kartalkaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kartalkaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Şubat 2012

DORUKKAYA'DA KAR BEYAZI...

DORUKKAYA’DA KAR BEYAZI...


Bu kez Türkiye’nin, en iyi kayak pistlerinin olduğu DorukKaya Ski ve Mountain Resort Kayak Merkezindeyiz..
Organizasyonu Anadolu Dağcılık kulübünden Sevgili Ajda Demircibaşıoğlu yaptı... İyi ki de yapmış muhteşem ve uzun süre zihnimizde kalacak bir kayak keyfi idi...
Yazımda bahsedeceğim gibi o kadar çok konu var ki etkili olanları sıraya koymak istiyorum... Öncelikle yolculuk Ulusoy firması ile yapıldı, yeme içme ve skipass’a kadar tüm faaliyetler çok iyi koordine edilmiş, Ajda ise her zaman ki gibi çok iyi ve güler yüzlü bir kulüp rehberliği yaptı...
 
Gülay’la beni öncelikle etkileyen şey; kayak pistlerinde sadece kayak yapmak amaçlı gelenler vardı.
Gezinti yapmak isteyenler ya da mangal yapmak isteyenlerle pistte karşılaşmadık... Bize göre, Türkiye’de Kayak Merkezlerinde güvenlik kuralları deyince pist kenarlarındaki çitler akla geliyor...

Oysa zirvedesiniz önünüze Ilgaz’da, Uludağ’da olduğu gibi yaya gezinti yapanlar çıkıveriyor! Hızınızı düşünün? Aman Allahım?

Avusturya'dan gelen mühendisler tarafından projelendirilen Dorukkaya Snowpark'ı ile düzenlenen kayak pistleri de çok iyi... Kayarken Kayağınıza dolanan snowboard’cu da pek az...
DorukKaya Kayak Merkezinin diğer hoşumuza giden tarafı, farklı zorluk derecelerinde ve 1850 metreden 2200 metreye kadar yükseklikte, 8 ski - lift ve çeşitli uzunluklarda ve birbirleriyle bağlantılı; 11 kayak pisti ile her seviyedeki kayakçıya uzun soluklu kayma zevkini tattırıyor...
Gülay’la birlikte saat 1100 de başladığımız ve her biri çeşitli pistlerden geçerek 8 ila 10,5 km lik  etaplar yaptık... Fazla zorlanmayalım diye etabı 52 km lik kayışla tamamladık... Manzara muhteşem... Hava muhteşem... Ekip muhteşem idi...
Özellikle 2200 metreden 1550m aşağı dik yamaçtan süratle kayış muhteşem bir duyguya kaptırıyor insanı... Gülay,  önümde ben onu izlemeye çalışıyorum ama çok süratli yetişemiyorum...
“Sürat” ve “güvenlik” ikisi aslında birbiriyle uyumsuz gibi görünse de... İnsanın yaşamı da aslında güvenlik ve güvenliksizlikler sarmalı değil mi?Aklınıza “olumsuzlukları” getirmediğiniz ve sadece o anı;  ruhen ve bedenen yaşayıp, yoğunluğunuzu kaymaya ve kendi benliğinize verdiğinizde; “tüm olumsuz düşüncelerin” size uğramadığını ancak teleski ile yukarı doğru tırmanışınızda düşünebiliyorsunuz...
Bu düşünceye de o kadar uzun boylu takılamıyorsunuz. Yoksa bu kez teleskiden düşüp, kayaklarınızı omuzlayıp yürüyerek bin bir zorluklarla zirveye pist başı yapmak zorunda kalabiliyorsunuz...
Kısacası kayak yapmak; bize göre en iyi meditasyon şekillerinden biri... “Doğa, siz ve sizinle bütünleşmiş kayak ve teçhizatınız”... Ve “yanınızda ki can yoldaşınız”...
O denli” gizemli bir etkileşim” ki, sonunda bu “gizemli duru etkileşim” sizde bir alışkanlık hatta yaşam boyu tiryakilik yapıyor...
Hatta yıllar sonra “Gizemli duru etkileşimle” elde ettiğiniz deneyimi “tüm yaşam felsefenize” hakim kılmaya: Bu alışkanlığın yaptığınız veya yapacağınız hobilere nedenli etki ettiğini de görmeye başlıyorsunuz.
 
İsterseniz yaptığınız doğa etkinlikleri ve sporlarını aklınızdan bir kez geçirin; benim yaptığım sporları sıraladığımda bu alışkanlığın uzun yıllar yapmış olduğum “yüzme” ‘nin de etkisiyle dağcılık, doğa yürüyüşü, kayak, golf, yoga ve meditasyon...
  Neden bu konuya girdiğimi merak ettiniz değil mi? Hemen anlatayım...
Yaptığınız sporları ve doğa etkinliklerini ne kadar severek yapsanız da: Zorluklar ve mücadele yok mu?
Acı ve hastalıklar yok mu? 
Olumsuzluklarla, tehlikelerle karşılaşma yok mu? Soruları ile karşılaşmamız...
Arkadaşlarla konuşurken ya da blog okuyucularımızın sorularından; sanki hiçbir olumsuzlukla ya da sağlık sorunlarıyla karşılaşılmıyor gibi bir algılama ortaya çıkıyor?
Öyle bir şey olabilir mi?
Yukarıda sıralanan olumsuzluklarla da karşılaşıyorsunuz!
Sadece karşılaşmadıklarınızın; iç dünyanızda barındırdığınız gizemli Allah inancı ve yanı başınızda duran can yoldaşınızla birlikte yeneceğiniz; çaresizlik ve zorun üstesinden gelememe, kuvvetsizlik ve Ulu tanrının verdiği aklı kullanamama düşüncelerinin olmadığını; “tüm zorlukların aşılmak” için olduğunu fark edebiliyorsunuz.
Keyif ve O gizemli duru, arındırıcı rahatlama;  işte bu tüm zorluklar ve katlanmalar neticesinde elde ettiğiniz bir ödül olarak karşınıza çıkıyor...
 
Dorukaya zirvesinden ta ilerilere Köroğlu Dağlarının derinliklerine bakıyorsunuz... Her taraf bembeyaz yer yer koyu yeşil ormanlık yerler... Kar beyazlığının ufuk çizgisi üzerinde ki gökyüzünün buz mavilikleri, bulutların bir ressamın tual üzerine sürdüğü fırça darbelerini andıran beyazlıkları ile süsleniyor...
Ve biz oralara ulaşmak istercesine kendimizi yamaçlardan aşağı bırakıyoruz... Kulağımızda; kayakların çıkardığı sesler, bir müzik aletinin tınıları gibi yankılanıyordu...

Rüzgar; yanaklarınızı tırmalıyor... Aldırış etmiyorduk, tüm isteğimizin: Ta! Oralara ulaşamasak da; Rüzgarın ta o uzaklardan getirdiği soğucacık güzelliklerine dokunabilmek ve bir avuç alabilmek, olduğunu hissediyorduk...
Artık pis sonuna geldiğimi; Gülay’ın, Mehmet “yemek vakti geldi” uyarısıyla anlıyordum...
Mangal öylesine güzel hazırlanmıştı ki... Hemen arkadaşlarla mangal başı keyfini yaptık...

Sonra biraz kafe açık alanında biraz da kafe içinde dinlenmek için kaymaya ara verdik...
Gerek doğa manzarası gerekse kayak severlerin coşkusu coşkumuzu daha da artırıyordu...
Dinlenme sonrası çok hoşumuza giden korumalı telesiyejle tekrar zirveye çıkışa başladık...

Telesiyejin açık mavi renkli korumasını kapadığımızda kendimizi aya inecek astronatlara benzettik...
Her defasında aynı zevki aldık diyebilirim...Artık  öğleden sonra olmuş hava da oldukça soğumaya başlamıştı... Hatta telesiyej korumalı olmasaymış sanırım bu rüzgarlı havada zirveye çıkamayacakmışız...
Zirveye son çıkışımızda, dinlenmek ve muhteşem manzarayı seyrederken salep içmeyi ihmal etmedik...
Sandalyelere oturduğumuz da gün boyu yorgunluğu hissettik... Güzel bir yorgunluktu ve gizemli duru bir etkileşemi yaşıyorduk...
Biraz daha gayret gerekiyordu.... 5-6 km lik bir kayış sonrası Dorukaya Kayak zevkini perçimledik...
İstanbul’a Dönüş yolculuğu 6-7 saat sürdü diyebilirim...
Gözümüzün önünde sadece ve sadece Bembeyazlık ve rüzgarla yarışımız vardı...
Bir de ara sıra Rüzgarın, yanaklarımızı tırmalayışı ile Ruhumuzda ki doğanın “gizemli duru bir etkileşimi”...
Gülay &Mehmet YÜCEBİLGİÇ
ŞUBAT 2012
DORUKKAYA- KARTALKAYA -BOLU

19 Mart 2010

2010 KIŞI GERİDE KALIRKEN

2010 KIŞI GERİDE KALIRKEN...ULUDAĞ'DA KAYAK
Kış ayları geride kaldı derken; bir haftalık Kış tatili yapma fırsatı bulduğum da hemen değerlendirmeyi düşündüm… Sıradan bir tatil değil hem oğlum ve gelinimizi görecek hem de yıllardır hayalini kurduğumuz Uludağ’da kayak fırsatı yakalayacaktık…

Yıllardır… Meslekte alışkanlık olacak… Otomobilimizin tekeri dönmeden tatile çıktığımıza inanamazdık… Henüz bu düşüncenin etkisini üzerimizden de atmış da değildik… İstanbul’dan Bursa’ya doğru yola çıktığımızda griye çalan gökyüzü ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmur peşimizi Bursa’da da bırakmadı…

Ertesi gün erken saatlerde Bursa’dan Uludağ’a doğru yola çıktığımızda tek düşündüğüm şey… “Düşünü kurduğum şey; eşimle birlikte kayabilecek miydik?”
Ne derler… Bir şey 40 kere söylenirse olurmuş… Ama ben bir de bunun üzerine otuz yıllık bir bekleyişi koyuyorum…
Otele yerleştikten hemen sonra; hep birlikte öncelikle kayak yapmaya ruhen hazırlanma için;

çevreyi dolaşmaya çıktık… Her taraf bembeyaz telesiyejler dolu… Koşar adımlarla zirveye çıkarcasına peşi peşine yukarı tırmanıyor… Kimi kayakçıların yüzündeki endişe kiminin de güven açıklıkla okunuyor… Kayak pisti dolu… Snowboardcular kayakçıları öylesine biçiyor ki... Akıl almaz… Aynı pisti kullanıyorlar…

Köknarlar, mavi ladinler… Geceki donun etkisinden yeni yeni kurtuluyorlar… Üzerlerindeki beyaz konfetiler bir bir dökülüyor… Bir altındaki dalın üzerine… Zirveye doğru çıktığımız da gökyüzünün tüm görkemi karşımıza çıkıyor… Hemen koşuyoruz… Birbiri ardına bu güzellikte yer almak için pozlar veriyoruz…

Tüm benliğimle doğaylabaşbaşa’lığı yudumluyorum…
Nefesimi öylesine yavaş alıp verdiğimin sonradan ayırdına varıyorum… Bu buz gibi berrak ve büyüleyici havanın ve tüm görkemi ile karşımda uzanan dağlarla bezenmiş manzaranın gizemini bozmaktan korkuyorum…

Sanki nefesimin hırıltısından tüm bu güzellikler korkup kaçacaklar hissi, daha yavaş nefes almamı ve konuşmamamı sağlıyor…

Bana hemen doğanın uçlarında Yoga, Reiki, Tai çi veya Sofi yetenekleri deneyimleme çabası içindekileri anımsattı…

İçimdeki biri şöyle konuşuyor: “Yaşam tüm tantanalara rağmen devam ediyor… Ve sen bu tantanalar içinde “ruhunu arındırma” peşindesin… Otuz yılı aşkın… İçinde yetiştirdiğin ancak soldurmadığın… Soldurmak derken şunu demek istiyorum…

Aslında benliğinde taşıdığın ama kullanmaya pek de vakit bulamadığın potansiyelin ayırdına varmış ve geçen süreci “ yazık ettiğimiz yaşam olarak algılamıyorsun” … Ve bu felsefenin oluşmasında, tüm sıkıntılı anlarında dahi destekleyen, seni yolda bırakmayan ve şuanda her şeyi paylaşmayı hak eden sevgili eşin…”

Birden Ta uzaklarda! Siyah kar yüklü bulutlarla ak bulutlar birbirleriyle yer değiştiriyor… Ne kadar da hızlı yürüyorlar… Bu bulut katmanında ki hareketlilik, Uludağ’ın önümüzdeki günlerde daha da beyaza bürüneceğini muştuluyordu… İşte bu andan yararlanmak da bize düşüyordu… Ancak her zaman olduğu gibi abartıya kaçmadan… Abartı bildiğiniz gibi göreceli bir kavram…

Kimi günde dört saat kayar kimi yarım saat… Katlanabileceğin seviye önemli… Keyif almak için katlanmak şart mı? Diye sorduğunuzu duyar gibiyim… Katlanma olmadan keyif olmaz... Genel kural bu…

İsterseniz… Yaşadıklarımızla birlikte anlatayım… Birinci ve ikinci gün… Kayakta Unutulanların hatırlanması… Ve zorlanmalar… Kasların devrik çalışması nedeniyle gece uyumak isteseniz de uyuyamamanız… Sonra ki günler… Şans eseri eski dostlarla karşılaşmalar ve kayağı çok iyi bilen arkadaşlardan teknikleri öğrenmek ve uygulamak… Dönünceye kadar kaymak ve kaymak…

Bu arkadaşların öğretisinde tüm teknikleri bir bir uygulamak… Onların adını anmazsam sanırım… Ayıp olur… Sevgili hocamız… Ve arkadaşlarımız… “Orhan Ünal ve Hasan Üner”… Verdikleri emekler için çok teşekkür ediyoruz… Ekip ruhumuzu pekiştiren Ömer Emine ve Uğur Ufuk arkadaşlarımızı unutmak mümkün değil...

Yalnıza kaldığımızda Gülay’la birlikte kaymanın keyfini öylesine aldım ki… Mükemmeldi… Bu arada kayarken köpeklerin kovalamasına da yakalandık, kayarken gelip sarılarak düşürenlerle de karşılaştık…

Ancak… Öyle deneyimler kazandık ki… Sisli ve puslu havada da, yağmurlu, buzlu ve kar yağarken ki hava koşullarında da kaydık… Her koşula göre tekniği tekrar etme fırsatı yakaladık… Sanırım bu noktada önemli olan husus; değişikliklerin ayırdına varmak ve hissetmek olsa gerek…

Kayaklar üzerinde karlara bürünmüş doğanın içinde kayarken: Birbiri ardına ayak başparmaklarından başlayıp kaval kemiklerinin bota yaslanması, dizlerin uyumlu kırılmaları, kalçanın daima dağa dönük olması, göğüsün vadiye bakması, vücudun geri kalanının dik ve kolların güvenli olarak yanda oluşu, karşılaştığın olağanüstü durumlarda tüm dikkatin geçeceğin kadar alana ve ileri verilmesi…

Tüm bu hareketlerin bir estetik ve denge içinde yapılması… Uyumu yakaladığın an… Meditasyondan farklı bir durumla karşılaşmıyorsun… Doğa içinde uçan sen… Ve yanında sevdiğin… Aslında tüm bu anlattıklarıma odaklanma; korkunun kovulmasına neden oluyor… Riski göğüslerim diyorsun… Elde ettiğin ve zorluklar içinden çıkartıp tattığın tat bir başka lezzette oluyor… Kısacası; Olumlu düşünmek ve inanmak, kendine ve can dostuna güvenmek…
İçinden şüphe ve korkuyu atamadığın an… Kayamazsın… Düşersem, bir yanım burkulur ya da kırılırsa… Sa’ları uzatabiliriz… Riski göze almadığın an… Odadan dışarı çıkamazsın… Doğaldır ki riskin de önem dereceleri var, kabul edilebilir olanı veya kabul edilemez olanı, her şey sende ve yanında ki “eşinde” (body), can dostunun desteğinde…

Kayakla kaymayı; ufak tefek düşmeler, incinmeler haricinde, tamamlandığında; yorgunluğun sadece bedeninin her bir katmanında olduğunu duyumsuyor ve ah vah… Diyebiliyorsun… Bu ahlar vahlar keyfi ötelemiyor… Çünkü… Ruh zinde, beyin ve zihin kar aklığında dingin…

İşte o an iyi ki otuz yılı aşkın süre bugünün hayalini söndürmedim diyorsun…

Hayatın aslında sanıldığından çok daha kolay olduğunu hissediyorsun…

Ve kendini daha iyi “tanımaya” ve sonra” yanındakini fark etmeye” başlıyorsun… Güneşin ara sıra göz kırptığı… Çamlarla bezenmiş doğanın bağrında… Mavi ladinin dalları üzerindeki konfeti yağmurunu andıran kar tanelerinin arasından bakarken…

Seneye deneyimlerimizi artıracağımız bir kış dileğiyle…



MEHMET YÜCEBİLGİÇ

BURSA

07/14 MART2010