TEKİR YAYLASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TEKİR YAYLASI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2011

TOROSLARIN BÜRÜCEK YAYLASI VE TARİHTE YAŞANANLAR...


POZANTI_BÜRÜCEK_TEKİR_GÜLEK… TARİHİ KORİDOR…


Bürücek Yaylası: Orta Toros dağlarının iki kolu, Bolkarlarla Aladağların birbirlerine Pozantı –Tekir arasında yanaştığı; Akdağ’ın yamaçlarına yamanmış, Adana’nın sarı sıcaklarından kaçan hali vakti iyi olan Adana’lıları serin bağrında konuk eden tabiat ananın coştuğu bir yayla…Bürücek yaylası…


Annemin doğa sevgisini aşıladığı yayla… Ancak Yayla derken… Adana’lılardaki yayla anlayışı, genel anlamda ki yayla anlayışından farklı, koyun, kuzu beslenip yağ, yün elde edilmiyor…Bu yaylalardan, Adana’nın sarı sıcaklarından kaçmak için yararlanılıyor…


Sevgili annemin yadigarı yayla yerimize…2003 yılında annemi kaybettikten sonra ilk kez gelebiliyorum…Adana’dan Bürücek’e doğru yolculuk esnasında… Doğal olarak annem ve çocukluğum geliyor aklıma, Göğüsgerenin otobüsü ile dört saatte yaylaya gelişimiz… Hem de iki üç kez mola verilerek…


“Gülek boğazının” darlığı içime ürperti verirdi… Ta ki Pozantıya kadar ki aman vermez virajlar…Torosların dar ve virajlı yollarına bir de otobüsün benzin kokusu karışınca hiç sormayın, otobüsün yarısı özellikle çocuklar kusmaya başlardı…


Sonra Tekir yaylası, içinden geçip Bürücek’e doğru yöneldiğimizde ; Annemle birlikte ellerimizde Tekir’deki göçerlerden aldığımız; tavuk ve horozlarla eve kadar yaya dönüşümüzü anımsadım…Hayır… Hayır anımsamadım…Tekrar yaşadım… Ya!...”Bürücek Çarşısında” ki “Kösenin oyunları ile” ateş başında kutlanan 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI etkinlikleri…Şimdi masal gibi geliyor..
Çarşıda ki,dernek yanındaki ulu çınar ağacının birbirine kaynamış dalı aynen duruyor...

Aynı şekilde çarşıdaki kahvehanenin içindeki çınar ağacının dalları da kaynamış durumda doğallığını koruyor...
Bürücek Yaylasında acaba değişiklik var mı? Doğa tahrip edilmiş mi ? Diye düşünürken yıllar önce yapamazlar, yıktırırlar dedikleri, ormanın kalbine bıçak gibi saplanmış apartmanın yapıldığını gördüm…Üzülmemek elde değil…
Neyse…Anılar zaman geçtikçe silineceğine, bende daha da belirginleşmeye başlamıştı…
Özellikle içinde “annem” olanların arınarak süzüle süzüle günümüze dek eriştiği ise başka bir gerçekti…


Çocukken dahi…Orman içinde yürürken hep tarihteki Bürücek’i ve Pozantı ile Gülek’e kadar kıvrıla kıvrıla uzanan vadiyi merak ederdim…


Sonraki yıllar… Bu merakımdan hiç birşey kaybetmedim…Yaptığım araştırmalardan bazılarını dikkatinizi çeker ümidiyle sizinle paylaşmak istedim…


M.Ö . 5 nci y.y da Amasya’lı Strabon tarafından yazılmış “Antik Anadolu Coğrafyası” kitabını okuyunca… Merakımın ne denli yerinde olduğunu da öğrenmiş oldum…


“Bölgede Kilikia Pylai : Kilikya kapıları, olarak adlandırılan “Gülek boğazı” yer almakta…

M.Ö. 2000 de Kilikya’lılar Gülek boğazındaki kayaları parçalayıp, Anadolu ile Suriye arasındaki başlıca gidiş-geliş yolunu ve geçidini açtıkları belirtilmekte.Kilikia Pylai (Gülek Boğazı) Helen dilinde Kilikya Kapıları (geçitleri) anlamındadır. (Strabon II 7,9). (1*)

M.Ö. 333’te Asya seferini yapan Makedonyalı Büyük İskender, bu dar boğazı gördükten sonra, güzel talihinden dolayı sevindiği kaynaklarda yer almakta...


Ramsay’a göre;” Gülek Boğazı”nın kaya duvarları o kadar yakındı ki 1833’te Anadolu’ya sefer yapan İbrahim Paşa toplarını geçirmek için bu kayaların bir kısmını açıncaya kadar, yüklü bir deve ancak geçebilirdi.(2*)
2000’li yıllarda ise; Otoyol yapılmadan önce 10m.genişlikte ve 85m. Uzunluğunda idi.

İlk çağlardan bugüne kadar ki geçmiş böyle iken….


Bürücek ve bölgenin tarihi ile ilgili araştırdıklarımı kısa kısa aktarmaya: Özellikle Birinci Dünya savaşı öncesi ve esnasında Adana için çok önemli olan “Kaç Kaç “ olaylarında ki Bürücek’in yeri ile…Milli Mücadelenin kazanılmasında ki etkin rolü…Sonra…Cumhuriyet döneminde ki Bürücek Yaylası ve benim hiç bilmediğim sosyal etkinlikleri…Demirtaş Ceyhun ve Metin Gören’in anılarından, devam etmek istiyorum…


Öncelikle…Birinci dünya savaşı öncesi…Bürücek yaylasına Adana’lıların nasıl göç ettiğini yaşayanların dilinden “Asım Özbilen’in yayımladığı Şahap Azmi Özçakır’ın anılarından”(3*) aynen aktarmak istiyorum…


"Develerle yolculuğu bilir misiniz siz?

Nereden bileceksiniz...

Bunlar benim anılarım, elli yıl öncesiyle ilgili.(Tahminen 1890) Develerle yolculuk, Birinci Dünya Savaşı sonuna dek süre gidiyor.

Bahar gelince, çevremiz zenginleri yayla hazırlıklarına başlarlardı. Yaylamız, Torosların göbeğindeki 'Bürücek' idi.


Yaylamız Bürücek, Adana'dan yüz kilometre uzaklıktaydı. Gülek Boğazı'nı geçince, Tekir yaylasına çıkınca Bürücek karşıda görünürdü. Yaylamızda kırk ev vardı. Büyüklü - küçüklü ve bağlı - bahçeli.
Develerle Göçe dönelim yine.

Birkaç aile, önceden anlaşarak, yolculuğa birlikte çıkarlardı. Bir de gelenek vardı: Gösteriş. Develere, ayaklarına dek uzanan ziller bağlanırdı. Başlarına da süslü başlıklar.


Baharla sıcaklar çökerdi Çukurova'nın üstüne. Yine de göç sabahın erken saatlerinde başlardı. Çan ve zil sesleriyle mahalle ayağa kalkardı. Aslında günün sıcağında yola çıkmak doğru değildi. Değildi ama, gösteriş geleneği de çiğnenemezdi ya... Mahallede bir gürültü, bir patırtı. Seyirler, helalleşmeler, uğurlamalar...


Erkekler avcı elbiselerini giyerlerdi. Süslü eğerli atlarına binerlerdi. Çifteleri, fişeklikleri omuzlarında.


Deve katarlarının önünde bir merkep bulunurdu. Öncü gibi…Yürüyüş konaklanarak devam eder. Böylece konak yerine varılır. Burası bir pınar başıdır. Gölgeliktir. Düzlüktür. Develerden inilir. Denkler çözülür. Çadırlar kurulur, ateşler yakılır. Yenilir, içilir. Gece yarısına dek istirahat edilir.


Sonra çadırlar sökülür, denkler yüklenir, ateşler söndürülür ve katar yola düzülürdü.

Böylece dört kez konaklamadan sonra, dördüncü günün sabahında yaylamıza kavuşabilirdik."



Bire bir anlatım ne ise yukarıdaki metni aynen almak istedim…Aynı düşünce ile…Birinci Dünya Savaşı esnasında Bürücek’te yaşaşananları anlatması açısından oldukça etkilendiğim bir bölümdür… Yine anlatan Merhum Şahap Azmi Özçakır’dır.


“1330 (1914) yılında İstanbul Sultanisinden (lise) mezun oldum. Yaz tatilini geçirmek üzere, memleketim Adana'ya dönerek anama, babama ve bir düzineyi bulan kardeşlerime kavuştum.


Osmanlı İmparatorluğunun siyasi ve askeri durumunda ve halk çoğunluğu arasında bir fevkaladelik görülmüyordu. Herkes işlerinde güçlerindeydi. 19 - 20 yaşlarında olan bizler ise Toroslardaki Bürücek yaylamızın çam, ladin ve çeşitli ağaçların süslediği ormanlarında, buz gibi suların fışkırdığı derelerinde, zümrüt yeşili yamaçlarında dolaşıyor, bir yandan da yüksek öğrenimimize hazırlanıyorduk.


Dünya barut fıçısı üstünde olunca yaylacıda huzur kalır mı? Aklı başında olanlar Adana'dan haberler beklemekteydi. Öyle ki, her an gözler Gülek Boğazı yönündeydi. Belki bir yolcu, belki bir haberci gelir diye...

Sıcak bir Temmuz günüydü. Biri bağırdı:

- Tekir'den bir kıratlı geliyor!..


Evlerimize koşuştuk, dedelerimizden kalma tek gözlü ve açıldığında bir metre kadar uzayan dürbünlerimizi alarak yolcuyu ormanlar arasında izlemeye koyulduk. Sonunda yolcu geldi. Kırat soluk soluğa ve kan ter içindeydi. Yolcu dediğimiz de, yaylamızdan, nüktedanlığı ile tanınmış rahmetli Arnavut Hüseyin Efendi'ydi. Atından inmesine fırsat vermeden etrafını sardık Hüseyin Efendi'nin.

Bir komutan gibi dimdik duruyordu, üzengiler üzerine ağırlığını vererek:
- Mektup falan beklemeyin benden, dedi. Sizler burada, dünya ile ilişkileri kesilmiş insanlar, haydin bakalım hepiniz Adana'ya. Umumi Seferberlik ilan edildi.


Şehirde, köylerde davullar çalıyor. 1305 (1889) doğumlulara kadar yarın, 1306 - 1310 (1890 - 1894) doğumlular da birkaç güne kadar askerlik şubelerine başvuracaklar...





Hüseyin Efendi atından indi. Aldık bir kenara, üşüştük etrafına. Yaşlılar bir tuhaftı. Biz gençlerin yüzleri gülüyordu. Seferberlik, cephe, düşman ve dövüşecektik öyleyse...


Hazırlığımız bütün gece sürdü. Azıklarımız, giyeceklerimiz ve atlarımız, hepsi, hepsi hazırdı. Şafakla ilk 53 kişilik kafilemiz hareket etti. Günlerce süren göç yolculuğumuzu bu kez bir günde tamamladık. Bütün bir tek günde. Adana'ya vardığımızda minarelerden yükselen yatsı ezanı, kutsal nağmelerini kalplerimize perçinliyordu.”(3*)
Adana ve bölge için…Unutulmaması gereken tarih; Fransızların işgal tarihi olan
“24 Aralık 1918 dir… 1918 ve 1919 yılında Ermeni mezalimi, soykırımı o denli artar ki…Adana’lı çoluk çocuk…Dört gün boyunca Toroslara kaçar… Kaçılan alanlardan biri de Bürücek Yaylasıdır…
Bu olaya tarihte “Kaç Kaç” olayı denir…(rahmetlik nenemden de çok dinlemiştim.) Bu olaydan kısa bir süre sonra…
“5 Ağustos 1920” de Ulu Önder Mustafa Kemal ve Mareşal Fevzi Çakmak; karargahı ile Pozantı’ya gelir ve “Pozantı Kongresini” yapar.


Tarihteki önemini vurguladığım… Gülek Boğazı; Fransız Komutan Menil Emir komutasındaki Ermeni taburu tarafından tutulmakta ve Türk’lerin Adana ile irtibatının kesilmesine yol açmaktaydı…Fransız Komutan Menil, Yeni teşkil olan Türk Kuvayı Milliye kuvvetlerince bozguna uğratılır ve Kar boğazı/Tekir bölgesinde esir alınır…
                                     KAR BOĞAZI-TEKİR
İşte Kuvayı Milliyenin bu başarılarından sonra Fransızlar yenilgiye uğramaya ve çekilmeye başlar ve 20 Ekim 1921 de TBMM resmen tanınmasına neden olur…(5*)


Şimdi, sırada bu kez canlı tanıklardan Futbol Dünyasının ünlü anlatıcılarından Metin Gören’in kaleme aldığı anı var: Ünlü Yazar ve Romancı Demirtaş Ceyhun…Harbiye’de okuduğum yıllarda; Adana/Bürücek’e gidemediğim zaman “Bürücek Yaylası” hakkındaki anı-yazıları ile teselli bulduğum Demirtaş Ceyhun’a ait anılar…(4*)

Bu kez, olduğu gibi değil benim ilgimi çok çeken satır başlıklarını sorular halinde yazacağım…


• “Bürecek Spor” futbol takımını hiç duydunuz mu? O zaman haberiniz olsun!


• Antrenörü…Ünlü yazar Demirtaş Ceyhun…Menajeri…Ünlü kebapçı Çolak Bayram usta…


• Farklı skorla…Yendikleri Takımın adı? Pozantı Spor…Hem de Pozantı’da.


• İki kamyon dolusu Bürücek’li taraftarla…Tam bir saatte varmışlar…Bürücekten Pozantıya…


• Bürücek Spor Futbolcularını kendine getirmek için…Demirtaş Ceyhun’un ürettiği slogan ne idi?


• BÜ-BÜ-BÜ-RÜ-RÜ-RÜ-CEK-CEK-CEK…


• BÜRÜCEK-BÜRÜCEK-BÜRÜCEK…

 
İnsan belirli bir erginliğe ulaşınca… Özellikle sanallaşan ve gittikçe soyutlaşan günümüzde, insani duygularının ne kadarını koruyabildiğini veya seviyesini ölçebilmek için; doğallığın bozulmadığı ve kendi ruhunun derinliklerine inebileceği yerlere ihtiyaç duyar… Bürücek Yaylası işte böyle bir yer…


Uzun yıllardır Bürücek Yaylası ve tarihteki yeri hakkında merak ettiklerimi sizlerle de paylaşmak istedim… İçimde ki his “iyi ki “ paylaştım… Diyor…


Son söz olarak; Bürücek Yaylası; benim için; Sevgili annem tarafından ilk doğa sevgisi ve tutkusu dersinin verildiği yer olarak aklımdadır…


Tüm Bürücek güzelliklerini yaşayıp ruhları hala Bürücek üzerinde dolaşanların…Ruhu şad olsun…


Mehmet YÜCEBİLGİÇ


2011 EYLÜL 23/24 BÜRÜCEK




Faydalandığım Kaynaklar:


(1*)Antik Anadolu Coğrafyası: Yazan Strabon M.Ö. 5 nci yüzyıl


(2*)Şahin Özkan (Gülek Boğazı -Gülek Yazıtı - Gülek Efsanesi - Araştırmacı Yazar )


(3*)Asım Özbilen’in yayımladığı Şahap Azmi Özçakır’ın Harp Anıları”


(4*)Metin Gören; Yazar , Bütün Dünya Dergisi


(5*)Türk İstiklal Harbi Tarihi: Türk Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları.


22 Ağustos 2007

KOKU...BÜRÜCEK KOKUSU...

Bloguma gönderilen yorumlardan biri; beni öylesine şaşırttı ki anlatamam.
Bu iyi dilek belirten yazı " :) can'dan" gelmişti,kendisini sanallık dünyasında yazdığı sade, anlaşılması kolay yazılarıyla tanımıştım.
Sonra " eniyi blog yarışmasında birinci" olması da beni şaşırtmamıştı.
Yazısında; "benim kokularım" başlıklı yazısını okumamı ve benden de "çok hoş bir yazı" beklediğini belirtmişti.
Eşimin dediği gibi siz de :Diyeceksiniz ki bunda şaşıracak ne var?
Sen de hoş bir şey yazıver!
Dediğiniz doğru! Ancak ben yazılarımda sadece doğa yürüyüşlerine yer vereceğimi düşünmüştüm.Zaman zaman da etkilendiğim,felsefi görüşler...
Böylesine başlangıçta basit gibi görünen "koku" sözcüğünün beni alıp annemin kucağına ve örtündüğü tülbentin kokusuna götüreceğini bilemezdim ki!
Yazımdan çok "hoş "yerine sizleri üzebileceğim kelimeler dökülüverir kederlendiririm diye korkarım.
Şaşkınlığım bundandır.
Ama ":) can" 'ın isteğini kıramadım.Düşüncelerimi aktarayım dedim.
Koku; insanın imzası,parmak izi,geçmiş ve gelecekle iletişim kuran bir algılama,farkındalıkları yakalamaya ve yaşatmaya yardımcı olan sihirli bir tılsım.
Hafızamı zorladığımda, kokuyla ilgili aklıma ilk gelen şey; yıllardır yaz, kış doğa yürüyüşlerinde boynuma sardığım tülbentte annemin kokusunu duyumsamamdır.
Bu koku;
beni annemin kucağında, Torosların Bürücek yaylasının zorlu yollarında yürümekte zorlandığımda sırtında taşıdığı, çocukluk günlerine götürür.
Bu koku;her yaz, Adana'nın sarı sıcaklarından etkilenmememiz için,annemin
götürdüğü, Bolkar'ların, Aladağ'ların özetle, Torosların yaylalarının; taşını, toprağını, çerini çöpünü,zirvelerinde yeni doğmuş oğlakların annesinin memesini çekiştire çekiştire emdiği,
Karaçadırlı göçerlerle tanıştırdığı günleri hatırlatır.
Göçerlerin;koyunlarından,ineklerinden nasıl süt sağdığını,sütü sağan ellerin,koyun,süt ve yerdeki tezek kokusunun bugün bile ayırdına varabiliyorum.
O çamurla sıvanmış taştan yapılmış odun ocaklarında yakılan çalı çırpının kokusunu hala duyumsarım.
Gürül gürül akan derelerin kenarındaki yabani nane kokusu, otların en belirginlerinden olduğu aklımdan çıkmaz.
Ağaçların herbirinin kokusu; ayrı bir efsaneyi anımsatan bir destana benzer,ancak ardıç ağacının kokusu hala beni öylesine olumlu yönde etkiler ki gücüme güç katar.
Ağaçların dallarında yakalayabildiğim ağustos böceğinin kokusu, tıs tıs böceğine nazaran daha kokusuz oluşu beni hep meraklandırmıştır.
AhşapYayla evimizin çinko çatısına düşen yağmur taneleri öylesine korkutucu ses çıkartırdı ki,rüzgarın tesiriyle tahta evimizin aralıklarından içeri sızan toprağa bulanmış çam ağacı kokusu sihirli tütsü gibi tüm korkumuzu alıp götürürdü,
Torosların zirvesine orada ki bulutlara teslim ederdi.
Zaman zaman rüzgarın etkisiyle çatıya düşen kozalakların felaket çığırtkanlığı :Yağmur sonrası orman içinde yürümemize engel olamazdı.
Ormanda duyumsadığım o kokular var ya:İnsanın altıncı hatta yedinci duyusunun da olduğu hissini verirdi....
Bundan kırk yıl önce daha doğa yürüyüşü nedir bilinmez iken onun rehberliğinde deneyim kazandığım.
Tüm doğaylaiçiçe kokularını: Sanki özel bir kodlamayla beynimin koku belleğine kaydettiğim,koku alan ve duyumsayan hafızanın silinmeyeceği gerçeği aklıma bile gelmezdi.
Her doğaylabaşbaşa olduğumda, terlediğimde terimi silmeden önce mutlaka boynuma sardığım tülbenti koklarım.
Kokladığım kokuda annemi bulabilmek,yaşadığım ve onun öğrettiği şimdi eşimle birlikte yaşadığım ve paylaştığım " doğaylabaşbaşalığı" ona da göstermek için.....
Ruhun şad olsun "sevgili anam".........
Mehmet Yücebilgiç
22 ağustos 2007