DOĞANÇAY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DOĞANÇAY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2007

KİME GÖRE ZAMAN...

“Zaman:
Biliyorum ki göreceli bir kavram…
Kimine göre… Doya doya yaşanması,
Kimine göre öldürülmesi,
Kimine göre de hemen geçiştirilmesi gereken zorunlu olan bir kavram,
Unutmadan söyleyeyim! Kimine göre de
Aman nasıl olursa olsun da geçsin. Bir an önce yarının güneşini göreyim... De denen bir kavram…”
Tamamen ruhunuzda yaşadığınız; umutların, korkuların, hırsların, şaşkınlıkların, kuşkuların, nefretlerin, acıların ya da beğenilerin, yansımalarıdır… Bunlar…
Doğaldır ki, beğeniler yüzümüzde gülücükleri, acılar ise; yüzümüzde ki hüzünlenmeleri resmeder…
Biz doğa tutkunlarının tek beklentisi; zaman değirmeninde horlanmadan, *kendi isteğimiz dışında ki acılara ve gözyaşlarına boğulmadan* kavgasız bir zaman dilimi yaşamaktır…
Kendi isteğimiz derken ne demek istiyorsun der gibisiniz?
Evet, yanılmadınız, düşündüğünüzü diyorum…
İşte! Yüzümüzde… Sonbaharın hüznü yerine gerçekten “sonunda baharın yaşandığı… Sonbaharın güneşli sımsıcak bir gününde” “Doğançay’dayız…”
Doğançay… İlk kez görüyorum… Sakarya nehri kıyısında, Doğançay’la kesiştiği noktada kurulmuş… Kente girdiğinizde sizi gar binası karşılıyor…
Hidayet Beyin çektiği mükemmel istasyon fotoğrafı sanırım ne demek istediğimi anlatıyordur…
Elinize sağlık, yüreğinizin sesini yansıtan bu resimler için, Hidayet Bey…
Hemen ilk iş, bir kahvehane bulup da günün ilk çaylarını yudumlarken grupta yeni aydınlık yüzlerle tanışmalar başlıyor…
Bugün benim geçen bir buçuk aya göre daha da aydınlık günüm; her şey bugün gözüme daha parlak görünüyor… Yanı başımda güneşin sımsıcaklığıyla mahmurlaşan köpek bile çok masum görünüyor.
Hadi sizi daha fazla meraklandırmayayım… Nedeni bir buçuk aydır… Ayağından rahatsızlanan Sevgili eşim Gülay’ın istirahatının bittiği ve yeniden yanımda yürüyüşe başladığı gün…
Bugünün hediyesi olarak fotoğraf çektirmekten haz duymayan Kaptanımız Atilla Bey bile kendisiyle fotoğraf çektirmesi özlendiğinin ve arandığının göstergesiydi…
Bu arada web sayfamızı takip edipte beğenilerini sunan doğa tutkunlarına teşekkür ediyoruz…
Doğançay’dan hareket edipte Doğançay vadisinin kuzey yamaçlarındaki stabilize yoldan aracımızla ilerlerken kendimi Karadeniz’de hissettim. Her yanımız kayın, kestane ağaçları yapraklarını sanırım gelecek hafta gelsek göremeyeceğiz…
Birinci etap yürüyüşü; ikinciye nazaran daha rahat olacaktı… Nitekim öyle de oldu, fotoğrafını yakalayabileceğiniz görüntülerin peşinde o kadar çok koşabildik ki, fotoğraf çekmeyi kendine haz edinmiş her birimiz, doğada ayrıntı ve farklı bir iz peşinde koşan birer avcı gibiydik…
Çaydan akan su; yağan yağmurlar nedeniyle o denli bereketlenmiş ki bizlerin geçişi bile o denli zor oldu…
Ya muşmulalara ne dersiniz… Bu kez gözüme yeni muştuların habercisi gibi görünüyor…
Doğa; güneşin de cömert davranışıyla öylesine coşmuştu ki bunları Eşimin çektiği fotoğraflarda ve videoda görebilirsiniz…
Tepeyi tırmanıp ta karşıma birdenbire çıkan, yamaca sırtını vermiş sararan ağaçlarla kendini taçlandırmış… Kamışlı Yaylası…
Mola burada verildi, neler yenmedi ki Birol’un ifadesiyle “Japon usulü hamsi” den tutunda, köfte, salata, peynir, helva, turşu… suna kadar… Dört elden, salatalar yapılırken, kimisi de benim gibi güneşin keyfini çıkartıyordu…
Bir yandan, masada çalışanları izliyordum… Turşunun bu kadar düzenli kesildiğini, “Kaçkar’larda Balayı” kitabının yazarı ve yaşayanı Sevgili Murat Selçuk’un sevgili eşinde gördüm dersem yalan olmaz…
Yemekler yendi…Yayla evlerinde keyf edildi... İkinci etap yürüyüşü; hem zorlu bir yürüyüş olacak hem de geceye sarkacağı için, Gülay gibi ben de çok az yedim…
İyi ki az yemişim… İkinci etabın gündüzden geceye geçiş saatlerinde… Ve sonralarında… Dolunayla baş başa tavşan patikalarında... Sağ olsun Hüseyin Beyin BONUSU da eklenince yemeği fazla kaçıranların halini görseydiniz…
İkinci etapta buluşmak dileğiyle…
Mehmet Yücebilgiç