28 Eylül 2016

ZORL

UKLARLA YAŞAMANIN "DOĞAYLA" TESELLİSİ

 
Doğanın sihirli bir değnek gibi olduğunu sanırım kimse yadsıyamaz.
Doğanın; Ünlü bir filozofun acı ve zevklerle ilgili düşüncelerini ve yaşamını nedenli değiştirdiğini ve eserlerinin çoğunu doğanın etkisiyle gerçekleştirdiğini anlatmak istiyorum.
Filozofun, kim olduğunu? Merak ettiğinizi ve çabuk olmamı uyardığınızı duyar gibiyim.
1844–1900 yılları arasında yaşayan “İnsanca pek insanca”dan tanıdığımız “Nietzsche”den bahsedeceğim.
Nietzsche; ilk felsefi görüşlerini öğrenciyken keşfettiği Schopenhauer’a borçluydu. Schopenhauer'un temel felsefesi: “Mutluluğu arayan insanın öncelikle tam anlamıyla mutlu olmanın imkânsızlığını kavraması ve mutluluğu ararken her zaman karşılaşılan sıkıntı ve sorunlardan kendini uzak tutmaya çalışması gerekir” idi.
Nietzsche; on yıl bu felsefenin etkisiyle”….. Hayatın hoş yanlarını bir yana bırakarak inzivaya çekilmeliyiz” düşüncesini ortaya atabilmiştir.
1876 yılında yaşamının bir bölümünü Napoli’de geçirir, ne olduysa burada olur.
Filozof; Akdeniz sularında yüzdükçe, dağlarında doğa yürüyüşleri yaptıkça, doğayla iç içe yaşadıkça, Montaigne ve Stendhal’ı okudukça: Eski düşüncelerinin nedenli korkakça ve gerçek dışı olduğunun farkına varır.

 Artık yeni felsefesi; “Mutluluğa ulaşmanın, yaşamdan tatmin olmanın yolu, acıdan sakınmak değil, acıyı doğal bir şey, iyi olana erişmek için çabalarken karşımıza mutlaka çıkacak bir basamak olarak görmekti.”
Ünlü filozof Nietzsche, ”yaşamda mutluluğun ya kolayca el edilebileceği ya da hiç ele geçirilemeyeceği” yolundaki inanca tamamen karşıydı; bu inanç yaşamımızı mahvedebilirdi.
Çünkü bu inanç yüzünden çocukça davranıp zorluklarla savaşmaktan kaçabilirdik. Oysa bu türden vahşi bir savaş için hazırlıklı olmuş olsak belki bu zorlukların üstesinden gelebilirdik.”diye felsefesini belirtmiştir.
Filozofun (Ecce Homo-Önce İnsan, Ahlakın Soy kütüğü, İnsanca Pek İnsanca, Çağa Aykırı Düşünceler vb.) eserlerinde “dağlarla” ilgili bölümlerini okurken, bir doğa aşığı olarak heyecanlanmamak elde değil.
Özellikle burası benim gerçek evim dediği Sils-Maria’da(İsviçre), Böyle Buyurdu Zerdüşt dâhil olmak üzere birçok eserini, çam ormanlarına ve dağlara bakan odasında yazar.
Sabah erkenden kalkıp gökyüzüne yükselmiş gibi görünen sipsivri, ıssız dağlara doğru yaptığı yürüyüşler; yazdığı eserlerin ilham kaynağı olmuştur.
Günümüzde odasının müze haline getirildiğini; dağ yürüyüşü ayakkabılarının, sırt çantasının, su şişelerinin, bir çift eldiveninin, bir pusulasının da burada sergilendiğini okuduğumda şaşırmadım dersem yalan olur.
 
YAKINLAŞTIKLARIMLA UZAKLAŞTIKLARIM
DENEME-ANI BASIM 2005-İZMİR
Mehmet Yücebilgiç
Fotoğraflar:  Gülay Yücebilgiç


8 Eylül 2016

DOĞAYLA BAŞBAŞA OLMAK!

 
Kişi olarak; ayak uydurabilirim demesi kolay.
Allah aşkına!
Evrensel değişime, kim ayak uydurabilmiş ki yüzyıllardır?
İnsan; bu değişimin farkındalığına, yaşam denen sürecin neresinde, ne zaman varıyor.
Farkına vardığında ise; yaptıklarıyla yapamadıklarının gerçekliliğiyle yüz yüze geliveriyor.
Şaşırıyor, sıkılıyor, üzülüyor kendini avuturcasına, yapabildiklerinin kırıntılarıyla, o an ki havanın değişmesini sağlamaya çalışıyor.
Sonra haydi! Neresinden başlarsan, o kadarı da yeter, ömrümün geri kalanına diyebilme gücünü buluyor.
Yeni izler yaratmak ve zihnindeki eski izleri silmek için.
Var gücüyle, büyük bir çoğunluğun tercih etmediği, bilmediği yollardan ve izlerden, yürüyerek.
Doğayla baş başa olmak: Dağlara tırmanmak; çoğunlukla kayalarla, taşlarla, ağaçlarla, doğanın diğer üyeleriyle tanışmak, onlara dokunmak ve yakınlaşmaktır. Onların dilini öğrenmek, söylediklerini anlamaktır. 

Gerçekte, o kadar zorlar ki, toprak patikadan kayalık/taşlık patikada yürüyüşe geçiş ve tırmanış, tüm dikkatinizi hem ilerleyeceğiniz istikamete hem de ayaklarınızın ucuna yoğunlaştırmak zorundasınız, bu yoğunlaşma, tırmanacağınız süreye ve sizi bekleyen sürprizlere bağlıdır.
Öyle bir zaman gelir ki, sıra sıra kayalar ve yığınlar size bir insan gibi görünür, şuur altında neyi betimlediyseniz o oluşur ve sizinle birlikte tırmanır.
Kayalıkların; tek başınalığı, gökyüzüne yükselişleri, sizinle bir benzerlik oluşturur.
Özellikle gökyüzüne yükselen kayalar: Etkiler insanı, üzerine örtülen örtüyü yırtıp ulaşmak istediğine atılırmışçasına, kendisinin kutsal katına kabul edilmesini haykırırcasına, artık hiçbir baskı, kışkırtılmışlık, sıkıştırılmışlık yokmuşcasına.
Kendi isteğine göre davranış erginliğine kavuşmuşçasına: Her adım da yükseldikçe kayaların üzerinde, benzer duygular geçer insanın usundan.
Kimi insan; bu yükselenlerin de yükseğine çıkıp” işte insan” diye bağırırcasına zorlamak ister bedenini,
Kimi insan; zirveye tırmanış için bir diğerleriyle yarış içindedir, hala kendini ispat peşindedir. Kendini kendine ispat etmeden!
Kimi insan; tüm doğanın unsurlarını beş duyusuyla yoğurmak, hatta beş duyunun da ötesinde ki duyusuyla hissetmek istercesine tırmanır dağlara.
Her rakımda farklıdır, tüm duygular, hissedilenler de.
Bir de bulutlar varsa aşağınızda, işte o an, yürürsünüz o beyaz renkli top top pamuklar üzerinde yere düşmemecesine.
Nasıl bir duygudur bulutların üzerinde yürümek?
Bu his bugüne kadar ki “kendini yargılamalara” son verme, “kendin için, kendine bir ödül verme” hissidir.
En sevdiğin kişi yanında, o da bulutların üzerinde!
Doğanın tüm güzellikleri,
O ve ben.
Mehmet YÜCEBİLGİÇ

(YAKINLAŞTIKLARIMLA UZAKLAŞTIKLARIM-DENEME/ANI BASIM; )
2005


7 Eylül 2016

GÜNAYDIN SEVGİLİ DOĞA YÜRÜYÜŞÜ TUTKUNLARI;

Olumsuzluklar içinde yoğrulup endişeyi ekmeğimize katık yaptığımız bu süreçde; yaşam denen sonu belirsiz bir yürüyüşün devam ettiğinin farkına varamıyoruz..
Bugüne kadar eşimle birlikte paylaştığımız otuz dokuz yıllık yaşam koşullarımızdan;


MUTLU ve KEYİFLİ OLMAK İÇİN, HİÇ KİMSEDEN ASLİ YARDIMI BEKLEMEDEN, KURDUĞUNUZ YUVADA MUTLULUĞU HER KOŞULDA ,ÜRETME PEŞİNDE KOŞMANIN YETERLİ OLDUĞUNU öğrendik...

Nedenli olumsuzluklarla karşılaşırsak karşılaşalım hepsinden bir ders çıkartıp; olumsuzlukları giderici tedbirleri aile içinde alıp olumlu yönde uygulamak ve hayata geçirmek esas düşüncemizdir.
HEDEF; başkaları tarafından dayatılan yaşam koşullarını anlık da olsa dışına çıkıp dinamik, bildiğimiz dünyanın dışında başka bir dünya var mı? Diye bakabilmek!


Aynı ağaç kovuğundan dışarıdaki dünyaya ürkek bakışlarıyla bakıp keşfeden sincabın bakışları gibi...Ürkse de yaşamını devam ettirmek için ormanın derinliklerinden kayboluyor...
İşte bu düşünceden hareket sizlerle paylaşmak istediğim yeni yürüyüş ve keşif rotaları,

PİSİDYA YÜRÜYÜŞ YOLU ;
PİSİDİYA NERESİ?
Bugünkü Isparta ilinin tümünü, Afyonkarahisar, Burdur, Antalya ve Konya illerininde bazı bölümlerini de içine alıyordu.
BU GÜZERGAHIN BELİRLİ BÖLÜMLERİNİ İKİ KEZ YÜRÜDÜK, ALDIĞIMIZ KEYFİ ANLATAMAM?
BU HEYECANI TEKRARLAMANIN FAYDA SAĞLAYACAĞINA İNANIYORUM..
MEHMET YÜCEBİLGİÇ;


Pisidya yolu arkeoloji ve doğayı seven gezginler için henüz hazırlanmakta olan bir yol. Günümüzde Isparta, Burdur ve kuzey Antalya’nın sınırları içinde yer alan Antik Pisidya bölgesinde hazırlanan yol, hem arkeolojik hem de doğal güzellikleriyle yürüyüşçüleri büyülemeye hazırlanıyor. İlk ayağı 250 km’lik bir uzunluğa ulaşan rotanın büyük bir kısmı antik yollardan, halen kullanılan küçük patikalardan ya da orman yollarından geçiyor. İngiliz vakıf Headley Trust ve bireysel sponsorlar tarafından finansal olarak desteklenen projenin amacı bu alanlardaki arkeolojik mirasın bölge halkına sosyo-ekonomik faydalar sağlamak amacıyla kullanılması için bir yol haritası belirlemek.

Antik Pisidya bölgesinde ziyaretçilerini bekleyen çok sayıda arkeolojik alan yer alıyor. Pisidya’nın nefes kesen güzellikteki ormanları arasında gizlenmiş olan bu alanlar ziyaretçilerine masalsı bir gezi deneyimi sunuyor. 

Bunlardan bazıları; Sagalassos, Termessos, Pisidya Antioch, Kremna, Adada, Selge, Pednelissos, Amblada, Anabura, Tymriada, Ariassos, Pityassus, Tarbassus, Cretepolis, Panemoteichos, Kodrula (Kaynar Kale), Prostanna, Andeda, Ceraitai, Comama, Seleuceia Sidera, Pogla, Melli, Sandalion, Etenna, Sia, Gökbel, Kapılıtaş (Kapıkaya), Hyia, Colbasa, Kepez Kalesi (Kartalpınar) ve Döşeme Boğazı.

ARKEOFİLİ YAYINLARINDAN İSTİFADE EDİLMİŞTİR.