:
BURADA Kİ EN ÖNEMLİ DERS ALINMASI GEREKEN NOKTA;  GÜCÜN, ŞU ANDAKİ GİBİ MODERN TOPLUMLARDA BULUNMAYAN GÜCÜN; SOSYAL HİYERARŞİLERİ OLMAKSIZIN BİÇİMLENEBİLEN VE SÜRDÜRÜLEBİLEN BİR  TOPLULUK OLMALARIDIR.

BAKALIM TÜRKİYE'M DE DAHA NELER BULUNACAK...?
GÜLAY&MEHMET YÜCEBİLGİÇ
TEMMUZ 2012
İSTANBUL