KAYA KÖY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KAYA KÖY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mayıs 2010

ANADOLU DAĞCILIKLA FETHİYE-KAYAKÖY-GEMİLER ADASINDA

ANADOLU DAĞCILIKLA FETHİYE - KAYA KÖY –GEMİLER ADASINDA YAŞANANLAR

Yazıma, nereden başlamalı… Daha önceki zorunlu klasik tatil anlayışımızı mı? Yoksa bu alternatif tatil anlayışının nasıl doğduğunu mu? Anlatmalıyım?
-Neresinden başlayacağıma… Karar veremedim?
-Ne kadar kararsızsın diyeceksiniz?
-Kararsızlığımdan değil… Yoğun düşüncelerimden… Aynı anda birkaç şeyi paylaşma isteğimden…
-Ne düşünüyorduk? Ne düşünür olduk! Ve Neleri uyguluyoruz! Doğal olarak hepsini aynı yazıya sığdıramayacağımı anladım!
- 22 Mayıs 2010 sabahı 0640 uçağı ile Dalama uçacağız… Heyecanı günler öncesi başladı… Öncelikle “yıllardır hayalini kurduğum “KAYAKÖY-ÖLÜDENİZ LİKYA YOLU YÜRÜYÜŞÜNDE” giymek üzere yeni dağ yürüyüşü kıyafetlerini… Gülay’la birlikte Tamamladık…


Sabaha karşı Sabiha Gökçen’e yol alırken, havanın çiseleyen hali, havaalanına vardıkça şiddetli yağmura dönüştü… Sis bastırınca… Aman bu hava da ne der olduk… Havaalanında yeni açılan Wİngs Kart Launch salonu çok güzeldi… Biraz soluklandıktan sonra…


 Uçağa bindik… Uykulu geçen bir yolculuktan sonra… Dalaman Hava alanındayız… Anadolu Dağcılık arkadaşlarımızla valiz alma yerinde beklerken karşılaştık… Aralarında yeni yüzler de var, hemen orada tanışıyoruz…
Aklımızda aylar öncesi planlanan programı uygulama var… Aslında… Çok da uzun bir süremiz yok… Hepsi üç gün… Her etkinlik için kıyafetlerimiz inceden inceye planlanmış ve yerleştirilmiş durumda…
-AAA! Arkadaşlarımız valizlerini aldığı halde gruptan üç kişinin valizi yok… Bunlardan ikisi de biziz!
-Başkaları var mı? Diye etrafa baktığımızda 30 kişiyi aşkın yolcunun da valizi yok…
-Ruh halimi düşünebiliyor musunuz? Şok… Üzüntü… Kızgınlık… Öfke… Arınmak istediğim tüm bu haller başımda…
Olaylar beni, etkisi altına alarak; yıllardır hayalini kurduğum bu konseptteki bir geziyi berbat etme gayreti içindeler…
-Gülay ve Ali Gürbüz… Müthiş Moral destekteler… Ayrıca… Grubumuz da servisi alıp gitmedi… Bizi bekliyorlar…
-Hadi Canım sende… Der gibisiniz? Beklemeyecekler de ne yapacaklar!
-Ne bileyim? Diğer gruplardan hiçbiri beklemedi? Valizlerinin peşinde ne yapacağını bilmez… Hallerdeydiler…
-Sonuç… Valizler kayıp… PEGASUS cevap veremiyor? Müşteri memnuniyetinden haberi olmayan HAVAŞ elemanlarına kayıt verdik…

-Fethiye KAYA KÖYE hareket ettik… On beş kişiyiz… Yol boyunca… Yağan yağmur… Ve ruh halim…
Gülay da üzgün ama dışa vurmuyor…
Arkadaşlar… Havadaki bulutluluğu dağıtmak için her türlü moral desteği veriyorlar… Osman ve Ali Gürbüz minibüste oyun oynayacak ama önde kalkamıyorlar… Aysun, Karadeniz havasına dayanamıyor… Ayakta… Tüm araç alkışlıyor… Gülüyor… Biz de onlarla birlikte…
Kaya Köye geldiğimizde bizleri; bu gezi ve etkinlikleri planlayan ve uygulatacak olan Arkadaşımız Nezihe Güçlü karşıladı…

-Yüksek sesle… Arkadaşlar! KAYA KÖY SANAT KAMPINDAKİ yerlerinizi gösterelim… Eşyalarınızı yerleştirdikten sonra… Köy kahvaltınız hazır…
-Yine yüksek bir ses… Ses yabancı gelmedi… Gülay’ın sesi… Ama bizim eşyalarımız yok ki?
-Gülüşmeler… Kahvaltı için güzel düzenlenmiş bir kapalı çardaktayız… Fotoğraf çekmek olmazsa olmaz bir davranış biçimi… Olmuştu…

-Osman uyarıyor… Ağabey! Suratını asma fotoğrafta iyi çıkmaz… Gülümsüyorum… Telefonlar gelmeye başladı… Tuğçe ve Erinç… Sonra Burcu…
-Erinç babacığım… Sen valizleri düşünme ben takip edip… Durumu bildireceğim… Öğlene doğru Erinç valizlerin… İstanbul’da kaldığını… Akşama gönderme gayretleri içinde olduklarını bildirdi…
-Daha da iyi bir ruh haline girmiştik…

Köy Kahvaltısı çok iyi geldi… Yiyecekler… Doğal idi ama… Grup oldukça ahenkli idi… Gruptan bir ses… Maydanoz yok mu? Ben durur muyum? Taze nane? Ne isterseniz… Yanı başımızda ki bahçeden kopartılıp getiriliyor…Kahvaltı sonrası fala baktıranlar... Falın etkisi altında kalmadım diyemediler..


Programda Kaya Köyünden GEMİLER ADASI koyuna yürüyüş vardı… Mevcut kıyafetimizle yürüyüşe başladık…

Kaya köyde yürüyüş esnasında karşılaştığımız keçi sürüleri... Evlerin etrafında dikili begonviller ve zakkum ağaçları...Muhteşem görüntülerdi...


Başka bir dünyaya adım atıyor idik… Henüz İstanbul ve kargaşanın içinden… Kaya köy ve etkinliklerine… Görünmeyen bir düşünceler tüneli içindeyim… Eğilerek tünelden geçiyor…

Gemiler adasına ve Taaa! Uzaklarda… Ölü denize… Baba Dağına uzanıveriyorum… Tüm gördüklerimi… Kucağıma almak bağrıma basmak istiyorum…

Seyir alanı olarak keşfettiğimiz yerde Gemiler adası ve alabildiğince manzara bizleri oldukça etkiledi…

Gemiler Koyundayız… Buradan botla Gemiler adasına geçtik… Nezihe, Maşallah Tam Kaya Köylü olmuş… Her tarafta ilgiyle karşılanıyoruz.


 Gemiler adasını gezmeden Gölgelik altında biraz dinlendik… Gözlerimizle… Etrafı inceliyor uyum sağlamaya çalışıyoruz…

Daha doğrusu… Auraları dengeliyoruz… Hava ısısı çok iyi, serin, Kalabalık değil… Hatta bizden başka… Grup yok diyebilirim… Çünkü böyle alanlarda Sıcak ve kalabalık çekilmiyor…


Gemiler adasında bir süre dinlenmek iyi geldi… Doğa Ananın enerji ışınları artık üzerimize yansıyordu… Artık Tatilin havasına girmiştik…


Adım attığımız “GEMİLER ADASI” MS:6-7 yy. dönemi yansıtan Özellikle kilise gibi eserler var… Milattan Öncesi olmaz olur mu? Elimizde kaynak olmayınca dünya tarihinin sadece Roma tarihi ile başlayıp sona erdiğini sanıyoruz… Romanın İkiye bölünmesi ve Bizans deyip duruyoruz…

Antik çağda da denizcilerin uğrak noktası olan ada… Bizans’ın Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinden sonra… Kudüs’e yolculuk yapan gemilerin uğrak noktası olmuş… Depremler… Çıkan yangınlar ve Arap Emevi baskınları ile bugünkü halini aldığı orta çağ denizcileri tarafından yazılmış…

Adanın hoşumuza giden her yerinde fotoğraflar çekiliyor… Çeşitli pozlar veriliyor… En sevdiğimiz… Kollar yukarıda yanlara açık… Max… Duruşu…

Ancak… Kondisyon ve denge belirleyici…Aslında bir “yoga asanası” olan… Tek ayak üzerinde kollar yanda duruş da “mikemmelll” oluyordu…

Gemiler adasından KAYA KÖY KAMPINA AİT SANAT ESERİ SERVİSLE seyahatimiz ayrı bir keyifti… Araç tam bir sanat eseri… Tek kaset çalabiliyor.

 Çalınca kimse yerinde duramıyor… On yıldır da içinde kalan “ATHENA KASETİ” yerinden çıkartılamıyor muş?


Kasetçalar bile ayrı bir hava vermiş… Önemli olan sıradan olmayışı…
Sanat Kampındayız… Akşama hazırlık yapılacak… Gülay’la birlikte eşya hazırlama derdi olmadığı için bahçeye “dut ağacına “ dalından karadut yemeye…Doğal olarak bizden önce dut ağaçlarının altındakilerle de karşılaştık... Akşam yemeği tek kelime ile dalından kopartılan sebzeler, sızma zeytinyağıyla yapılmış yemeklerden oluşmuştu… Ete rağbet yoktu…

Ali Gürbüz… Osman ve Aysun… Gruba Karadeniz aşısı yapmaya başladı… Biz ki Karadeniz oyunu ile alakası olmayanlardandık… Karadeniz Türküleri… Volkan Konak, Kazım Koyuncu dinler… Horon çeker olduk…

Eğlence çok iyi idi… Halaylar… Araya Ankara bir de Adana havası katıldı… Gece keyifle… Sona ermişti…

Ancak… Ben ve Gülay saat 0200 ye kadar valiz yolu bekledik… Ve saat 0230 da valize kavuştuk…

Artık mayolar gelmişti yarın ki… Fethiye koylarında ki Yat gezisine hazırdık…
Doğrusu...Usumda iz bırakmış ki... Sanat Kampının "Sanasal değeri olan miübüsünde ki "Güngörle birlikte ortaya koyduğumuz...Sanatsal poz...gözümün önüne geliverdi...

Bir sonra ki… Yazım…
ANADOLU DAĞCILIKLA LİKYA YOLU YÜRÜYÜŞÜ


MEHMET YÜCEBİLGİÇ

İSTANBUL-2010-MAYIS

17 Ekim 2007

TÜRKUAZI FETHİYE'DE YAKALAMAK

Mavi desem mavi değil, yeşil desem yeşil değil ama hem mavi hem yeşilin cümbüş çaldığı adını Türk’ten alan Türkuaz renginin ruhu beslediği yer… FETHİYE



Sonbaharın ekin renkli oğlu Ekim’de; Hüseyin Beyin Başkanlığındaki, Ayakizleri Doğa Etkinlikleri Grubuyla, İstanbul’dan Fethiye’ye yolculuğumuz esnasında doğa tutkunlarının usunda neler… Vardı… Neler! Bu düşünceleri söze ve haftalar önce Kemal Bey gibi yazıya döken de vardı, benim gibi rüyasını sadece eşiyle paylaşanların sayısı da sanırım az değildi.Ya! Doğa tutkunlarının yanlarında normal tatil anlayışıyla getirdikleri misafirlerin uslarında uçuşanlar neler idi? Uslarda neler mi? Uçuşuyordu! İsterseniz öncelikle olağan tatil düşüncesindekilerin; (bir zamanlar benim de uyguladığım ve tutsağı olduğum gibi) usunda kilerini anlatmaya başlayayım: 3015 metre yüksekliğindeki Ak dağlarının eteklerindeki; Tlos Antik kenti yakınlarındaki Yaka köyünde, yeşillikler içindeki motelde gün ışığı ile uyanmak, sabahın hafif iç ürperten Ekim’in serinliğini içinde ve tüm bedeninde hissetmek varken… Saat onbir, on ikiye doğru gerinerek, gözleri şişmiş bir halde uyanmak, açık büfedeki kahvaltılıklarla yapılan kahvaltı sonrası kahve ve sigara keyfiyle güne başlamak. Havuz başında ürpererek yüzeyim mi? Yoksa mahmurlaşan bedeni şezlonglar üstünde biraz dinlendireyim mi?

Düşünceler ikircikliğinde bir süre ne yapacağına karar veremeden, güneşin de etkisiyle şekerlemeye dalmak, mide gurultularıyla uyanmak, öğleden sonra brunch türü bir yemek faslı ile biraz daha uyku… Sonra biraz güneşin sıcağından, rüzgârın soğuğundan, dere tepenin bedeni incitmeyecek ören yerlerini dolaşmak, ince belli kadehlerle içilen içki akşam yemeği ve uyku… Ya! Sıra dışı tatil anlayışı içinde olup da Likya yolu yürüyüşü, Yamaç paraşütü ve tekne gezisi yapmak isteyen Doğa tutkunlarının uslarındakiler: Bunların da ortak düşünceleri, doğanın ritmine ayak uydurma olmakla birlikte; adını Türk’ten alan yeşilin maviye çaldığı türkuaz renkli Fethiye’ye kuşbakışı bakan 1969 metrelik Baba Dağından yamaç paraşütü ile atlayış yapmak. O inanılması güç türkuaz renginin içine dalmak, kana kana içmek, her bir zerresini bedenin en ücra hücrelerine göndermek, diyaframın akciğerlere uyguladığı en az üç jiglik basıncı hissettiğinde,ne yapacağını bilmezliğini; bağırışlarıyla gizleme telaş ve şaşkınlığı içinde iken: Bu güzellikler içinde dans ederken, beni içimden vurmaya çalışan hain kim? Diye düşüncelere dalmak ve de hemen uyanmak, kendine gelmek… Kendini yamaç paraşütünün şefkatli kollarına zorla da olsa teslim ederek,atlayışı bir an önce de bitirme hissiyle karışık, gördüğü türkuaz cümbüşünü bir daha göremeyeceği endişesiyle aceleyle etrafı gözlemleme isteğinin çarpıştığı düşünce yumağı içinden sıyrılmak istemek… (atlayış;Buket Erdoğmuş)
Korku, heyecan, keyif, sakinlik ve anlatılamayacak kişiye özgü düşünceler sarmalında yüzmek… Peki ya… En az dört bin yıllık patikalarda “Likya yolu yürüyüşüne” katılarak; 1969 metrelik Baba Dağlarının yamaçlarında çiseleyen yağmur altında yürüme coşkulu isteğinin, ortaya çıkacak gökkuşağının altından geçip de cinsiyetimi değiştiririm korkusuna dönüşmesini düşünüp; irkilerek, ben bu gökkuşağından nasıl kurtulurum diye adımları sıklaştırmak... Kelebekler vadisini tepeden görüp de bedenindeki tüm tüylerinin isyan ederek ayaklanmasını yaşamak. Kalbin bu isyana kendi ritminin dışında cevap vermesiyle daha da akıl almaz duygu ve düşüncelere kendini kaptırmak… Terleriyle ıpıslak olmuş giysilerle birlikte türkuazın bin bir hallerini yaşadığı, mavinin yeşil, yeşilin mavi olduğu: Kıyı hattı tamamen çam ağaçlarıyla bezenmiş 1478 metre yüksekliğindeki Elmacık Dağının adeta kollarıyla sarmaladığı Kabak Koyunun sularına bırakma… O iyotla, balık yumurtalarının kokularının karıştığı, zaman zaman da esen rüzgârın getirdiği kekik ve Bozlağan çalısı kokularını içine çekmeyi, hissedilmemiş hisleri, denenmemiş “asana”ları keşfetmeyi deney imlemeyi düşünmek… Sizi usunuzda Elmacık dağının zirvesinde “nirvana”ya çıkartacak, duygu yoğunluğunu yaşamak… Kabak koyundan Elmacık Dağı yamaçlarında ki antik patikalardan yukarı doğru çıkarken zaman zaman size mola ver! Bana bak! Diyen batmaya yüz tutmuş güneş ve sanki onun tınılarını bir Balalayka gibi tellerinde titreştiren Kabak koyunun kıpra şan denizi. Size çok yoruldunuz biraz da bizim çardaklarda dinlenin diyen köylüler, getirdikleri ayranı yudumlarken, deniz kanatlarınızın altında… Dalıp gidersiniz tamamı 509 kilometre olan Likya yolunun yürüyemediğiniz parkurlarını yürümek için içinizde ki ateş tutuşmaya başlar….Orada ön kararı verirsiniz… 2008 yılında Fethiye-Ovacık, Phellos-Kaş arasındaki 187 kilometrelik yolu yürümeye… Geri kalanların uslarında ise; Ölü denizde tekne gezisi yaparak,Kelebekler vadisini ve kumsalını, adalardaki antik kalıntıları görüp, türkuaz renkli denizinde yüzmek idi…Ayak izleriyle yaptığımız bu gezide esas vurgulamak istediğim şey; yıllardır değiştiremediğimiz “eskimiş köhnemiş alışkanlıkların” nasıl değiştirildiği idi… Alışkanlıklar deyince aklıma ünlü şair” Pablo Neruda”nın bir şiiri geldi............ “Yavaş yavaş ölürler Seyahat etmeyenler, Yavaş yavaş ölürler okumayanlar, Müzik dinlemeyenler, Vicdanlarında hoş görmeyi barındıramayanlar. ............ Yavaş yavaş ölürler Alışkanlıklarına esir olanlar, Her gün aynı yolları yürüyenler, Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler, Elbiselerinin rengini değistirme riskine bile girmeyenler, veya bir yabancı ile konuşmayanlar,” ............

Yıllarca şayet olanağımız olursa uyguladığımız tatil konseptimiz,özellikle benim; “uyku&yemek&biraz da hareket “sarmalında tembellik yapmak idi.İzmir’de başladığımız Doğa yürüyüşü etkinlikleriyle birlikte eski alışkanlıklarımızdan sıyrılma ve kendimizi doğanın ritmine ayak uydurma düşüncesine kaptırdık. Bu satırları okuma zahmetinde bulunan sevgili okurlar: Unutmayın ki siz de ben ve eşim gibi;

eskimiş, köhnemiş alışkanlıklarınızdan sıyrılmış veya bu düşünceye adım atmış görünüyorsunuz.... İnanırmısınız? Fethiye’ye adım attığımız ilk günden son güne kadar Fethiye’nin şehirleşmiş merkezine girmedik limanını da görmedik... Nasıl olsa şehir merkezi herzaman görülebilir...ve de yaşanabilir idi ...

Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ EKİM2007