BÜRÜCEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BÜRÜCEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2015

ANADOLU DAĞCILIKLA BELEMEDİK-ÇAKIT VADİSİNDE DOĞA YÜRÜYÜŞÜ-TOROS TÜNELLERİNİN KEŞFİ




”Bir önceki yazımda kısa bahsettiğim: “Belemedik/Karapınar” Adana’nın 70 km kuzeyinde Torosları ikiye ayıran Çakıt vadisine saklanmış, gizemliliğini “Hacıkırı Köyü(Kıralan) ile aralarındaki 100 metreyi aşan uçurumla koruyan, ta ki Alman’ların Bağdat Demiryolu inşaası ile suskunluğunu ve gizemliliğini yitiren bu muhteşem köyün gün yüzüne çıkan öyküsünü anlatmış ve…”

27 Şubat 2013

BÜRÜCEK YAYLASI


ÇOCUKLUK  YILLARINDA; ADANA’NIN SARI SICAKLARINDAN KAÇIŞ…
                                                          ADANA TAŞ KÖPRÜ
Okullar yaz tatiline girdiğinde annemin telaşına o yaşlarda bir anlam veremezdim… Kavurucu Sarı sıcaklara yakalanmadan Adana’dan yaylaya göç telaşı başlardı… Bu telaş neleri kapsıyordu… Bunları anlatmadan önce: O günkü “YAYLA” olarak gidilen ve Adana’lıların “yayla” olarak benimsediği bir bölgeden bahsetmek isterim…
                                                                   BÜRÜCEK
1960-1970 li yıllarda torosların bağrındaki “Bürücek” yaylasında henüz elektrikler yok aydınlatma, gaz fenerleri-lux lambaları ile sağlanıyordu… Yerleşim henüz çok yaygın değildi… Yaşam koşulları ve ulaşım sınırlı idi… Bu nedenle Bürücek’te yayla evimiz olmasına rağmen yayla olarak; ulaşım kolaylığı, konut ve serin havası ile meyve ve sebzesinin bolluğu için NİĞDE’YE giderdik… Adana ve Ceyhan’lıların yoğun olarak tercih ettiği yer” Niğde” idi.”
                                                                         NİĞDE
Niğde’ye göç telaşı ve yükü doğrusu annemde idi… Tüm hazırlıkları planlayan, yapan annem idi… Eşyalar bir gün önceden “mafraç” olarak hazırlanırdı.
                                                                          NİĞDE
Mafraç neydi diye sorarsanız? Hurç diyebiliriz.  Öncelikle yataklar ve içinde diğer eşyaları kaplayacak şekilde savan ile sarılır, kalın kendirden yapılan iplerle (rahmetli dedemin kuvvetli bir şekilde gerdire gerdire bağlaması gözümün önüne geldi) bağlanırdı… Sonra sabah erken saatlerde evden, eşyaların  atlı arabaya yüklenmesi… Muhteşem bir olaydı…  

Canım anam; hazırlanan eşyaların taşınması kolay ve parça adeti az olmasına dikkat ederdi… Neden mi? Çünkü yolculuk BÜRÜCEK’E değil… NİĞDE’YE idi…
                                                               ADANA TREN İSTASYONU
Öncelikle Tek atlı araba ile Adana istasyonuna gidilir ve oradan özel olarak YAYLACILARA tahsis edilen üç vagonlu “YAYLACI TRENİNE” binilir idi… Yaylacı treni olmadığı zaman Toros Ekspresi veya Çukurova mototreni ile yolculuk yapılırdı.
                                                               YAYLACI TRENİ
Bunun için eşyaların evden tek atlı arabaya yüklenmesi, esas önemlisi ise eşyaların Adana Tren İstasyonuna getirildikten sonra ambara teslim edilmesi ve buradaki işlemlerin yapılması idi…
                                                         ÇUKUROVA MOTOTRENİ
Eşyalar teslim edildikten sonra çocuklar ve nenem, dedem ile birlikte bunların biletlerinin alınması ve “yaylacı trenine “ bindirilmesi… Hep bu işleri Sevgili annem yapardı… Şimdi aklıma geliyor da… Suratının bir gün asıldığını ve söylendiğini görmemiştim…
                                                               TOROS EKSPRESİ
Tren yolculuğu muhteşem idi…6-7 yaşlarında olmama rağmen rahatlıkla pencereden dışarı doğayı seyredebilirdim… Oysa kömürlü lokomotiflerle yolculukta kömür tozları nedeniyle bu şans yoktu… Adana’dan hareket ettikten sonra Çukurova’dan Toroslara doğru yaklaştığımızı havanın serinlemesinden ve tren lokomotifinin zorlanan çekiş sesinden anlardım…
                                            VARDA(ALMAN) KÖPRÜSÜ HACIKIRI
En heyecanlandığım yer ise Toros Dağlarında çok yüksek köprüden(Belemedik-Varda köprüsü) geçip birden bire tünellere girişimizi hiç unutamam… Tünellerden geçişteki atmosfer zaman tüneli gibiydi… Kimisi çok uzun kimisi kısa ve dip dibe…

Hatta kendimi meditasyon (derin düşünme)  imgelerine odaklanmış bir kimsenin, hareketsiz duruşu içinde hissederdim… Karanlıklar içinde zaman zaman gözümü alan aydınlık patlamalarıyla irkilip sonunda refaha ve dinliğe kavuşturan apaydınlık ve doğanın tüm güzelliği içine balıklama dalmak… İşte Belemedik tünellerinin çocukluk hallerimle bende bıraktığı şuuraltı izler böyleydi…

Sonra iki dağın arasında yemyeşil bir vadi… Elinde arkalı önlü yeşil ve kırmızı lamba bulunan ve treni karşılayan İstasyon şefinin vakur duruşu…


Apayrı bir renk katardı çocukluk günlerime… Burası benim sihirli vadim diye adlandırdığım… Belemedik/Karapınar idi…

İnanın bu tren yolculukları bende öylesine bir sevgi oluşturmuştu ki… Çocukluk yıllarımın mesleği “demiryolcu” olmak idi.

Bu bölgeden her yıl geçerken Belemedik’e olan merakım daha da artmaktaydı… Demiryolundan seçebildiğim… Binaların çokluğunun yanında bölgenin ıssızlığına anlam veremiyor? Bu iki görünümü yan yana getiremiyordum… Bu soru işareti ta ki… Mesleğim ve onu takibeden “Doğa yürüyüşü ve Dağcılığa” merakımla birlikte daha da arttı…

BELEMEDİK hakkında bir makalemi ve bu bölgede ki doğa yürüyüşü hayalimi bu yazıdan sonra yazacağım… İki paragrafla geçiştirilecek bir yer değil BELEMEDİK…

Belemedik sonrası Pozantı ve Çiftehan da ilgimi çekmiştir… Son durak ise

Niğde… Tipik Alman stili bir İstasyon binası ve istasyonun hemen doğusunda çayırlık yer alırdı…Adanalı Yaylacıların çocukları genel olarak bu bölgede toplanır… Çime bıçak saplamaca oyununu oynardık…

Bir de kavaklık da çay bahçesi, en popüler yerdi….. “İstasyon caddesi” Torbalı camiine çıkan tek ana yoldu… Hemen yanı başında ki stadyumda panayır düzenlenirdi… Çok hoşumuza giderdi, Torbalı camii kur’an kursuna gittiğimiz camii idi…
                                                              
Özellikle Yaylacı treni gelme zamanı ve hafta sonları bu cadde akıl almaz kalabalık olur, caddede gezenlerin ellerinde mısır veya güne bakan çekirdeği eksik olmazdı… Bu caddede sanki defile yapılırdı… Adanalıların giyim kuşam ve yemek kültürü ile Niğdeliler üzerine etkileşimi sanırım olmuştur…
                                                          KALEDEN NİĞDE
Adım başı mısır satıcıları vardı ama ay çiçeği daha fazlaydı… Sanki ayçiçeği çitlemeden gün geçmezdi… Kavak ağaçları ve “yeşil dere” öyle coşkulu akardı ki biz çocuklar bu dereden yardımsız geçemezdik… Yolun hemen sağ tarafında ki Lahana tarlaları dikkatimi çeken bahçelerden biriydi… Deredeki balıklar hala aklımda…

Alâeddin Cami bölgesine çocuklar yalnız başına gönderilmezdi. En güvenli bölge İstasyon çayırlığı idi…Bir de kapalı sinema “lorel hardi”(Laurel&Hardy)nin filmlerini unutamam…
                                                              ALAADDİN CAMİİ
Adana’dan hareket eden trenimiz istasyona varır varmaz… İstasyonda iner annem doğruca bizi şehir merkezinde bulunan otele götürür, kendisi ara vermeden yaz aylarını geçireceğimiz evi kiralamak için ev aramaya giderdi…

Genel olarak ikinci beden veya müzeye yakın bölgelerde otururduk… Annemler yıllardır NİĞDE’ye gittiği için Niğde’liler artık akraba gibiydik… Onlar daha çok

Ya evlerinin üst katlarını kiraya verirler kendileri alt katta otururlardı… Ya da Kayardı, Tepebağları ya da Yeşilburç gibi bağlara taşınırlar evlerini biz yaylacılara kiralarlardı…

Ev sahibimiz bizi; özellikle pazara alış verişe çıktığımızda  koruma altına alırdı… Neden mi? Çünkü Niğde’li esnaf/pazarcı Adana’lılar zengin diye bir kuruşluk elmayı beş kuruş diyebilirdi…

Bu davranış biçimi zamanla Adana’lı yaylacıların yönünü başka bölgelere yöneltmişti… Örneğin annemim tercih ettiği ve eşeksırtında gittiğimiz yayla neresi tahmin edebilir misiniz?
                           DARBOĞAZ-1960YILINDA SADECEBİR KÖY MEYDANI VARDI
Bolkar Dağlarının böğründe ki saklı cennet “DARBAZ/TARBAZ” “ DARBOĞAZ” … ve Karagöl ve Çinili gölün çocukken elinizden anneniz tarafından tutularak gezdirilmesi…
                                                                     ÇİNİLİ GÖL
 
Bu yaşımda kendi kendime sorduğum “neden böylesine sınırlarımı zorlayan bir doğa tutkusu içindeyim? Sorusunun cevabı: Annemin çocukluktan itibaren bizleri yetiştirme şeklinden (babamızın çok küçük yaşta THY larının Adana yakınlarında ki uçak kazasında vefat etmesi ve yalnız kalmasına rağmen) ve ona tutkumdan kaynaklandığını daha çok idraki içindeyim… Şimdi yıllardır edindiğim bu tutkuyu, Biricik Can yoldaşım Gülay’ıma uygulamaktayım…

KARAGÖL
Niğde’lilerin çocukluk aklımla en dikkatimi çeken özelliği okumaları ve yüksek tahsil yapmaları idi..1960 yıllarda ki okuma yazma oranı dahi çok yüksekti… Meslek olarak doktor, subay, astsubay çok idi… Bürokratları oldukça fazla idi… Bütünlemeye kalan Adanalı öğrencilere özel dersleri Niğdeli yüksekokullu gençler verirdi… Adana’lıların ilgi alanı ise daha ziyade ticaret, çiftçilik ve özellikle hali vakti yerinde olanların yaptığı şey ise bildiğiniz gibi hazırı yemek idi…

“Çocukluk aklımla” bu özellikleri çok dikkatimi çekerdi… Hatta Kayseri’ye transit giden yolcu otobüsleri, kamyonlar tren istasyonunun hemen arkasından geçen ana asfalt yoldan geçer ve burada mola verirlerdi. Çocuk Satıcıların yolculara bir şey satmak için koşuşturmaları özellikle sattıkları pide, Niğde gazozu çok dikkatimi çekerdi…

Sonunda bu satıcı çocukların girişimci koşuşturmaları beni de özendirdi… Ve anneme ben de “sakız ve çikolata” satmak istiyorum dediğimde… Önce biraz

Durakladı ama isteğim karşısında fazla da karşı koymadı… Ama bu isteğimi sonra ki yıllar gerçekleştirebildim… Keza o zamanlar meşhur olan kent ve mabel çikletleri ve ülker çikolataları Niğde’de paketle toptan satan bir dükkan bulamadım…

Ancak Adana’dan Melekgirmezde paketler halinde toptan fiyatına alabilmiştim… Ondan sonra lakabım… “Sakızcı Mehmet” olmuştu… Çünkü herkesin bir lakabı vardı… Ceyhanlı Mehmet, Kasap Mehmet, Memicilerin Mehmet, Uzun Mehmet vb.
Hatta çiklet ve çikolatalardan paketler halinde Niğde’ye getirip bakkallara da sattığım olmuştu… Benim için en eğlenceli  satış yapılan yer meşhur çayırlık idi… Ticaret oldukça hoşuma gitmeye başlamıştı… Ancak istasyonda tren geldiği zaman tren yolcuları tam da tren hareket ettiğinde çiklet veya çikolata isteyip de parasını vermedikleri zaman: İnanın; elinde ki sakız tablası ile birlikte trene koşarak yetişir ve binerdim… BOR’a kadar adamı takip edip parayı alır diğer trenle Niğde’ye dönerdim…
 
 
 
                                                                      KALEDEN NİĞDE
Yıllar sonra bu bahsettiğim çocuk satıcılardan Niğde’li iki arkadaşımla yollarımız aynı meslekte kesişmesi benim için ayrı bir mutluluk olmuştu.,,

Adana’nın sarı sıcaklarından kaçış için can anamın, verdiği uğraşılar bir yerde bende sınırları zorlayan doğa ve gezginlik ruhunu aşılarken diğer taraftan hayatın yaşamaya değer ancak “mücadelesiz ve zorluk çekilmeden” kazanılan paranın ve yürünen yolun keyifli olmayacağını öğretmişti…

Ruhun şad olsun… Sevgili anam…
MEHMET YÜCEBİLGİÇ
ŞUBAT-2013
İSTANBUL

12 Ekim 2011

TOROSLARIN BÜRÜCEK YAYLASI VE TARİHTE YAŞANANLAR...


POZANTI_BÜRÜCEK_TEKİR_GÜLEK… TARİHİ KORİDOR…


Bürücek Yaylası: Orta Toros dağlarının iki kolu, Bolkarlarla Aladağların birbirlerine Pozantı –Tekir arasında yanaştığı; Akdağ’ın yamaçlarına yamanmış, Adana’nın sarı sıcaklarından kaçan hali vakti iyi olan Adana’lıları serin bağrında konuk eden tabiat ananın coştuğu bir yayla…Bürücek yaylası…


Annemin doğa sevgisini aşıladığı yayla… Ancak Yayla derken… Adana’lılardaki yayla anlayışı, genel anlamda ki yayla anlayışından farklı, koyun, kuzu beslenip yağ, yün elde edilmiyor…Bu yaylalardan, Adana’nın sarı sıcaklarından kaçmak için yararlanılıyor…


Sevgili annemin yadigarı yayla yerimize…2003 yılında annemi kaybettikten sonra ilk kez gelebiliyorum…Adana’dan Bürücek’e doğru yolculuk esnasında… Doğal olarak annem ve çocukluğum geliyor aklıma, Göğüsgerenin otobüsü ile dört saatte yaylaya gelişimiz… Hem de iki üç kez mola verilerek…


“Gülek boğazının” darlığı içime ürperti verirdi… Ta ki Pozantıya kadar ki aman vermez virajlar…Torosların dar ve virajlı yollarına bir de otobüsün benzin kokusu karışınca hiç sormayın, otobüsün yarısı özellikle çocuklar kusmaya başlardı…


Sonra Tekir yaylası, içinden geçip Bürücek’e doğru yöneldiğimizde ; Annemle birlikte ellerimizde Tekir’deki göçerlerden aldığımız; tavuk ve horozlarla eve kadar yaya dönüşümüzü anımsadım…Hayır… Hayır anımsamadım…Tekrar yaşadım… Ya!...”Bürücek Çarşısında” ki “Kösenin oyunları ile” ateş başında kutlanan 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI etkinlikleri…Şimdi masal gibi geliyor..
Çarşıda ki,dernek yanındaki ulu çınar ağacının birbirine kaynamış dalı aynen duruyor...

Aynı şekilde çarşıdaki kahvehanenin içindeki çınar ağacının dalları da kaynamış durumda doğallığını koruyor...
Bürücek Yaylasında acaba değişiklik var mı? Doğa tahrip edilmiş mi ? Diye düşünürken yıllar önce yapamazlar, yıktırırlar dedikleri, ormanın kalbine bıçak gibi saplanmış apartmanın yapıldığını gördüm…Üzülmemek elde değil…
Neyse…Anılar zaman geçtikçe silineceğine, bende daha da belirginleşmeye başlamıştı…
Özellikle içinde “annem” olanların arınarak süzüle süzüle günümüze dek eriştiği ise başka bir gerçekti…


Çocukken dahi…Orman içinde yürürken hep tarihteki Bürücek’i ve Pozantı ile Gülek’e kadar kıvrıla kıvrıla uzanan vadiyi merak ederdim…


Sonraki yıllar… Bu merakımdan hiç birşey kaybetmedim…Yaptığım araştırmalardan bazılarını dikkatinizi çeker ümidiyle sizinle paylaşmak istedim…


M.Ö . 5 nci y.y da Amasya’lı Strabon tarafından yazılmış “Antik Anadolu Coğrafyası” kitabını okuyunca… Merakımın ne denli yerinde olduğunu da öğrenmiş oldum…


“Bölgede Kilikia Pylai : Kilikya kapıları, olarak adlandırılan “Gülek boğazı” yer almakta…

M.Ö. 2000 de Kilikya’lılar Gülek boğazındaki kayaları parçalayıp, Anadolu ile Suriye arasındaki başlıca gidiş-geliş yolunu ve geçidini açtıkları belirtilmekte.Kilikia Pylai (Gülek Boğazı) Helen dilinde Kilikya Kapıları (geçitleri) anlamındadır. (Strabon II 7,9). (1*)

M.Ö. 333’te Asya seferini yapan Makedonyalı Büyük İskender, bu dar boğazı gördükten sonra, güzel talihinden dolayı sevindiği kaynaklarda yer almakta...


Ramsay’a göre;” Gülek Boğazı”nın kaya duvarları o kadar yakındı ki 1833’te Anadolu’ya sefer yapan İbrahim Paşa toplarını geçirmek için bu kayaların bir kısmını açıncaya kadar, yüklü bir deve ancak geçebilirdi.(2*)
2000’li yıllarda ise; Otoyol yapılmadan önce 10m.genişlikte ve 85m. Uzunluğunda idi.

İlk çağlardan bugüne kadar ki geçmiş böyle iken….


Bürücek ve bölgenin tarihi ile ilgili araştırdıklarımı kısa kısa aktarmaya: Özellikle Birinci Dünya savaşı öncesi ve esnasında Adana için çok önemli olan “Kaç Kaç “ olaylarında ki Bürücek’in yeri ile…Milli Mücadelenin kazanılmasında ki etkin rolü…Sonra…Cumhuriyet döneminde ki Bürücek Yaylası ve benim hiç bilmediğim sosyal etkinlikleri…Demirtaş Ceyhun ve Metin Gören’in anılarından, devam etmek istiyorum…


Öncelikle…Birinci dünya savaşı öncesi…Bürücek yaylasına Adana’lıların nasıl göç ettiğini yaşayanların dilinden “Asım Özbilen’in yayımladığı Şahap Azmi Özçakır’ın anılarından”(3*) aynen aktarmak istiyorum…


"Develerle yolculuğu bilir misiniz siz?

Nereden bileceksiniz...

Bunlar benim anılarım, elli yıl öncesiyle ilgili.(Tahminen 1890) Develerle yolculuk, Birinci Dünya Savaşı sonuna dek süre gidiyor.

Bahar gelince, çevremiz zenginleri yayla hazırlıklarına başlarlardı. Yaylamız, Torosların göbeğindeki 'Bürücek' idi.


Yaylamız Bürücek, Adana'dan yüz kilometre uzaklıktaydı. Gülek Boğazı'nı geçince, Tekir yaylasına çıkınca Bürücek karşıda görünürdü. Yaylamızda kırk ev vardı. Büyüklü - küçüklü ve bağlı - bahçeli.
Develerle Göçe dönelim yine.

Birkaç aile, önceden anlaşarak, yolculuğa birlikte çıkarlardı. Bir de gelenek vardı: Gösteriş. Develere, ayaklarına dek uzanan ziller bağlanırdı. Başlarına da süslü başlıklar.


Baharla sıcaklar çökerdi Çukurova'nın üstüne. Yine de göç sabahın erken saatlerinde başlardı. Çan ve zil sesleriyle mahalle ayağa kalkardı. Aslında günün sıcağında yola çıkmak doğru değildi. Değildi ama, gösteriş geleneği de çiğnenemezdi ya... Mahallede bir gürültü, bir patırtı. Seyirler, helalleşmeler, uğurlamalar...


Erkekler avcı elbiselerini giyerlerdi. Süslü eğerli atlarına binerlerdi. Çifteleri, fişeklikleri omuzlarında.


Deve katarlarının önünde bir merkep bulunurdu. Öncü gibi…Yürüyüş konaklanarak devam eder. Böylece konak yerine varılır. Burası bir pınar başıdır. Gölgeliktir. Düzlüktür. Develerden inilir. Denkler çözülür. Çadırlar kurulur, ateşler yakılır. Yenilir, içilir. Gece yarısına dek istirahat edilir.


Sonra çadırlar sökülür, denkler yüklenir, ateşler söndürülür ve katar yola düzülürdü.

Böylece dört kez konaklamadan sonra, dördüncü günün sabahında yaylamıza kavuşabilirdik."



Bire bir anlatım ne ise yukarıdaki metni aynen almak istedim…Aynı düşünce ile…Birinci Dünya Savaşı esnasında Bürücek’te yaşaşananları anlatması açısından oldukça etkilendiğim bir bölümdür… Yine anlatan Merhum Şahap Azmi Özçakır’dır.


“1330 (1914) yılında İstanbul Sultanisinden (lise) mezun oldum. Yaz tatilini geçirmek üzere, memleketim Adana'ya dönerek anama, babama ve bir düzineyi bulan kardeşlerime kavuştum.


Osmanlı İmparatorluğunun siyasi ve askeri durumunda ve halk çoğunluğu arasında bir fevkaladelik görülmüyordu. Herkes işlerinde güçlerindeydi. 19 - 20 yaşlarında olan bizler ise Toroslardaki Bürücek yaylamızın çam, ladin ve çeşitli ağaçların süslediği ormanlarında, buz gibi suların fışkırdığı derelerinde, zümrüt yeşili yamaçlarında dolaşıyor, bir yandan da yüksek öğrenimimize hazırlanıyorduk.


Dünya barut fıçısı üstünde olunca yaylacıda huzur kalır mı? Aklı başında olanlar Adana'dan haberler beklemekteydi. Öyle ki, her an gözler Gülek Boğazı yönündeydi. Belki bir yolcu, belki bir haberci gelir diye...

Sıcak bir Temmuz günüydü. Biri bağırdı:

- Tekir'den bir kıratlı geliyor!..


Evlerimize koşuştuk, dedelerimizden kalma tek gözlü ve açıldığında bir metre kadar uzayan dürbünlerimizi alarak yolcuyu ormanlar arasında izlemeye koyulduk. Sonunda yolcu geldi. Kırat soluk soluğa ve kan ter içindeydi. Yolcu dediğimiz de, yaylamızdan, nüktedanlığı ile tanınmış rahmetli Arnavut Hüseyin Efendi'ydi. Atından inmesine fırsat vermeden etrafını sardık Hüseyin Efendi'nin.

Bir komutan gibi dimdik duruyordu, üzengiler üzerine ağırlığını vererek:
- Mektup falan beklemeyin benden, dedi. Sizler burada, dünya ile ilişkileri kesilmiş insanlar, haydin bakalım hepiniz Adana'ya. Umumi Seferberlik ilan edildi.


Şehirde, köylerde davullar çalıyor. 1305 (1889) doğumlulara kadar yarın, 1306 - 1310 (1890 - 1894) doğumlular da birkaç güne kadar askerlik şubelerine başvuracaklar...





Hüseyin Efendi atından indi. Aldık bir kenara, üşüştük etrafına. Yaşlılar bir tuhaftı. Biz gençlerin yüzleri gülüyordu. Seferberlik, cephe, düşman ve dövüşecektik öyleyse...


Hazırlığımız bütün gece sürdü. Azıklarımız, giyeceklerimiz ve atlarımız, hepsi, hepsi hazırdı. Şafakla ilk 53 kişilik kafilemiz hareket etti. Günlerce süren göç yolculuğumuzu bu kez bir günde tamamladık. Bütün bir tek günde. Adana'ya vardığımızda minarelerden yükselen yatsı ezanı, kutsal nağmelerini kalplerimize perçinliyordu.”(3*)
Adana ve bölge için…Unutulmaması gereken tarih; Fransızların işgal tarihi olan
“24 Aralık 1918 dir… 1918 ve 1919 yılında Ermeni mezalimi, soykırımı o denli artar ki…Adana’lı çoluk çocuk…Dört gün boyunca Toroslara kaçar… Kaçılan alanlardan biri de Bürücek Yaylasıdır…
Bu olaya tarihte “Kaç Kaç” olayı denir…(rahmetlik nenemden de çok dinlemiştim.) Bu olaydan kısa bir süre sonra…
“5 Ağustos 1920” de Ulu Önder Mustafa Kemal ve Mareşal Fevzi Çakmak; karargahı ile Pozantı’ya gelir ve “Pozantı Kongresini” yapar.


Tarihteki önemini vurguladığım… Gülek Boğazı; Fransız Komutan Menil Emir komutasındaki Ermeni taburu tarafından tutulmakta ve Türk’lerin Adana ile irtibatının kesilmesine yol açmaktaydı…Fransız Komutan Menil, Yeni teşkil olan Türk Kuvayı Milliye kuvvetlerince bozguna uğratılır ve Kar boğazı/Tekir bölgesinde esir alınır…
                                     KAR BOĞAZI-TEKİR
İşte Kuvayı Milliyenin bu başarılarından sonra Fransızlar yenilgiye uğramaya ve çekilmeye başlar ve 20 Ekim 1921 de TBMM resmen tanınmasına neden olur…(5*)


Şimdi, sırada bu kez canlı tanıklardan Futbol Dünyasının ünlü anlatıcılarından Metin Gören’in kaleme aldığı anı var: Ünlü Yazar ve Romancı Demirtaş Ceyhun…Harbiye’de okuduğum yıllarda; Adana/Bürücek’e gidemediğim zaman “Bürücek Yaylası” hakkındaki anı-yazıları ile teselli bulduğum Demirtaş Ceyhun’a ait anılar…(4*)

Bu kez, olduğu gibi değil benim ilgimi çok çeken satır başlıklarını sorular halinde yazacağım…


• “Bürecek Spor” futbol takımını hiç duydunuz mu? O zaman haberiniz olsun!


• Antrenörü…Ünlü yazar Demirtaş Ceyhun…Menajeri…Ünlü kebapçı Çolak Bayram usta…


• Farklı skorla…Yendikleri Takımın adı? Pozantı Spor…Hem de Pozantı’da.


• İki kamyon dolusu Bürücek’li taraftarla…Tam bir saatte varmışlar…Bürücekten Pozantıya…


• Bürücek Spor Futbolcularını kendine getirmek için…Demirtaş Ceyhun’un ürettiği slogan ne idi?


• BÜ-BÜ-BÜ-RÜ-RÜ-RÜ-CEK-CEK-CEK…


• BÜRÜCEK-BÜRÜCEK-BÜRÜCEK…

 
İnsan belirli bir erginliğe ulaşınca… Özellikle sanallaşan ve gittikçe soyutlaşan günümüzde, insani duygularının ne kadarını koruyabildiğini veya seviyesini ölçebilmek için; doğallığın bozulmadığı ve kendi ruhunun derinliklerine inebileceği yerlere ihtiyaç duyar… Bürücek Yaylası işte böyle bir yer…


Uzun yıllardır Bürücek Yaylası ve tarihteki yeri hakkında merak ettiklerimi sizlerle de paylaşmak istedim… İçimde ki his “iyi ki “ paylaştım… Diyor…


Son söz olarak; Bürücek Yaylası; benim için; Sevgili annem tarafından ilk doğa sevgisi ve tutkusu dersinin verildiği yer olarak aklımdadır…


Tüm Bürücek güzelliklerini yaşayıp ruhları hala Bürücek üzerinde dolaşanların…Ruhu şad olsun…


Mehmet YÜCEBİLGİÇ


2011 EYLÜL 23/24 BÜRÜCEK




Faydalandığım Kaynaklar:


(1*)Antik Anadolu Coğrafyası: Yazan Strabon M.Ö. 5 nci yüzyıl


(2*)Şahin Özkan (Gülek Boğazı -Gülek Yazıtı - Gülek Efsanesi - Araştırmacı Yazar )


(3*)Asım Özbilen’in yayımladığı Şahap Azmi Özçakır’ın Harp Anıları”


(4*)Metin Gören; Yazar , Bütün Dünya Dergisi


(5*)Türk İstiklal Harbi Tarihi: Türk Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları.