uludağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
uludağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2012

“BEMBEYAZ” BİR YENİ DÜNYAYA UYANMAK...


SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR DOĞA TUTKUNU OLUNABİLİR Mİ?



Yeni yıla girerken; tüm beklentilerimiz ve dualarımız içine girilen yılın “bembeyaz”lıklarla dolu olmasıdır…Bu dilek, sadece kendimizle veya ailemizle ilgili değil ülkemiz için de geçerlidir.


Bu dileklerimizin gerçekleşmeyeceğini daha yılın ilk günkü medya haberlerini izlemeye başladığınızda, kendinizde veya ailenizde meydana gelen olumsuzluklar ve hastalıklarla karşılaştığınızda içinize hiç ama hiç sindiremeyeceğiniz bir hüzün çöküverir…Omuzlarınızın çöktüğünü, nefes alamaz bir duruma düştüğünüzü hissedersiniz…Ve devamında…


Kendinizi bir boşluğa düşmüş hisseder, tutunacak bir dal aramaya başlarsınız…


Ve hemen ardından kendinizi sorgulamaya başlarsınız…


-Oysa yılbaşında dilediğiniz, O tutunulacak dal “bembeyazlık” değil miydi?


-Ben yılbaşında “bembeyaz” bir yıl dilememiş miydim?


-O halde daha ilk günde nedir bu olanlar?…Olumsuzluklar?


-Birden yine bir “bembeyazlık” beliriverir usunda “ben bembeyazım” der…


-Sen yaşamının “bembeyazlıklar” içinde geçmesini istiyor musun?


-Hemen heyecanlanır ve evet evet bu bembeyazlığı dertsizlik için istiyorum? Sorunsuzluk için istiyorum deyiverirsiniz…


-Usunuzda ki “Bembeyaz” naif bir sesle sana bir soru daha sorar.


-Sen yaşamının “renksizlik” içinde geçmesini mi istiyorsun?


-Şaşırır, biraz soluklanır, aslında tüm bu ara vermeler nasıl bir cevap verebileceğini düşünme payıdır…Kısa ve kısık bir sesle doğruluğunu da tam onaylamadan “hayır” deyiverirsiniz..


-Ve arkasından devam ediverir cümlecikler… Dökülüverir birbiri ardına ağzınızdan…Ben bu yılın renklilikler içinde geçmesini isterim…

Tüm renkleri severim…Ben doğa düşkünüyüm…Doğada ne kadar renk varsa benim ruhumu okşar…Keyif alırım…Hatta siyah renkten dahi hoşlanırım…


-“Bembeyaz” tekrar seni uyarır… Siyah ile beyaz arasında ortak bir yön var… Hatırla…Orta/Lise okul sıralarına kadar gidiver…Renklerin oluşumunu hatırla… Ne öğretilmiş idi sana?


-Kara tahta önüne sözlü sınava kalkmış bir öğrenci heyecanıyla ardı ardına sıralamaya başlarsınız…


-Renkler beyaz ışığın prizmadan ayrıştırılmasıyla oluşur. Her renk beyazdan oluştuğu için; "beyaz" renkten sayılmaz, "siyah" ise tüm renkleri soğurur. Yani renksizlik durumudur.


Yani eğer bir cisim güneş ışığında depolamış renkleri, yansıtmayıp yutuyorsa SİYAH, eğer bu depolanmış renklerin tümünü yansıtıyorsa BEYAZ olarak görünür.


-Sorulan soruyu tam olarak bildiğinizin güveni içinde öğretmeninizden “on Numara” ile ödüllendirme beklentisi içinde iken;


-“Bembeyaz” yine belirir ve Ben, sana siyah ile beyazın ortak yönünü sormuştum…der ve yineler…


-Benim amacım; seni sınava çekip, sana ter döktürmek değildir…Ben sadece aralarında ki tek benzerliğin… Tek ortak yönün “her iki rengin de yani siyahla beyazın da“renk olmadığını” anlatabilmek idi….


Şİmdi sana yine soruyorum…


Yeni yılın renksiz geçmesini mi istiyorsun…?


TÜM DOĞA TUTKUNLARININ; 2012 YILINI GÖNÜLLERİNE GÖRE GEÇİRMELERİ DİLEĞİYLE… SEVGİ VE SAYGILARIMIZLA…


GÜLAY&MEHMET YÜCEBİLGİÇ


BURSA-ULUDAĞ


2012-OCAK






19 Mart 2010

2010 KIŞI GERİDE KALIRKEN

2010 KIŞI GERİDE KALIRKEN...ULUDAĞ'DA KAYAK
Kış ayları geride kaldı derken; bir haftalık Kış tatili yapma fırsatı bulduğum da hemen değerlendirmeyi düşündüm… Sıradan bir tatil değil hem oğlum ve gelinimizi görecek hem de yıllardır hayalini kurduğumuz Uludağ’da kayak fırsatı yakalayacaktık…

Yıllardır… Meslekte alışkanlık olacak… Otomobilimizin tekeri dönmeden tatile çıktığımıza inanamazdık… Henüz bu düşüncenin etkisini üzerimizden de atmış da değildik… İstanbul’dan Bursa’ya doğru yola çıktığımızda griye çalan gökyüzü ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmur peşimizi Bursa’da da bırakmadı…

Ertesi gün erken saatlerde Bursa’dan Uludağ’a doğru yola çıktığımızda tek düşündüğüm şey… “Düşünü kurduğum şey; eşimle birlikte kayabilecek miydik?”
Ne derler… Bir şey 40 kere söylenirse olurmuş… Ama ben bir de bunun üzerine otuz yıllık bir bekleyişi koyuyorum…
Otele yerleştikten hemen sonra; hep birlikte öncelikle kayak yapmaya ruhen hazırlanma için;

çevreyi dolaşmaya çıktık… Her taraf bembeyaz telesiyejler dolu… Koşar adımlarla zirveye çıkarcasına peşi peşine yukarı tırmanıyor… Kimi kayakçıların yüzündeki endişe kiminin de güven açıklıkla okunuyor… Kayak pisti dolu… Snowboardcular kayakçıları öylesine biçiyor ki... Akıl almaz… Aynı pisti kullanıyorlar…

Köknarlar, mavi ladinler… Geceki donun etkisinden yeni yeni kurtuluyorlar… Üzerlerindeki beyaz konfetiler bir bir dökülüyor… Bir altındaki dalın üzerine… Zirveye doğru çıktığımız da gökyüzünün tüm görkemi karşımıza çıkıyor… Hemen koşuyoruz… Birbiri ardına bu güzellikte yer almak için pozlar veriyoruz…

Tüm benliğimle doğaylabaşbaşa’lığı yudumluyorum…
Nefesimi öylesine yavaş alıp verdiğimin sonradan ayırdına varıyorum… Bu buz gibi berrak ve büyüleyici havanın ve tüm görkemi ile karşımda uzanan dağlarla bezenmiş manzaranın gizemini bozmaktan korkuyorum…

Sanki nefesimin hırıltısından tüm bu güzellikler korkup kaçacaklar hissi, daha yavaş nefes almamı ve konuşmamamı sağlıyor…

Bana hemen doğanın uçlarında Yoga, Reiki, Tai çi veya Sofi yetenekleri deneyimleme çabası içindekileri anımsattı…

İçimdeki biri şöyle konuşuyor: “Yaşam tüm tantanalara rağmen devam ediyor… Ve sen bu tantanalar içinde “ruhunu arındırma” peşindesin… Otuz yılı aşkın… İçinde yetiştirdiğin ancak soldurmadığın… Soldurmak derken şunu demek istiyorum…

Aslında benliğinde taşıdığın ama kullanmaya pek de vakit bulamadığın potansiyelin ayırdına varmış ve geçen süreci “ yazık ettiğimiz yaşam olarak algılamıyorsun” … Ve bu felsefenin oluşmasında, tüm sıkıntılı anlarında dahi destekleyen, seni yolda bırakmayan ve şuanda her şeyi paylaşmayı hak eden sevgili eşin…”

Birden Ta uzaklarda! Siyah kar yüklü bulutlarla ak bulutlar birbirleriyle yer değiştiriyor… Ne kadar da hızlı yürüyorlar… Bu bulut katmanında ki hareketlilik, Uludağ’ın önümüzdeki günlerde daha da beyaza bürüneceğini muştuluyordu… İşte bu andan yararlanmak da bize düşüyordu… Ancak her zaman olduğu gibi abartıya kaçmadan… Abartı bildiğiniz gibi göreceli bir kavram…

Kimi günde dört saat kayar kimi yarım saat… Katlanabileceğin seviye önemli… Keyif almak için katlanmak şart mı? Diye sorduğunuzu duyar gibiyim… Katlanma olmadan keyif olmaz... Genel kural bu…

İsterseniz… Yaşadıklarımızla birlikte anlatayım… Birinci ve ikinci gün… Kayakta Unutulanların hatırlanması… Ve zorlanmalar… Kasların devrik çalışması nedeniyle gece uyumak isteseniz de uyuyamamanız… Sonra ki günler… Şans eseri eski dostlarla karşılaşmalar ve kayağı çok iyi bilen arkadaşlardan teknikleri öğrenmek ve uygulamak… Dönünceye kadar kaymak ve kaymak…

Bu arkadaşların öğretisinde tüm teknikleri bir bir uygulamak… Onların adını anmazsam sanırım… Ayıp olur… Sevgili hocamız… Ve arkadaşlarımız… “Orhan Ünal ve Hasan Üner”… Verdikleri emekler için çok teşekkür ediyoruz… Ekip ruhumuzu pekiştiren Ömer Emine ve Uğur Ufuk arkadaşlarımızı unutmak mümkün değil...

Yalnıza kaldığımızda Gülay’la birlikte kaymanın keyfini öylesine aldım ki… Mükemmeldi… Bu arada kayarken köpeklerin kovalamasına da yakalandık, kayarken gelip sarılarak düşürenlerle de karşılaştık…

Ancak… Öyle deneyimler kazandık ki… Sisli ve puslu havada da, yağmurlu, buzlu ve kar yağarken ki hava koşullarında da kaydık… Her koşula göre tekniği tekrar etme fırsatı yakaladık… Sanırım bu noktada önemli olan husus; değişikliklerin ayırdına varmak ve hissetmek olsa gerek…

Kayaklar üzerinde karlara bürünmüş doğanın içinde kayarken: Birbiri ardına ayak başparmaklarından başlayıp kaval kemiklerinin bota yaslanması, dizlerin uyumlu kırılmaları, kalçanın daima dağa dönük olması, göğüsün vadiye bakması, vücudun geri kalanının dik ve kolların güvenli olarak yanda oluşu, karşılaştığın olağanüstü durumlarda tüm dikkatin geçeceğin kadar alana ve ileri verilmesi…

Tüm bu hareketlerin bir estetik ve denge içinde yapılması… Uyumu yakaladığın an… Meditasyondan farklı bir durumla karşılaşmıyorsun… Doğa içinde uçan sen… Ve yanında sevdiğin… Aslında tüm bu anlattıklarıma odaklanma; korkunun kovulmasına neden oluyor… Riski göğüslerim diyorsun… Elde ettiğin ve zorluklar içinden çıkartıp tattığın tat bir başka lezzette oluyor… Kısacası; Olumlu düşünmek ve inanmak, kendine ve can dostuna güvenmek…
İçinden şüphe ve korkuyu atamadığın an… Kayamazsın… Düşersem, bir yanım burkulur ya da kırılırsa… Sa’ları uzatabiliriz… Riski göze almadığın an… Odadan dışarı çıkamazsın… Doğaldır ki riskin de önem dereceleri var, kabul edilebilir olanı veya kabul edilemez olanı, her şey sende ve yanında ki “eşinde” (body), can dostunun desteğinde…

Kayakla kaymayı; ufak tefek düşmeler, incinmeler haricinde, tamamlandığında; yorgunluğun sadece bedeninin her bir katmanında olduğunu duyumsuyor ve ah vah… Diyebiliyorsun… Bu ahlar vahlar keyfi ötelemiyor… Çünkü… Ruh zinde, beyin ve zihin kar aklığında dingin…

İşte o an iyi ki otuz yılı aşkın süre bugünün hayalini söndürmedim diyorsun…

Hayatın aslında sanıldığından çok daha kolay olduğunu hissediyorsun…

Ve kendini daha iyi “tanımaya” ve sonra” yanındakini fark etmeye” başlıyorsun… Güneşin ara sıra göz kırptığı… Çamlarla bezenmiş doğanın bağrında… Mavi ladinin dalları üzerindeki konfeti yağmurunu andıran kar tanelerinin arasından bakarken…

Seneye deneyimlerimizi artıracağımız bir kış dileğiyle…



MEHMET YÜCEBİLGİÇ

BURSA

07/14 MART2010