AMAN BE..EVLAT…BİZİM YEMEKLERE..”ET” PEK UZAKTIR…
Yazılar hep bir giriş gelişme sonuç bölümü ile yazılır ya… Bugün ben öyle yazmayacağım…
Hala kulaklarımda… Melekçe Oruç Köyünün cefakâr Emine Anasının sözleri…
Keşif Yürüyüşü; akşamın karanlığında sorunsuz tamamlandığında yirmi dokuz Ayakizi’nin tamamının sığabildiği sıcacık bir köy evindeyiz…
Bu ev; yemeğimizi yiyeceğimiz ve soğuktan korunup sıcacık sobanın başında dinleneceğimiz… Emine Ana ile Alaattin Amcanın evleri…
Hala kulaklarımda… Melekçe Oruç Köyünün cefakâr Emine Anasının sözleri…
Keşif Yürüyüşü; akşamın karanlığında sorunsuz tamamlandığında yirmi dokuz Ayakizi’nin tamamının sığabildiği sıcacık bir köy evindeyiz…
Bu ev; yemeğimizi yiyeceğimiz ve soğuktan korunup sıcacık sobanın başında dinleneceğimiz… Emine Ana ile Alaattin Amcanın evleri…
Selim Bey; kereviz, havuç, patates ve hindi etiyle odun ateşinde çok lezzetli bir yemek yaptı… Bu yemek hakkında Emine Ana ile konuşurken… Benzer yemeği kendisinin de yaptığını anlattı… Ben de safça… Ne eti kullanıyorsun dedim… Ah! Nereden sordum o soruyu…
Aldığım cevap; AMAN BE… EVLAT… BİZİM YEMEKLERE… “ET” PEK UZAKTIR… Öylesine donup kaldım ki… Karşılık veremedim… Ağzımdaki lokma büyüdükçe büyüdü… Yutamadım… Artık ne hallere girdiğimi bilemiyorum…
Gelelim Yazımın giriş ve gelişme bölümlerine…
20 Ocak 2009 tarihli Gazetede okuduğum haber başlığı şöyleydi:”Sakarya’nın Pamukova ilçesinde doğa yürüyüşü yaparken yollarını kaybeden 18 doğa yürüyüşçüsü, sivil savunma ekipleri ve jandarma tarafından 20 saat sonra donmak üzere iken kurtarıldı.”
Hemen yürüyüş grubunun adına baktım… Kimler var diye? Birçoğu tanıdığım… Bu parkurda Gülay’la birlikte hem de yağmurlu ve sisli bir havada yürümüştük… Ve bu parkur hakkında bir takım doğa yürüyüşü efsanesi türünden şeyler yol boyunca anlatılmıştı…
Hatta köprünün başında mola verdiğimiz yer ve burada yapılan sarımsaklı çorbayı anımsayıverdim… İşte bu köprü ile ikinci köprüde hata yapılırsa ve kötü hava koşulları da varsa tehlikeli durumlarla karşılaşılabilir” diyordu… Rehberimiz Ayakizleri’nin Sevgili Başkanı Dr. Hüseyin Bey…
Ben ise hafta içi kendisine şöyle sıkı ve adrenalini bol bir yürüyüş teklifi götürmüştüm… Keza birkaç haftadır… Dağlarla selamlaşamamıştım… Kendisi duyurusunda; “en az sekiz saatlik karlarla kaplı kötü ve karanlık hava koşullarında bir yürüyüşün yapılacağını yürüyüşe gelmek isteyenlerin sıkı yürüyüşe dayanıklı olmaları gerektiğini belirtmiş idi…
AlifuatPaşa’ya gelinceye kadar nereye gideceğimizi bilmiyorduk desem inanır mısınız? Evet parkur… İhtiyacım olan endorfin hormonunu karşılayacak düzeydeydi… Neresi mi? Gazete başlıklarında okuduğum…
Hemen hemen grupta bulunan yirmi dokuz kişi de karlarla kaplı bir yürüyüşle birlikte başımıza ne geleceğini merak etmiyor değildik… Sırt çantam her zamankine nazaran biraz ağırca sıcak sudan… cep sobasına…ve..gerekli ilk yardım ve yedek giysilere kadar ne ararsanız var…
Hüseyin Beyin düşüncesi; bu grup nerede ne hata yapıp da böyle olumsuz bir durumla karşılaşmıştı bunu keşfetmek idi… Ya benim…
Benim tek isteğim… İse… Endorfin, Adrenalin, kısacası aklı ön planda tutan heyecanlı ve sıkı bir yürüyüş… Çünkü birkaç haftadır… Yürüyüş yapamadığım için öylesine “endorfin hormonuna” ihtiyacım vardı ki anlatamam…
Yürüyüş güzergâhında karların eridiği görülünce, Hüseyin Bey bu kez parkuru “D” harfi şeklinde daha karlı bölgeye doğru değiştirdi… Hava kapalı ancak üzerimizdeki bulut yüklü yağış hazırda bekliyor… Ve kısa sürede sulu sepken sonra da yağmur olarak yağış başladı…
Sağ yanı başımızda Domuz deresi öylesine gür akıyor ki… Sanki İlkbahardayız… Bir hafta esen lodos sanırım karları eritmişti… Tabii ki bu durumda bastığımız karların altını da: Yamaçlardaki karları da gözlemlememiz gerekiyor du… Gerçi çığ tehlikesi bu bölgede yoktu ama kayganlık birinci düşmandı…
Hava karardığında hava iyice soğumaya başladı…
24 OCAK 2009
Mehmet YÜCEBİLGİÇ
İSTANBUL









gölgesindeyiz, tam keyif aldık derken Hüseyin Beyin devam komutu… Keyfimizi yarıda bıraktı… 








Ama Selim Beyin öğrettiğine göre hasatı yapılan bahçede fındık yerden toplanırmış...Tüm AYAKİZLERİ yerlere eğilmiş durumda...
Fındıklar toplanmış kilosu beş ytl den fındık alıp Kemal Beyle fındığı baltayla kırmanın keyfini deneyimledik... Hiç böyle bir şey denememiştim doğrusu...






Biz de acı ile söylenerek dikenlerin içinden büyük bir mücadeleyle çıktıktan sonra Kanlı Çayı ve yanında ki yolu görür görmez tüm acılar uçup gitti… Biraz önce göremediğimiz ama şu anda duyumsadığımız…
Çeşme başında mangal keyfi sormayın gitsin… Duyumsadığımız iyi olan şeyleri adım adım yakalayabiliyorduk… Bu sofrayı bizlere hazırlayan tüm ekibe ne kadar teşekkür etsem azdır…


Ya! Karşılaştığımız göletlerin buz gibi sularında giyinik halde yüzmemize ne dersiniz?
Peki...Geçit vermeyen yerlerden iple tırmanmaya ne dersiniz...
Mola dere kenarında verildi, bir yandan birinci yıl dönümünü kutlayacağımız ve “Ustabaşı Hünerli Selim” tarafından üretilen “çaydanlıkta tavuk sote” hazırlanmakta bir yandan da bendeniz dâhil kimileri de dere içinde keyif çatmakta…
Hem de çocukluğum dâhil bu yaşıma kadar hiç denemediğim “ayağımdaki lafuma botumu tas gibi kullanarak dere içinde yıkanmak bu coşkuya Ayşegül de birkaç bot su dökmekle katılıyor…
Kısır, patates salatası ve fotoğrafta gördüğünüz Reşat Usta “salata ekibinin” lezzetli salatası… 
