trekking etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
trekking etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2010

YEDİGÖLLERDE SONBAHARI SOBELEMEK


Rota grubu ile geçen haftalarda gerçekleştirdiğimiz Yenice Ormanları Yürüyüşlerinde; Sonbaharın kimileri için hüzün rengi olarak kabul edilen… Doğanın yeşilden sarıya, sarıdan kızıla dönüştüğü; sararmış ya da kızıla bürünmüş yaprakların, dallardan salına salına düşüşüne tanıklık edememiş ancak hiç olmazsa bu yıl bu olaya tanıklık etmek istemiştik…

Gelen mailler arasında Ayakizleri Başkanı Hüseyin Beyin maillerinde “Yedi Göller” gezisini okuyunca… İçimizdeki ümit biraz daha kuvvetlenmişti…


Bu yıla değin Gülay’la birlikte bu yöreye o kadar çok gitmek istemiştik ki bir türlü bu isteğimiz gerçekleşememişti…

Hüseyin beyin Bolu-Yedigöller Gezisi… Hafta sonu Tekdüzeliğin ötesinde gece yarısı başladı… Sabaha karşı bozuk orman yollarının sarsıntısı ile Yedigöller’e vardığımızı.

Bir süre sonra da araçlardan inip yürümeye başladığımızda toprak yolda kanalizasyon çalışmaları nedeniyle araçlardan erken indiğimizi anladık…

İyi ki yürümeye erken başlamışız… Gülay’la birlikte Yol Sersemliğimizi üzerimizden atmanın tek yolu olarak bölgeyi keşfetmekte bulduk... Arayıp bulmak… Bilmediklerimizi ortaya çıkarmak… Ve keyif almak…
Patikalar arasındaki yürüyüşümüz boyunca ilk karşılaştığımız… Nazlı gölü oldu… Hemen onun böğründe ki dağ evleri… Göl öylesine sakin ve nazlı görünüyor ki… İsminin boşuna konmadığı belli oluyordu…

Usumuzda ki sarı tonlarının cümbüşü kendini göstermeye başlamıştı… Uykulu gözlerin irisi biraz daha açıldı… Bulduğumuz güzellikleri kayıt altına almaya başlamıştık…

İlk izlenimlerimiz… Oldukça iyi idi… Takip ettiğimiz patikadan sola saparak daha iç bölgelere gitmek istedik… Ancak gruptan da ayrılmak istemiyorduk…

Sonunda patika bizi “Pisagor Ağacına” götürdü… Hiç beklemiyorduk… Tamamen tesadüf ve içgüdüsel bir olaydı…

İşte bu yürüyüşler yürüyüşe ve eşimle birlikte yapılan etkinliğe; ayrı bir anlam katıyor ve keyif almayı tetikliyordu”…Bu tetikleme bir diğerini çağırıyordu… Aynı yaşamdaki gibi…

Buradan Ayakizleri’nin konuşlandığı yeri bulmaya çalıştık ve grubu bulduğumuzda kahvaltı hazırlıkları başlamıştı…

Kahvaltı bir şölen havasında yapıldı…

Uykusunu alamayanlar… Sarı yorgana sarılarak dinlenmeye koyuldular… Sarı yaprakların gölgesinde… Görünmeyen göğün mavisini buluncaya kadar uykuya daldıkları belli oluyordu…

Uykuya yenilmeden… Gülay’la birlikte, her ne kadar aklımda uyku olsa da, bölgeyi keşfe devamda karar kıldık…

Aracımızın Kaptanı… Atilla Beyin çay ziyafetini kaçırmadık… Enfes bir demli çay içme ayrıcalığını elde etmiştik…

Sıradaki… Diğer gölleri Derin-Büyük-Serin gölleri sırasıyla dolaşmaya devam ettik…

Orman içinde fotoğraf çekmek için uygun koşulların avcılığını yapan onlarca kişi her köşede…

Ellerinde fotoğraf makinalarının en alasını görmeniz mümkün… İzmir’den, Ankara’dan hemen hemen tüm yurttan doğa-fotoğraf meraklıları “Yedi Göllerde meraklarının peşindelerdi…


Birden yıllardır…Gülay’ın itmesiyle oluşan zaman zaman da durağanlaşan fotoğraf makinası merakın depreşti… Sorular ve bilgi almalar… Sonuçta Selahattin Bey neşteri vurdu… Devreye Elif Akçalı’nın da girmesiyle… EOS Canon 60D ye sahip olabildik…


Gülay’la birlikte kendi merakımızın peşinde Gülen Kayalar-Dilek Çeşmesi- Şelaleler bölgesine doğru keşfe devam ettik…

Tam kayalardan aşağı doğru iniyorduk ki… Onlarca hatta yüzlerce ağaçtan üzerimize önümüze arkamıza görebildiğim her yere, yapraklar; hepsi beraber dallarından kopup salına salına aşağıya doğru süzülmeye başladılar… Aylardan beri gözlemlemek istediğimiz… Gerçekleşmişti… Sonbahar Sobelenmişti…

Dökülen yapraklardan birinin rengi… Diğerinden farklı… Yaprakların filiz halindeki kazandıkları saflıkları, masumiyetleri, dallarından kopup yere salına salına düşüşlerinde dahi hiç bozulmamıştı…

Bir ara bu görünüm… Bir gelinle damadın başlarından aşağı dökülen konfetileri andırdı… Birden usumdan “ülkeleri uğruna topluca intihar eden Likyalılar” gelip geçti…


Tüm usumdan akıp gidenler; bizi hüzünlendirmiyor… Yedinci çakrada imgeye yoğunlaşmış… Tinselliğin akımı içindeki bir yoginin transal dünyasını hatırlatıyordu…

İnsan ile Doğa arasında karşıtlık burada da kendini gösteriyordu… İnsan; her yaşadığı olağanüstülükte bedeninde veya ruhundaki çöküntüler mutlaka dışarı üzüntü ve çirkinlikle yansımasına karşın…

Kanser olmuş bir ağaç veya deprem sonrası meydana gelen yeryüzü oluşumları sanırım dünyanın yedi harikasını oluşturan nedenleri oluşturuyordu…

İşte yaşam sürecinin sonucu olarak algılanan “yaprak dökümünün” bizde yaşattığı; ruh hali “iyilik ve iyimserliklerle dolu…


Irk,kimlik,renk ayrımı gözetmeden sevgiyi,Saflığı, Masuniyeti, Heyecanı, Cesareti, Değişim ve Dönüşüm olgularının diriliğini… "Kendini yenilemesini bilenin ayakta kalacağı" fikrini hatırlatıyordu…

Artık orman içinde akşam alacakaranlığı kendini iyice hissettirmeye başlamıştı…

Biz aracımıza doğru ilerlerken ellerinde fotoğraf makinaları ile foto-grupları ormanın sakin köşelerinde yeni bir görüntü avının peşinde ilerliyorlardı…
GÜLAY&MEHMET YÜCEBİLGİÇ


KASIM-2010


İSTANBUL

25 Kasım 2010

SONBAHARI SOBELEMEK

ROTA İLE YENİCE ORMANLARINDA SONBAHARI SOBELEMEK… Sonbaharı Sobelemek… Rota Doğa Tutkunlarının düzenlediği Yenice Ormanlarını keşif gezisine; yola çıkışımızdaki amacımız… Böyle idi…

Yenice ormanlarında; Safranbolu’da konaklanacak… Likya yolu benzeri KARABÜK VALİLİĞİ VE YENİCE KAYMAKAMLIĞINCA oluşturulan yürüyüş yolları parkurlarının başlangıç noktası olarak sayabileceğimiz

 “Yenice Konağında” soluklanılacak,

parkurlar hakkında bilgi alınacak ve bölgedeki Yenice ormanları keşfedilecekti…

Yenice bilindiği gibi Karabük’ün Yenice ırmağı kıyısında konuşlanmış bir ilçesi. İlçe 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Cenevizlilerden alınmış…

Birinci gün; Yenice evinde ki kısa moladan sonra başlayan ve yağmur altında geçen “Anıt ağaca” yürüyüşü; stabilize bir yoldan sonraki sık ormanlık ağaçlarla kaplı çamurlu patikadan yaptık…


Anıt Ağacı görmek için sarfedilen emeklerimiz… Çalıların, üzerimizdeki yağmurlukları yırtmasına ve çamur içinde kalmamıza karşın… Boşa çıkmadı diyebilirim…

Nasıl bir sonuç… Ruhsal dinginlik… Kişi;2000 yıllık bir ağacı özellikle de ağaç halini almış ‘Gizemli Sarmaşığı (Gülay’la beni daha çok etkiledi) görebilmek için tırmanabiliyormuş!

Ancak… Esas isteğimize kavuşamamıştık diyebiliriz… Sonbaharın kimileri için hüzün rengi olarak kabul edilen…

Doğanın yeşilden sarıya, sarıdan kızıla dönüştüğü; sararmış ya da kızıla bürünmüş yaprakların, dallardan salına salına düşüşüne tanıklık edememiştik.

Usumuzda; sarının tüm tonlarını üzerinde barındıran… Her bir sarı tonun, aslında o ağacın hüznünün derecesini yansıtan imgeler olarak algıladığımız…

O çarpıcı farkındalıkları yakalayamamıştık… Kısacası usumuzda ki “Sonbaharı henüz sobeleyememiştik”.


İkinci Gün… Hedef, Bölgenin oldukça ünlü “Kel tepe”sine çıkış idi.

Yürüyüşe, Karaağaç’tan başlanacak Kel Tepe zirvesine çıkıldıktan sonra Sorgun Yaylası üzerinden Karaağaç’a dönülecek idi. Karabük’ü geçtikten sonra Karaağaç’a Yürüyüşe başlangıç noktasına kadar,

Gülay’la birlikte çevreyi karış karış gözlemliyorduk… Usumuzdaki o renkleri yakalayabilecek miydik?

Yürüyüş kolu yavaş yavaş orman içi yoldan Zirveye doğru ilerlerken… Bölge Çamgillerin yeşilliğinin hâkimiyeti altında idi… Yer yer sararmış…
Kayın ve gürgenlere rastlıyorduk ama yeterli değildi… Rakım yükseldikçe…


Kırağı çalmış otlar ve soğuktan tel tel iğne yaprakları buzlanmış… Köknarlarla karşılaştık…


Her bir otun üzerindeki kırağı ile şekillenişi; sanki telkâri ustalarının özenli işçiliği ile meydana getirilmiş sanat eserini andırıyordu…

Sarı tonları beklerken… Gri renkten başlayan beyazla hâkimiyetini sürdüren farklı bir renk cümbüşü içinde kalmıştık… Neye niyetlenmiştik… Ne kısmet olmuştu…

Zirve eşiğinde…1970 metrelerde mola verildi… Oturduğumuz yerin hemen arkasını sonradaki uçurumu nice sonra fark ettik… Muhteşem bir tepe tüm Karabük vadisine hâkim… Bir nokta…

Bu noktadan itibaren zirveye doğru… İlerlerken gerek bastığımız sazlık benzeri otların kırağılanmış görünümleri gerekse vadi tabanında iç içe girmiş üç hatta dört gökkuşağına ilk kez tanıklık ediyorduk…

Tüm bu yakalanan çarpıcı güzellikleri fotoğraf makinamıza kaydederken… Hafıza kartınızın dolması ve yedeğinizi de unutmuş olmamız…

 Bizi öylesine üzdü ki anlatamam… Ancak bu üzüntümüz Sevgili Nazan ve Zühre’nin…
Sonra Ayşegül Altıok’un ve diğer arkadaşların devreye girmesi ile uzun sürmedi…
Hatta bu unutkanlığım daha ayrıcalıklı fotoğraflara sahip olmamıza sebep oldu diyebilirim…
KEL TEPE 2000M.
2000 metrede… Zirvedeydik… Gülay’la birlikte; Rota Doğa grubunun İstanbul, İzmir, Ankara gibi şehirlerdeki Doğa Gezginlerini de bir araya getiren bu etkinliğinde bulunmaktan çok hoşnuttuk…


Bu birlikteliği zirvedeyken kayıt altına almak da ayrı bir keyifti… Peş peşe çekilen fotoğraflar aslında görülen güzellikleri kaybetmemeyi, yaşatmayı amaçlıyordu…
23 kilometrelik bir parkur ve 2000 metrelik rakımın yanında kat ettiğimiz her adımda farklı bir doğa güzelliği ile karşılaşmanın hazını yaşıyorduk… Sonbaharı Sobeleyemesek de…

Safranbolu’ya adım atıp da Safranbolu’yu görememek… Konsept böyle, öncelik Doğada görülemeyecek yerlerde… Akşam…


Safranbolu’yu gezdik… Safrandan yapılan lokumlar tadıldı…
Safranbolu evleri ve tarihi yerleri hakkında sunum izledik… Safran çayları içildi…
Çikolataya bandırılmış safran lokumunun tadı ise daha başka idi…


Kaldığımız motele döndüğümüzde ise sıra gecesini andıran şenlik başladı…

İzmir DEDAK grubunun şen şakrak havası bizlerin de üzerine sinmiş ve o ritme ayak uydurmuştuk…

Kahkahaların atıldığı zeybek oyunlarının sergilendiği bir geceyi de geride bırakmıştık…

Üçüncü gün: Kent Ormanından başlayan yürüyüşümüz, Ahmet Beyin rehberliğinde

Şeker kanyonu boyunca devamla, Yazı köy ve kanyon sırtlarından tekrar Kent Ormanına dönüşle son buldu…8-9 km lik bir kısa yürüyüş olmasına karşın…

Şeker kanyonu boyunca gördüğümüz doğa güzelliği unutulmayacak kadar farklıydı…

 Bu farklılık tam bir bahar havası coşkusu içinde Yazı Köy sırt ve tepelerinde devam etti…


Üç günlük yürüyüşümüzün toplamı tam 50 km. olmuştu… Yenice Köy Evinde yorgunluğumuzu birer çayla demlendirirken…

Öğleden sonra yemeği Karabük’te Safranbolu pidesi olarak yedik…

Yenice ormanları mutlaka gidip görülesi bir yer olarak zihnimizde kaldı…

Doğal olarak gideceğiniz grubun da esas faktör olduğunu unutmamak gerekir…

Gülay’la birlikte İstanbul’a dönüş yollarında usumuzda “Sonbaharı nerede sobeleriz?” Sorusu halen devam ediyordu…
TEŞEKKÜRLER ROTA...

GÜLAY&MEHMET YÜCEBİLGİÇ

EKİM 2010 İSTANBUL