21 Nisan 2010

YENİ YÜZLER VE ALGI AÇIKLIĞI ÜZERİNE...

KUŞKULARIMIZ HEP İSTİSMAR EDİLMEK ÜZERİNEDİR.
Bugün; yazmak istediğim…2010 yılının Ocak-Nisan aylarında, Gülay’la birlikte katıldığımız Ayakizleri Doğa Yürüyüş Grubu, Anadolu Dağcılık ve Rota Doğa tutkunlarının düzenledikleri üç farklı “Kış ve Bahar etkinliğinin” üzerimizdeki psikolojik etkileri ve “hayata dair” düşünceler ile aşağıda ana fikirlerini yazacağım iki yazarın yeni romanlarındaki düşünceleri ile nedenli örtüştüğü üzerinedir.
Beni etkileyen… Hemen hemen tüm erişkinlerin büyük bir bölümünün de etkilendiğini düşündüğüm… Usundan geçirdiği şeylerin bileşeni, doğal olarak, hayata dair, Yaşanmış veya yaşanamamışlıklar olduğu içindir…İsterseniz öncelikle etkinliklerden başlayayım…
Birincisi: Ayakizleri Doğa Yürüyüş Grubunun “Taksim Park’”ta yapılan Geleneksel “Ayakizleri gecesi; geceye,

Grubun Naif Başkanı Hüseyin ŞİŞMAN VE EŞİ Serpil ev sahipliği yaparken, yardımcılığını hiçbir zaman esirgemeyen Selim OK bey yine Hüseyin Beyin yanında idi…

-Hani… Gece nasıldı diye sorsanız?

-Hemen anlatılmaz, yaşanır derdim…

Taksim Park sanırım… bu kadar kalabalığa ev sahipliği yapmamıştı… Soğuk olmasına karşın… Açık teras dahi dolu idi…

Gecenin Muhteşem sanatçısını unutmak mümkün mü? Yıllarca beraber okuduğumuz… Pilotluktan ayrılıp kendini “müziğe adayan YAŞAR YAĞMUR” tüm katılanları sırılsıklam terletinceye kadar eğlendirdi diyebilirim…
 Bu gecenin düzenlenmesindeki katkılarından dolayı emeği geçen Barış Yayla’yı da anmamak olmaz…
Bahar Ayını muştulayan şimdilerde artık İstanbul’un içi sayılan Bahçeköy Bahar Country’ de Anadolu Dağcılık Grubunun Düzenlediği “Bahara merhaba pikniğindeyiz… Baharın kendine has çiğ lezzeti, ağızlardaki o pas tadını söküp attığını hissettirdiği bir ortamda: Doğanın içinde kurulmuş uzunca masalar… Etrafına dizilmiş gülen ve kahkaha atan yüzler…

Kahvaltılar, istediğiniz her şey var… Neleri seçerseniz onları yiyebilirsiniz… Gerçi ortalama yaş oranı, kollestrol sorunu olmayan kişiler ağır basmakta…

Anadolu Dağcılık Başkanı Kadir Kaynar ve Genel Sekreteri Aysun Cerevatoğlu: Kulüp olma aşmasındaki henüz yeni bir doğa etkinlik oluşumu olmasına karşın, öylesine büyük bir kalabalığı toplamışlar ki… Gıpta etmedik dersek yalan olur…

 Horon tepenler… Voleybol oynayanlar… Yarenlik yapanlar… Ve öğleden sonra yapılan doğa yürüyüşleri… Bu etkinliklerden kopan pozitif enerji değil katılanları… Ağaçlardaki dallar üzerine tüneyen kuşları dahi şakıtıyordu…
Diğer etkinlik ise; Başkanlığını Asef Özhan ve eşi Nazan’ın yaptığı Rota Doğa ve Sosyal etkinlik Grubuna ait…
Gece Taksim Square’da gerçekleştirilen geleneksel gecelerinden; “70’ler ve 80’ler partisi… Gecenin mimarı Zühre Acar… Tarafından aylar öncesi başlatılan planlama ve provalarla profesyonelce hazırlanmıştı…

Gecede, 70’ler ve 80’ leri yansıtan 25 karakter/grup play back eşliğinde o yıllar yaşatıldı…

 Salondaki hava; tüm kötülükleri, yalanı, yanlışlıkları kısacası tüm kötü ruhları kovalıyordu… Masalar etrafında gülen yüzler, eğlenceyi yudumlayan ve aldığı enerjiyi yansıtan… Doğa tutkunları…

Her üç grubun etkinliğinde de gözlemlediğimiz ve yaşadığımız… Tek şey “algı açıklığının olmayışı” idi…

-Ne diyorsunuz der gibisiniz?

-Şunu diyorum…

-Etkinliklere katılan bireyler… Sadece o kulübe üye değil… Veya o kulübün üyesi bile değil…

Ancak bir araya geldiklerinde ufak tefek aksaklıklar olsa dahi… Problemi, problem yapmayan ve çözüm ortağı olan… Birbirine saygı duyan ve rahatsız etmeyen, hatta Kulübün üyesi olmaksızın eğlencesine aktif olarak katılma iradesini ortaya koyan kişiler…

Gülay’la birlikte… Saatler boyunca bu duygu ve hoşnutluğu yaşattığı için, bu etkinlikleri planlayan ve uygulayan doğa tutkunlarını kutluyor ve onlarla olmaktan çok keyif aldığımızı da belirtmek istiyoruz… Aynı “doğanın içinde aldığımız tat” gibi…
-İşte! Algı açıklığının kapandığı nokta bu hareket ve davranışlar…
-Peki, bu yazdıklarından başka yaşanamayanlar var mı? Diye soruyorsunuz…
-Ve hemen ekleyiveriyorum…
-İşte benim de ana bağlantıyı kurduğum… Selim İleri’nin yeni romanı “ Yalan Tango “ ve ikinci roman Önsözünü Alain De Botton’un yazdığı “Odamda seyahat” üzerine yazılan romanlarda keşfettiklerim ve özdeşleştirdiklerim hakkında bir şeyler karalamak istedim.

Romanın adı: “Bu Yalan Tango”,
Konusu: “Bir eziyet toplumu olarak Türkiye’nin ve kıstırılmışlığı içindeki Türk aydınının, kimi zaman kendi yetersizlikleri, kimi zaman dönemlerin bastırması içindeki açmazları ve bu toplumda hep göz ardı edilen bireysel yaşamın, suskunlukların, birbirimizin iç sesine yabancı kalışımızın öyküsünü anlatıyor.”
İkinci kitap;


ODAMDA SEYAHAT

ODAMDA GECE SEFERİ

Xavier de Maistre

Çeviren: Ceylan Gürman

İletişim Yayınları

Kitabın önsözünü yazan; tüm kitaplarını okuduğum Alain De Botton’un da dediği gibi seyahat aslında ‘algı açıklığı’na dayanır. Yeni bir yere seyahat edildiğinde oradaki en ufak şey sanki dünyanın en ilginç şeyiymiş gibi incelenir. Aslında alışkanlıklar ve sıradanlıklarla dolu hayatlara farklı ve ironik bir bakış açısı getiriyor.

Romanlar hakkında küçücük ana fikirler verdikten sonra…

Sizlerin düşüncelerine de saygı göstererek… Eşimle birlikte üç kulüpte de yaşadıklarımız ile romanlarda anlatılanlar hakkında… Şunları belirtmek istiyorum…

-Bireysel olarak… Hepimiz yaşadıklarımızla doğru orantılı olarak “korku, çekinme ve kuşku duymadan, inanma ve bağlanma duygusu içinde olmayı arzularız…


-Bu duygu ve düşünceleri gerçekleştirebilmek için; nedenli özveride (ben katlanma diyorum) bulunmamız gerektiğini olaylarla karşılaşınca… Veya tren istasyondan hareket ettikten sonra ayırdına varabiliyoruz…

-Ama katlanıyoruz… Değil mi?
-Siz şöyle sesleniyorsunuz…”Toplumsal yaşamın bireysel yaşamlar üzerine derin etkisi yok mu?
-Ben yineliyorum… Kapalı bir toplum olmanın sıkıntısını hep içe atmışlık macerası ile yaşayanlarda bazı sendromların (hastalık tablosu) açığa çıkması kabul edilebilir değil mi?
- Beynimizin farklı düşünüp, dilin farklı konuştuğu, bedenin başka davranışlar içine girdiği bir toplum yapısını bize; yöneticiler veya Ülkemin yapısı zorluyor diyebilir miyiz? Böyle bahaneler içine girebilir miyiz?
-Bakıyor ve düşünüyorsunuz?
-Siz düşüne durun… Ve diyorum ki…
“Doğa ortak alandır… Doğanın birer üyesiyiz…
Hiç olmaz ise; Ortak dilden anlayan doğa tutkunları ile ALGI AÇIKLIĞI OLMADAN, ÇEKİNMEDEN, KUŞKU DUYMADAN, İNANARAK, BEYNİN FARKLI BEDENİN FARKLI DÜŞÜNMEDİĞİ ve DAVRANMADIĞI düzenlenen doğa etkinlikleri ile… YAŞADIM DİYEBİLMEK VE YAŞADIN DİYEBİLMEK İÇİN…
Mücadele ve çalışmaktan çekinmeden “ATATÜRK TÜRKİYE’Sİ”nin yükselmesine bir tuğla koyarak…

MEHMET YÜCEBİLGİÇ

NİSAN-2010
İSTANBUL