youtube etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
youtube etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Şubat 2012

DORUKKAYA'DA KAR BEYAZI...

DORUKKAYA’DA KAR BEYAZI...


Bu kez Türkiye’nin, en iyi kayak pistlerinin olduğu DorukKaya Ski ve Mountain Resort Kayak Merkezindeyiz..
Organizasyonu Anadolu Dağcılık kulübünden Sevgili Ajda Demircibaşıoğlu yaptı... İyi ki de yapmış muhteşem ve uzun süre zihnimizde kalacak bir kayak keyfi idi...
Yazımda bahsedeceğim gibi o kadar çok konu var ki etkili olanları sıraya koymak istiyorum... Öncelikle yolculuk Ulusoy firması ile yapıldı, yeme içme ve skipass’a kadar tüm faaliyetler çok iyi koordine edilmiş, Ajda ise her zaman ki gibi çok iyi ve güler yüzlü bir kulüp rehberliği yaptı...
 
Gülay’la beni öncelikle etkileyen şey; kayak pistlerinde sadece kayak yapmak amaçlı gelenler vardı.
Gezinti yapmak isteyenler ya da mangal yapmak isteyenlerle pistte karşılaşmadık... Bize göre, Türkiye’de Kayak Merkezlerinde güvenlik kuralları deyince pist kenarlarındaki çitler akla geliyor...

Oysa zirvedesiniz önünüze Ilgaz’da, Uludağ’da olduğu gibi yaya gezinti yapanlar çıkıveriyor! Hızınızı düşünün? Aman Allahım?

Avusturya'dan gelen mühendisler tarafından projelendirilen Dorukkaya Snowpark'ı ile düzenlenen kayak pistleri de çok iyi... Kayarken Kayağınıza dolanan snowboard’cu da pek az...
DorukKaya Kayak Merkezinin diğer hoşumuza giden tarafı, farklı zorluk derecelerinde ve 1850 metreden 2200 metreye kadar yükseklikte, 8 ski - lift ve çeşitli uzunluklarda ve birbirleriyle bağlantılı; 11 kayak pisti ile her seviyedeki kayakçıya uzun soluklu kayma zevkini tattırıyor...
Gülay’la birlikte saat 1100 de başladığımız ve her biri çeşitli pistlerden geçerek 8 ila 10,5 km lik  etaplar yaptık... Fazla zorlanmayalım diye etabı 52 km lik kayışla tamamladık... Manzara muhteşem... Hava muhteşem... Ekip muhteşem idi...
Özellikle 2200 metreden 1550m aşağı dik yamaçtan süratle kayış muhteşem bir duyguya kaptırıyor insanı... Gülay,  önümde ben onu izlemeye çalışıyorum ama çok süratli yetişemiyorum...
“Sürat” ve “güvenlik” ikisi aslında birbiriyle uyumsuz gibi görünse de... İnsanın yaşamı da aslında güvenlik ve güvenliksizlikler sarmalı değil mi?Aklınıza “olumsuzlukları” getirmediğiniz ve sadece o anı;  ruhen ve bedenen yaşayıp, yoğunluğunuzu kaymaya ve kendi benliğinize verdiğinizde; “tüm olumsuz düşüncelerin” size uğramadığını ancak teleski ile yukarı doğru tırmanışınızda düşünebiliyorsunuz...
Bu düşünceye de o kadar uzun boylu takılamıyorsunuz. Yoksa bu kez teleskiden düşüp, kayaklarınızı omuzlayıp yürüyerek bin bir zorluklarla zirveye pist başı yapmak zorunda kalabiliyorsunuz...
Kısacası kayak yapmak; bize göre en iyi meditasyon şekillerinden biri... “Doğa, siz ve sizinle bütünleşmiş kayak ve teçhizatınız”... Ve “yanınızda ki can yoldaşınız”...
O denli” gizemli bir etkileşim” ki, sonunda bu “gizemli duru etkileşim” sizde bir alışkanlık hatta yaşam boyu tiryakilik yapıyor...
Hatta yıllar sonra “Gizemli duru etkileşimle” elde ettiğiniz deneyimi “tüm yaşam felsefenize” hakim kılmaya: Bu alışkanlığın yaptığınız veya yapacağınız hobilere nedenli etki ettiğini de görmeye başlıyorsunuz.
 
İsterseniz yaptığınız doğa etkinlikleri ve sporlarını aklınızdan bir kez geçirin; benim yaptığım sporları sıraladığımda bu alışkanlığın uzun yıllar yapmış olduğum “yüzme” ‘nin de etkisiyle dağcılık, doğa yürüyüşü, kayak, golf, yoga ve meditasyon...
  Neden bu konuya girdiğimi merak ettiniz değil mi? Hemen anlatayım...
Yaptığınız sporları ve doğa etkinliklerini ne kadar severek yapsanız da: Zorluklar ve mücadele yok mu?
Acı ve hastalıklar yok mu? 
Olumsuzluklarla, tehlikelerle karşılaşma yok mu? Soruları ile karşılaşmamız...
Arkadaşlarla konuşurken ya da blog okuyucularımızın sorularından; sanki hiçbir olumsuzlukla ya da sağlık sorunlarıyla karşılaşılmıyor gibi bir algılama ortaya çıkıyor?
Öyle bir şey olabilir mi?
Yukarıda sıralanan olumsuzluklarla da karşılaşıyorsunuz!
Sadece karşılaşmadıklarınızın; iç dünyanızda barındırdığınız gizemli Allah inancı ve yanı başınızda duran can yoldaşınızla birlikte yeneceğiniz; çaresizlik ve zorun üstesinden gelememe, kuvvetsizlik ve Ulu tanrının verdiği aklı kullanamama düşüncelerinin olmadığını; “tüm zorlukların aşılmak” için olduğunu fark edebiliyorsunuz.
Keyif ve O gizemli duru, arındırıcı rahatlama;  işte bu tüm zorluklar ve katlanmalar neticesinde elde ettiğiniz bir ödül olarak karşınıza çıkıyor...
 
Dorukaya zirvesinden ta ilerilere Köroğlu Dağlarının derinliklerine bakıyorsunuz... Her taraf bembeyaz yer yer koyu yeşil ormanlık yerler... Kar beyazlığının ufuk çizgisi üzerinde ki gökyüzünün buz mavilikleri, bulutların bir ressamın tual üzerine sürdüğü fırça darbelerini andıran beyazlıkları ile süsleniyor...
Ve biz oralara ulaşmak istercesine kendimizi yamaçlardan aşağı bırakıyoruz... Kulağımızda; kayakların çıkardığı sesler, bir müzik aletinin tınıları gibi yankılanıyordu...

Rüzgar; yanaklarınızı tırmalıyor... Aldırış etmiyorduk, tüm isteğimizin: Ta! Oralara ulaşamasak da; Rüzgarın ta o uzaklardan getirdiği soğucacık güzelliklerine dokunabilmek ve bir avuç alabilmek, olduğunu hissediyorduk...
Artık pis sonuna geldiğimi; Gülay’ın, Mehmet “yemek vakti geldi” uyarısıyla anlıyordum...
Mangal öylesine güzel hazırlanmıştı ki... Hemen arkadaşlarla mangal başı keyfini yaptık...

Sonra biraz kafe açık alanında biraz da kafe içinde dinlenmek için kaymaya ara verdik...
Gerek doğa manzarası gerekse kayak severlerin coşkusu coşkumuzu daha da artırıyordu...
Dinlenme sonrası çok hoşumuza giden korumalı telesiyejle tekrar zirveye çıkışa başladık...

Telesiyejin açık mavi renkli korumasını kapadığımızda kendimizi aya inecek astronatlara benzettik...
Her defasında aynı zevki aldık diyebilirim...Artık  öğleden sonra olmuş hava da oldukça soğumaya başlamıştı... Hatta telesiyej korumalı olmasaymış sanırım bu rüzgarlı havada zirveye çıkamayacakmışız...
Zirveye son çıkışımızda, dinlenmek ve muhteşem manzarayı seyrederken salep içmeyi ihmal etmedik...
Sandalyelere oturduğumuz da gün boyu yorgunluğu hissettik... Güzel bir yorgunluktu ve gizemli duru bir etkileşemi yaşıyorduk...
Biraz daha gayret gerekiyordu.... 5-6 km lik bir kayış sonrası Dorukaya Kayak zevkini perçimledik...
İstanbul’a Dönüş yolculuğu 6-7 saat sürdü diyebilirim...
Gözümüzün önünde sadece ve sadece Bembeyazlık ve rüzgarla yarışımız vardı...
Bir de ara sıra Rüzgarın, yanaklarımızı tırmalayışı ile Ruhumuzda ki doğanın “gizemli duru bir etkileşimi”...
Gülay &Mehmet YÜCEBİLGİÇ
ŞUBAT 2012
DORUKKAYA- KARTALKAYA -BOLU

6 Kasım 2009

DİŞ AĞRISI ÜZERİNE BİR DENEME

DİŞ AĞRISI ÜZERİNE BİR DENEME
Kaldı ki olaylar benzer olmasa da; bağlantı kurduğum ve yazmak istediğim şey: Yaşamın her zaman karşılaştığımız ama uç noktaları olarak algılamadığımız anları veya süreçleri üzerine bir deneme…
Yaşamımızda; karşılaşıp da pek de önemseyip üzerinde düşünmediğimiz yeknesak olaylar dizininin; aslında ruhumuzda nasıl bir devinim yarattığını pek düşünmez ve ayırdına varmayız…
Oysa Ünlü Türk düşünürü Ahmet Yesevi’den tutun da Nietzsche ‘ye ve burada adını yazamadığım pek çok düşünüre kadar bu noktaları çok iyi izleyip ruhlarındaki ve bedenlerindeki acı ve açmazların üzerinden gelebilmiş ve devasa eserlerini ve düşüncelerini ortaya koyabilmişlerdir.
İşte böyle bir düşünce dizininden sonra; diş ağrımın ve aylardır inatla kanal tedavisi için çektiğim acının, usumdaki yansımalarını sizinle paylaşmak istedim…
Bu dördüncü aydır… Dişten çektiğimi son yıllarda hiçbir şeyden çekmedim diyebilirim… Doğrusu… Blog sayfamızı takip edenler de Yarabbi… Ne şanslı kullar… Gam yok tasa yok… Ne ala gez dur… Deyişlerini… Duyar gibiyim… Olsun siz yine aynı düşüncenizi söylemeye devam edebilirsiniz?
Oysa yaşamın tüm koşulları da tek düze değil aynı doğa ve koşulları gibi kolaylıkları da var zorlukları da… Yaşanıyor ve üstesinden gelme becerinize göre ya altında kalıp eziliyorsunuz… Ya da sendeliyor ve sonra da kalan veya yeniden kazanılan güçle, kalkarak mücadeleye devam ediyorsunuz…
Şimdi bu düşünceme siz diyeceksiniz ki!
“Bu mücadele sadece “sağlığımızda ki bedensel olumsuzluklarla” değil ki bir de bunlara “ekonomik zorlukların” etkisiyle iç içe geçerek “varlığımızın etrafında çemberler oluşturduğumuz”… Diğer pisiko_sosyal veya psiko_somatik yani “ruh ve bedenimizin dengesizliğini “sağlayan olumsuzlukları da ekleyemez miyiz?”
İşte ben de… Bu noktayı dile getirmek istiyorum… Tek kelimeyle… Anlatmak istediğim şey de… Burası… Psiko_somatik sorunlarımızın… Temeli… Başlangıcı… Nerede?
• Dişiniz ağrıyor… “Ağrı ile baş başa kaldığınızda”; tüm dikkatiniz, öncelikle kanal tedavisi için oyulan dişinizin kovuğunda nabzınız ta… Orada atıyor… Oysa nabzınızın attığı yer alışageldiğimiz gibi… Bilekte veya şah damarının üzeri olması gerek mezmi? Ama öyle değil?
Ağrı ve acı şiddetlendikçe bedeninizde esen rüzgâr bu kez sizi… Ruhunuzdaki yarım kalmış, onarılmamış, kaşıyınca hemen kanayacak şuur altınızdaki “açıkta kalmışlıklara” sürükleyiveriyor…
• Kırıp dökmelerimizi,
• Kaybedişlerimizi,
• Gelgitlerimizi,
• Karmaşalarımızı,
• Pişmanlıklarımızı,
• Geç kalışlarımızı,
• Elden kaçırmalarımızı,
• Emeklerimizi,
• Hazır yiyiciliğimizi,
• Güçsüzlüklerimizi,
• Sıradanlığımızı,
• Küçük düşmelerimizi,
• Utançlarımızı,
• Hor görülmelerimizi. Anımsatıveriyor…
• Sonra birden farkına varıyorsunuz…
• Benim dişim mi ağrıyor… Yoksa ruhum mu?
Demek ki… Acı olunca onun da yeri “bedenden ruha sıçrayıveriyormuş”… Değişiveriyormuş?
“Ruhsal ve bedensel acıların sarmalından” daha fazla boğuşmadan hemencecik çıkmak istiyorsunuz… Ama çıkamıyorsunuz… Ve bir şeylere tutunma ihtiyacınızın olduğunu anımsıyorsunuz… Size Gri bulutların arasından göz kırpan güneşin altın saçlı şuleleri gibi…
İşte o kâbustan uyandıracak iki tutamak var;
Birincisi varsa sevdiğinin “ ilgisi ve Şefkati”,
• Diğeri ise “doğanın cömert ve duru kucağı”:
Direnç ve dayanma gücünüzün artmaya başladığının ve düzlüğe çıktığınızın muştucusu bu iki şey…
Muştularınızın hep artması dileğiyle…
Mehmet YÜCEBİLGİÇ
6 KASIM 2009