25 Kasım 2010

SONBAHARI SOBELEMEK

ROTA İLE YENİCE ORMANLARINDA SONBAHARI SOBELEMEK… Sonbaharı Sobelemek… Rota Doğa Tutkunlarının düzenlediği Yenice Ormanlarını keşif gezisine; yola çıkışımızdaki amacımız… Böyle idi…

Yenice ormanlarında; Safranbolu’da konaklanacak… Likya yolu benzeri KARABÜK VALİLİĞİ VE YENİCE KAYMAKAMLIĞINCA oluşturulan yürüyüş yolları parkurlarının başlangıç noktası olarak sayabileceğimiz

 “Yenice Konağında” soluklanılacak,

parkurlar hakkında bilgi alınacak ve bölgedeki Yenice ormanları keşfedilecekti…

Yenice bilindiği gibi Karabük’ün Yenice ırmağı kıyısında konuşlanmış bir ilçesi. İlçe 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Cenevizlilerden alınmış…

Birinci gün; Yenice evinde ki kısa moladan sonra başlayan ve yağmur altında geçen “Anıt ağaca” yürüyüşü; stabilize bir yoldan sonraki sık ormanlık ağaçlarla kaplı çamurlu patikadan yaptık…


Anıt Ağacı görmek için sarfedilen emeklerimiz… Çalıların, üzerimizdeki yağmurlukları yırtmasına ve çamur içinde kalmamıza karşın… Boşa çıkmadı diyebilirim…

Nasıl bir sonuç… Ruhsal dinginlik… Kişi;2000 yıllık bir ağacı özellikle de ağaç halini almış ‘Gizemli Sarmaşığı (Gülay’la beni daha çok etkiledi) görebilmek için tırmanabiliyormuş!

Ancak… Esas isteğimize kavuşamamıştık diyebiliriz… Sonbaharın kimileri için hüzün rengi olarak kabul edilen…

Doğanın yeşilden sarıya, sarıdan kızıla dönüştüğü; sararmış ya da kızıla bürünmüş yaprakların, dallardan salına salına düşüşüne tanıklık edememiştik.

Usumuzda; sarının tüm tonlarını üzerinde barındıran… Her bir sarı tonun, aslında o ağacın hüznünün derecesini yansıtan imgeler olarak algıladığımız…

O çarpıcı farkındalıkları yakalayamamıştık… Kısacası usumuzda ki “Sonbaharı henüz sobeleyememiştik”.


İkinci Gün… Hedef, Bölgenin oldukça ünlü “Kel tepe”sine çıkış idi.

Yürüyüşe, Karaağaç’tan başlanacak Kel Tepe zirvesine çıkıldıktan sonra Sorgun Yaylası üzerinden Karaağaç’a dönülecek idi. Karabük’ü geçtikten sonra Karaağaç’a Yürüyüşe başlangıç noktasına kadar,

Gülay’la birlikte çevreyi karış karış gözlemliyorduk… Usumuzdaki o renkleri yakalayabilecek miydik?

Yürüyüş kolu yavaş yavaş orman içi yoldan Zirveye doğru ilerlerken… Bölge Çamgillerin yeşilliğinin hâkimiyeti altında idi… Yer yer sararmış…
Kayın ve gürgenlere rastlıyorduk ama yeterli değildi… Rakım yükseldikçe…


Kırağı çalmış otlar ve soğuktan tel tel iğne yaprakları buzlanmış… Köknarlarla karşılaştık…


Her bir otun üzerindeki kırağı ile şekillenişi; sanki telkâri ustalarının özenli işçiliği ile meydana getirilmiş sanat eserini andırıyordu…

Sarı tonları beklerken… Gri renkten başlayan beyazla hâkimiyetini sürdüren farklı bir renk cümbüşü içinde kalmıştık… Neye niyetlenmiştik… Ne kısmet olmuştu…

Zirve eşiğinde…1970 metrelerde mola verildi… Oturduğumuz yerin hemen arkasını sonradaki uçurumu nice sonra fark ettik… Muhteşem bir tepe tüm Karabük vadisine hâkim… Bir nokta…

Bu noktadan itibaren zirveye doğru… İlerlerken gerek bastığımız sazlık benzeri otların kırağılanmış görünümleri gerekse vadi tabanında iç içe girmiş üç hatta dört gökkuşağına ilk kez tanıklık ediyorduk…

Tüm bu yakalanan çarpıcı güzellikleri fotoğraf makinamıza kaydederken… Hafıza kartınızın dolması ve yedeğinizi de unutmuş olmamız…

 Bizi öylesine üzdü ki anlatamam… Ancak bu üzüntümüz Sevgili Nazan ve Zühre’nin…
Sonra Ayşegül Altıok’un ve diğer arkadaşların devreye girmesi ile uzun sürmedi…
Hatta bu unutkanlığım daha ayrıcalıklı fotoğraflara sahip olmamıza sebep oldu diyebilirim…
KEL TEPE 2000M.
2000 metrede… Zirvedeydik… Gülay’la birlikte; Rota Doğa grubunun İstanbul, İzmir, Ankara gibi şehirlerdeki Doğa Gezginlerini de bir araya getiren bu etkinliğinde bulunmaktan çok hoşnuttuk…


Bu birlikteliği zirvedeyken kayıt altına almak da ayrı bir keyifti… Peş peşe çekilen fotoğraflar aslında görülen güzellikleri kaybetmemeyi, yaşatmayı amaçlıyordu…
23 kilometrelik bir parkur ve 2000 metrelik rakımın yanında kat ettiğimiz her adımda farklı bir doğa güzelliği ile karşılaşmanın hazını yaşıyorduk… Sonbaharı Sobeleyemesek de…

Safranbolu’ya adım atıp da Safranbolu’yu görememek… Konsept böyle, öncelik Doğada görülemeyecek yerlerde… Akşam…


Safranbolu’yu gezdik… Safrandan yapılan lokumlar tadıldı…
Safranbolu evleri ve tarihi yerleri hakkında sunum izledik… Safran çayları içildi…
Çikolataya bandırılmış safran lokumunun tadı ise daha başka idi…


Kaldığımız motele döndüğümüzde ise sıra gecesini andıran şenlik başladı…

İzmir DEDAK grubunun şen şakrak havası bizlerin de üzerine sinmiş ve o ritme ayak uydurmuştuk…

Kahkahaların atıldığı zeybek oyunlarının sergilendiği bir geceyi de geride bırakmıştık…

Üçüncü gün: Kent Ormanından başlayan yürüyüşümüz, Ahmet Beyin rehberliğinde

Şeker kanyonu boyunca devamla, Yazı köy ve kanyon sırtlarından tekrar Kent Ormanına dönüşle son buldu…8-9 km lik bir kısa yürüyüş olmasına karşın…

Şeker kanyonu boyunca gördüğümüz doğa güzelliği unutulmayacak kadar farklıydı…

 Bu farklılık tam bir bahar havası coşkusu içinde Yazı Köy sırt ve tepelerinde devam etti…


Üç günlük yürüyüşümüzün toplamı tam 50 km. olmuştu… Yenice Köy Evinde yorgunluğumuzu birer çayla demlendirirken…

Öğleden sonra yemeği Karabük’te Safranbolu pidesi olarak yedik…

Yenice ormanları mutlaka gidip görülesi bir yer olarak zihnimizde kaldı…

Doğal olarak gideceğiniz grubun da esas faktör olduğunu unutmamak gerekir…

Gülay’la birlikte İstanbul’a dönüş yollarında usumuzda “Sonbaharı nerede sobeleriz?” Sorusu halen devam ediyordu…
TEŞEKKÜRLER ROTA...

GÜLAY&MEHMET YÜCEBİLGİÇ

EKİM 2010 İSTANBUL