TARAKLI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TARAKLI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Aralık 2008

TARAKLI-GÖYNÜK-ÇUBUK GÖLÜNDE YAŞADIKLARIMIZ

İLKE:
İLKELERİN OLACAK,
SENİ SATIN ALAMAYACAKLAR,
APTALLARIN UYDURDUĞU ATASÖZLERİNE İNANMAYACAKSIN.
PARANIN SATIN ALAMAYACAĞI YOKTUR.
HERKESİN BİR FİYATI VARDIR GİBİ SÖZLERE KANMAYACAKSIN.
ONURUNLA KİMLİĞİNLE VE BEYNİNLE AKILLI YAŞAYACAKSIN.
ÜRETECEKSİN, SEVECEKSİN, SEVİLECEKSİN.
İNANÇLARIN ARKASINDA DURACAKSIN,
SEVGİLERİN KARŞILIKSIZ, YARDIMLARIN GİZLİ OLACAK…
SENİ ATTAN OTTAN AYIRAN ÖZELLİĞİN FARKINA VARACAKSIN.
ÇÜNKÜ… SEN İNSANSIN…
VE… BUNU YAKALADIĞIN GÜN…
BEMBEYAZ YAŞAYACAKSIN…


TARAKLI’DA TURUNCAN'IN ANISINA
(RUHUN ŞAD OLSUN TURUNCAN…) Eşimle birlikte, öyle bir günün başlangıcındayız ki; kendimizi bir cam, hayır hayır kardan yapılmış fanusun içinde; tüm kötü niyetli girişim ve düşüncelerden uzakta ancak yaşadığımız hüzün, sevinç ve mutluluk ve keyfin sarmalında hissediyoruz…
Henüz hafta sonunun öylesine etkisindeyiz ki bedenimiz… İstanbul’da ruhumuz… Taraklı, Göynük ve Karlar altında donmuş Çubuk gölünde geçirdiğimiz birçok etkinliklerin etkisi altında.
Ayakizleri’nin yufka yürekli, yardım sever, tonton Başkanı; Hüseyin Beyin planı doğal olarak öncelikle “yaşının baharında iken 2006 yılında elim bir trafik kazası sonucu, Ayakizleri’nden ve bu yaşamdan ayrılan ve doğanın enginliklerinde bizleri gözlemleyebilen “ TURUNCAN” kızımızın adına Taraklıda Yatılı Bölge Okulunun içinde yaptırılan kütüphane ve fen dershanesini görmek ve okul müdürü Selahattin bey ile görüşerek karşılayabileceğimiz ihtiyaçlarını tespit etmek idi…
Sonrası… İsterseniz anlatmaya başlayalım…
İstanbul’dan erken saatlerde ayrılış; Lojistik merkezimiz Ali Fuat Paşa Kasabasına kadar deliksiz bir uyku ile yolculuğumuz devam etti…
Burada alış verişler yapıldıktan sonra ver elini Taraklı… Sol yanımızda Pamukova beyaz örtüsünü giymeye hazırlanıyor… 1550 metrelerden KILIÇKAYA sanki bizleri görebilmek için yüzünü kapatan bulutları sol eli ile sağ yana itiveriyor… Selamlaşıyor… Ve yolumuza merakla devam ediyoruz… Ne merakı bu yolda ve etkinliklerimizi etkileyecek kar olacak mı? Merakı…?
Taraklıya yaklaşmadan Hüseyin Bey Akşam banyosuna gireceğimiz kaplıca sahibi ile son koordinasyonu yapıyor…Ama bu arada NALAN(Arzu) Hanımla eşinin köpek sevgisini görüntülemeden
edemedik...
Gülay’ın tavşanlarla sohbeti pek görülmeye değer idi…
Taraklı’da bir grubumuzun yerleşeceği ÇAKIRLAR KONAĞINA adım attığımızda ustalarımızla öylesine gurur duyduk ki yüz yıllar önceki anı bize yaşatıyorlardı…
Taraklı Belediye Başkanı ve emeği geçenleri kutluyoruz…
Birinci grup yerleştikten, konak keşfedildikten sonra bu kez diğer grubun yerleşeceği İrfan Beyin özenle yaptırdığı diğer modern konağa gidiyoruz…
Bu mekânla birlikte lokantasına girdiğimizde gözlerimize inanamadık… Bu kadar güzel döşenmiş ve tertemiz bir mutfak ve yemek salonu… Yemekte ne vardı? Kuru fasulye, pilav ve Arnavut ciğeri… Hepimize de yetti… Bu arada personelin hatta patronunun güler yüzü ve misafirperverliğine tam on numara verdik…
Buradan Taraklı Yatılı Bölge Okuluna hareket ettik fedakâr müdür Selahattin Bey bizleri karşıladı…
Kütüphaneye girdiğimizde “TURUNCAN KAZAZOĞLU” isminin yazılı olduğu onurluk (plaket) ve kahkaha atan fotoğrafını gördüğümde eşimle birlikte göz göze geldik… Göz pınarlarımızın yaşardığını hissediyor bir yandan da daha da gözyaşlarına boğulmamak için (özellikle hemen arkamızda duran ablası ve eniştesinden sakınarak…) kendimize zor da olsa sahip olmaya çalışıyorduk…
Hüseyin Bey; kütüphane öyküsünü ve Turuncan’ı gruba anlatırken; kendi kendime: Bu kütüphane içinde; eşimle birlikte bulunma amacımız nedir diye sordum?
Kendiliğinden biraz sonra yazacağım düşüncelerim usumda beliriverdi: Siz okurları meraklandırmayayım…
Ayakizleri’nin kurucusu ve başkanı Hüseyin Beyin (doğal olarak Serpil hanımın desteği ile); doğa yürüyüşleri etkinliklerini düzenlemeleri yanında, Doğanın en ücra köşelerindeki kız çocuklarına kucak açıp onları üniversite düzeyinde okutmaları ve destek olmalarına vesile olmaları, köylerde evleri yanan köylüler dâhil olmak üzere, muhtaçlara ve çocuklara yardımları organize etmeleri…
Öğrenci okutma ve annelik yapma konusunda onlara her türlü desteği sağlayan Beyza Hanımın adını unutursam ayıp olur… İşte her şeyin maddiyatçılık olduğu ve kişisel menfaatler için ne tür ahlaksızlık ve çıkarcılık yapıldığı günümüzde; doğallığın ve doğal ortamda belki de ruhen aklanmanın, paylaşmanın ve vefanın en güzel örneklerinin sergilendiği için ve bu felsefeye katkıda bulunmak için idi…
Eşimle birlikte; tekrar kütüphane içindeki bir kitabın arka sayfasındaki fotoğraf dikkatimizi çekiyor… Ve tekrar yüreğimizin koşturması sıklaşıyor… Okul dışına çıktığımızda tüm Ayakizleri’nin yüzlerinde hüzün ama asil bir görevi yerine getirmenin de huzuru ve sakinliği vardı… Ruhun şad olsun mekânın cennet olsun…”TURUNCAN” …
İnanıyorum ki… Ayakizleri… Bugün olduğu gibi… Emeği geçen doğa tutkunlarından hiç biri olmasa dahi senin anını “AYAKİZLERİ” adına yaşatacaklarından hiçbir kuşkumuz yok…
Yazımıza burada ara vermek istiyoruz…İkinci bölümde buluşmak dileğiyle….
Gülay&Mehmet
27/28 ARALIK 2008
İSTANBUL

25 Nisan 2008

TUZLA-KARAGÖL-BELENGERME-BELPINAR KÖYÜ YÜRÜYÜŞÜ

HAYAT

...
Kimseye hak etmediğinden fazla değer verme,
Yoksa değersiz olan hep sen olursun
...
Düşün
...
Kim üzebilir seni senden başka?
Kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
Kim yıkar, yıpratır sen izin vermezsen?
Kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
Her şey sende başlar, sende biter,
...
Yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini
...
Ya çare
Sizsiniz ya da çaresizsiniz

Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime.
Sonra dedim ki söz ver kendine.
Denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı biliyorsan düşmeyi de bileceksin,
...
...
NIETSZCHE

DOĞANIN BAĞRINDA BAHAR TEMİZLİĞİ
Gülay’la birlikte, bu hafta sonu öylesine Baharla kucaklaştık ki, usumuzdaki düşüncelerin hangisinden başlayacağımıza karar vermekte güçlük çektik… Öyleyse düşüncelerimizi ayrı ayrı aktaralım dedik…
Gözümün önünde; kare kare fotoğraf makinanım kadrajındaki doğanın yansımaları, kulağımda; Karaçay vadisinin derinliklerinden gelen gürül gürül çağlayan “Kara Çay”ın coşkulu sesi… Keklik gibi seken hiçbir kareyi atlatmak istemeyen sevgili Gülay’ın, Mehmet deyişleri…
Düşme sonucu, parmağım kırıldıktan sonra iyileşme dönemini öylesine iple çektim ki anlatamam… Kuşkusuz tam da iyileşmedi ama…
Bu süreçte, yine bu köşede anlattıklarımı okuyanlardan… Öylesine içlerinin seslerini yansıtan, geçmiş olsun dileklerini belirten elektronik postalar aldım ki anlatamam… Hepsine teşekkür ediyorum…
Seksene yakın “Ayakizleri” doğa tutkunu… 20 Nisan 2008 günü tam üç midibüsle Belpınar Köyü yollarındayız… İzmit’e varmadan verilen küçük bir molayı, grubumuzun lojistik Destek Merkezi Ali Fuat Paşa’da büyük mola takip etti…
Sakarya Nehrinin coşkulu akışı bizlerin üzerindeki yol mahmurluğunu da alıveriyordu… Nehir kıyısındaki çay bahçesi Ayakizleri ile dolu verdi… Tarihi köprüye ve sabah güneşinin Sakarya nehri üzerindeki renk cümbüşünü seyrede seyrede çaylarımızı yudumladık… Gruba yeni katılanlarla dostluk kurulurken uzun zamandır görüşemediğimiz dostlarımızla hasretlik giderdik…
Güneşin sabahın bu erken saatindeki, sarı sıcağı yapılacak yürüyüşün zorlu geçeceğini düşündürüyorsa da daha çok “lay lay lom” türü bir yürüyüş planlandığı için pek üzerinde durmadık…
Ama bir gün önceden Gülay’la, ilk etkili güneşli bir yürüyüşümüz olacağı için sabah yüzümüze güneş kremi sürmeyi ve uzun kollu tişört giymeyi ihmal etmedik…
Tadına doyulmayan çay keyfinden sonra Kapı Orman Dağlarında kıvrıla kıvrıla yol almaya başladık… Taraklı ilçesinin, Tuzla Köyüne vardığımızda bindiğimiz Atilla kaptanın midibüsü makaslar kırıldığı için daha ileri gidemedi… Bu köyde köylülerle yarenlik yapıp, çocuklara hediyeleri verildikten sonra Kara Göle bir grupla yürüyüşe başladık, diğer grup da sağlam araçlarla yola koyuldular…
Yokuş yukarı yürümeye başladık ama bu nasıl sıcaktır… Arkamızda Hüseyin Beyi traktörle gelirken gördük yoldakilerden isteyenleri toplayarak ilerliyor… Baktım Gülay traktöre binmiş ben durur muyum?
Doğruca traktörün tepesindeyim… O tozlu topraklı böbreklerdeki tüm taşları döken yolculuk var ya öylesine keyifliydi ki videoda izlemeye değer sanırım…
Kara Göl Yaylası çam ağaçları ile bezenmiş yamaçlarına geldiğimiz de mola veren büyük grupla karşılaştık ve molaya katıldık.
Yürüyerek gelenleri çam ağaçlarının serin gölgesinde bekledik, bu anı fotoğraf çekmeden değerlendirmemek olur mu? Doğa her yanının fotoğraflanmasını ister bir halde… Biz de bu isteğe uyuyoruz…
Mola bitip yürüyüşe başladığımızda Kara Göl yemyeşil çayırlar içinde tepelikleri çamlarla kaplı… Yaylacılar henüz yok… Az ilerde koyunlar kuzular meleşiyor… Bir de ne göreyim çocuklar sürünün peşinde koşturuyorlar, içlerindeki kuzuları yakalayıp sevecekler sandım… Ama bunlar bizim Ayakizleri’nden “içlerindeki çocukları” tutmak isteyen bir türlü tutamayan Emrah Ateş ve Sevgili nişanlısı ve Torosların kızı “İlayda”…
Derecikleri atlaya zıplaya geçiyoruz… Karşımızda köknar ve diğer çam türlerinin ve kayın ağaçlarının bol olduğu bir orman ve burada öğle yemeği molası verildi…
Yemek helva ekmek en önemlisi Sevcan'ın yaptığı kısır… Güne damgasını vurmuştu… Mola sonrası Belengerme Boyun bölgesine kadar adeta çimler üzerinde yürüdük… Sanki tartan bir pist… Rengârenk çiçekler… Bizim coşkumuza coşku katan… Ya o sevimli kuşların hiç tükenmeyen melodileri…
Belengerme’deyiz kışın karlarla kaplı bu bölgede yine mola vermiştik… Bu kez doğal çayırlar üzerine Gök tepeye karşı öylesine serildik ki…
Neye benzetilirse benzetilsin veya ne tür haşerat olursa olsun üzerlerinde… Umurumuzda değil…
Ruh ve bedenimiz; yemyeşil doğanın bağrında “bahar temizliği” yapıyordu… Adeta arınıyorduk…
Usumum kovuklarında beni rahatsız eden o guguk kuşu gibi kafasını uzatan “takıntılardan” öylesine uzaktayım ki… Beni rahatsız edecek hiçbir düşünce kırıntısına yer yok… Hiç birine yer yok yemyeşil deryada…
Doğa, tüm gücünü öylesine sımsıkı elinde tutarak kulaklarımıza fısıldıyor ki…
Zihninizde ki engelleri temizleyin, bundan böyle: Kaygılara, korkuya, acıya, sizi sizden alıp da karamsarlık ülkelerine götürecek tüm düşüncenizi bu çayırlıklara dökün ben onları yağdıracağım yağmurlarla derelerden, çaylardan aşağılara süpüreceğim…
Onların yerine “bedenimden” sevgi, hoşgörü, kucaklaşma, paylaşma, gülücükler alın… Bedenlerinize yerleştirin ve gülücükleri çevrenize saçın, belki farkına varıp da bu gülücüklerden yararlanan olur… Der gibiydi…
Ayakizleri “BELENGERME” bayırlarından öylesine KARAÇAY VADİSİNE akıyordu ki… Vadi boyu kulaklarımdaki, çayın gürül gürül su ve çam ağaçlarının üzerlerinde şakıyan bülbül sesleri hala çınlıyor… Yeşilin tuvallerde bulunmayan tonlarını kaçırmayayım diye nasıl da koşuşturuyor… Sevgili Gülay…
Belpınar köyüne yaklaşıyoruz… Tarlalarda hafta sonu tatiline aldırmadan çalışan köylüler, tarlalarda hayvanlarını otlatan kadınlar, ormandan katırlarına odunlarını yüklemiş yanımızdan selamlaşarak geçen gençler…
Çitlere dayanmış bizlere uğurlar olsun dercesine başlarını sallayan katırlar…
Küçük bir derecik geçilecek; Ali Çelik yeni yürüyenlere de öncülük olsun diye ilk önce o geçmeye yeltendi… Aman Allahım! Basar basmaz bacağının hepsi bataklığa gömüldü kıpırdadıkça gömülüyor… Selim koşturarak hareket etmemesini söyledi ve kendisini çekerek çıkardı… Bereket kırık çıkık yoktu…
Lay lay lom da olsa yürüyüşten dikkatinizi ayırdığınız zaman hiç af yok…
“Doğa kendisinden başka hiçbir şeyin düşünülmesini istemiyor… Tek odaklanacak düşünce o da “doğa”…
Yürüyüşümüze zaman zaman bahar dalları eşlik ediyor… Elmalar, kirazlar, erikler çiçeklerle dop dolu…
Köye giriyoruz… Okulda çocuklara hediye dağıtılıyor… Ortalık cıvıl cıvıl Köy Muhtarı ve eşi Ayşe Hanım Ayakizlerine neler hazırlamamışlar ki… Barbunya, tarhana çorbası, yaprak dolması, revani, köy ekmeği, pilav, köy yoğurdu… Grup bayanlarının yaptığı salata…
Kahvehanenin önünde mangallar yanıyor… Sucuk kızartılacak… Ziyafet olağanüstü…
Köyde yanan evin sahibine katkı olsun diye, temin edilen para da Hüseyin Bey tarafından verildi…
Yemek sonrası; köy çocuklarıyla oynanan oyunlar… Tek kale maçlar dahi… Gülay’la birlikte daha önce ekmek yaparken kısa filmini çektiğimiz köylülerle yarenlik yapmak da eksik kalmadı… Tüm bunlar… Köye renk katmıştı… Neşelenmişti… Köydeki tüm çocukların yüzleri gibi “AYAKİZLERİ’NİN de…
Atilla Bey aracını onarıp gelince noksanlığımız da kalmamıştı. Artık yol alma zamanı gelmişti…
Üç araç, dağların dar ve dönemeçli yollarında döne döne aşağı vadi tabanına doğru alçalıyor… Bundan sonrasını bakalım Gülay nasıl anlatacak...
Arabada; fıkralar, şarkılar, türküler; başrolde İlayda ve ona eşlik eden arkadaşlar olmak üzere kırıla gitti… O kadar neşeli ve ahenkli bir şekilde dönüyorduk ki midibüs durunca Ali Fuat Paşa’ ya geldiğimizi anladık…
Hemen yine Sakarya Nehrinin kıyısındaki kahvehaneye oturduk ve sohbetler, gelsin çaylar, espriler, kahkahalar derken yine vakit nasıl geçti anlamadık… Zaten akan nehrin sesi harika, insan oradan hiç kalkmak istemiyor… Ama yolcu yolunda gerek dedik, tekrar toparlandık arabalara bindik eğlenceye devam… İzmit yakınlarında bir benzinlikte mola verene kadar iyi idik… Mola sonrası herkese bir ağırlık çöktü zaman zaman şekerlemeler yaparak ara ara konuşarak derken İstanbul‘a geldik.
Artık vedalaşma zamanı gelmişti… Atilla Bey, sabah topladığı gibi sırasıyla bindiğimiz yerlere bıraktı ve evlerimize döndük.
Çok mutluyduk, günümüz çok güzel geçmişti, ilk işimiz makinadaki fotoğrafları bilgisayara yükleyip bakmak oldu ve baktıkça tekrar günü baştan yaşamış gibi olduk ve hala bu gün bile Mehmet’le konuşuyor arkadaşlarımızın kulaklarını çınlatıyor, hatırladığımız bazı şeylere gülüyor ve yazıyoruz… İyi ki gitmişiz, yeni arkadaşlarla tanıştık, önceden tanıdığımız arkadaşları özlemiştik onlarla da hasret giderdik dolu dolu yaşadık darısı bir daha ki sefere.
Hayat yaşanmaya değer yeter ki yaşamayı bilelim, beklemeden sevelim elbette bizimde sevenimiz olur…
Sağlıklı, mutlu, neşeli, canlı hayat dolu insanlar olarak yaşayalım.
Mehmet ve ben doğanın tadını çıkaralım diyoruz ne dersiniz? Bunu sizlerle paylaşmak çok hoş…

Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ