DİŞ AĞRISI ÜZERİNE BİR DENEME
Kaldı ki olaylar benzer olmasa da; bağlantı kurduğum ve yazmak istediğim şey: Yaşamın her zaman karşılaştığımız ama uç noktaları olarak algılamadığımız anları veya süreçleri üzerine bir deneme…
Yaşamımızda; karşılaşıp da pek de önemseyip üzerinde düşünmediğimiz yeknesak olaylar dizininin; aslında ruhumuzda nasıl bir devinim yarattığını pek düşünmez ve ayırdına varmayız…
Oysa Ünlü Türk düşünürü Ahmet Yesevi’den tutun da Nietzsche ‘ye ve burada adını yazamadığım pek çok düşünüre kadar bu noktaları çok iyi izleyip ruhlarındaki ve bedenlerindeki acı ve açmazların üzerinden gelebilmiş ve devasa eserlerini ve düşüncelerini ortaya koyabilmişlerdir.
İşte böyle bir düşünce dizininden sonra; diş ağrımın ve aylardır inatla kanal tedavisi için çektiğim acının, usumdaki yansımalarını sizinle paylaşmak istedim…
Bu dördüncü aydır… Dişten çektiğimi son yıllarda hiçbir şeyden çekmedim diyebilirim… Doğrusu… Blog sayfamızı takip edenler de Yarabbi… Ne şanslı kullar… Gam yok tasa yok… Ne ala gez dur… Deyişlerini… Duyar gibiyim… Olsun siz yine aynı düşüncenizi söylemeye devam edebilirsiniz?
Oysa yaşamın tüm koşulları da tek düze değil aynı doğa ve koşulları gibi kolaylıkları da var zorlukları da… Yaşanıyor ve üstesinden gelme becerinize göre ya altında kalıp eziliyorsunuz… Ya da sendeliyor ve sonra da kalan veya yeniden kazanılan güçle, kalkarak mücadeleye devam ediyorsunuz…
Şimdi bu düşünceme siz diyeceksiniz ki!
“Bu mücadele sadece “sağlığımızda ki bedensel olumsuzluklarla” değil ki bir de bunlara “ekonomik zorlukların” etkisiyle iç içe geçerek “varlığımızın etrafında çemberler oluşturduğumuz”… Diğer pisiko_sosyal veya psiko_somatik yani “ruh ve bedenimizin dengesizliğini “sağlayan olumsuzlukları da ekleyemez miyiz?”
İşte ben de… Bu noktayı dile getirmek istiyorum… Tek kelimeyle… Anlatmak istediğim şey de… Burası… Psiko_somatik sorunlarımızın… Temeli… Başlangıcı… Nerede?
• Dişiniz ağrıyor… “Ağrı ile baş başa kaldığınızda”; tüm dikkatiniz, öncelikle kanal tedavisi için oyulan dişinizin kovuğunda nabzınız ta… Orada atıyor… Oysa nabzınızın attığı yer alışageldiğimiz gibi… Bilekte veya şah damarının üzeri olması gerek mezmi? Ama öyle değil?
• Ağrı ve acı şiddetlendikçe bedeninizde esen rüzgâr bu kez sizi… Ruhunuzdaki yarım kalmış, onarılmamış, kaşıyınca hemen kanayacak şuur altınızdaki “açıkta kalmışlıklara” sürükleyiveriyor…
• Kırıp dökmelerimizi,
• Kaybedişlerimizi,
• Gelgitlerimizi,
• Karmaşalarımızı,
• Pişmanlıklarımızı,
• Geç kalışlarımızı,
• Elden kaçırmalarımızı,
• Emeklerimizi,
• Hazır yiyiciliğimizi,
• Güçsüzlüklerimizi,
• Sıradanlığımızı,
• Küçük düşmelerimizi,
• Utançlarımızı,
• Hor görülmelerimizi. Anımsatıveriyor…
• Sonra birden farkına varıyorsunuz…
• Benim dişim mi ağrıyor… Yoksa ruhum mu?
• Demek ki… Acı olunca onun da yeri “bedenden ruha sıçrayıveriyormuş”… Değişiveriyormuş?
“Ruhsal ve bedensel acıların sarmalından” daha fazla boğuşmadan hemencecik çıkmak istiyorsunuz… Ama çıkamıyorsunuz… Ve bir şeylere tutunma ihtiyacınızın olduğunu anımsıyorsunuz… Size Gri bulutların arasından göz kırpan güneşin altın saçlı şuleleri gibi…
İşte o kâbustan uyandıracak iki tutamak var;
• Birincisi varsa sevdiğinin “ ilgisi ve Şefkati”,
• Diğeri ise “doğanın cömert ve duru kucağı”:
Direnç ve dayanma gücünüzün artmaya başladığının ve düzlüğe çıktığınızın muştucusu bu iki şey…
Muştularınızın hep artması dileğiyle…
Mehmet YÜCEBİLGİÇ
6 KASIM 2009
Kaldı ki olaylar benzer olmasa da; bağlantı kurduğum ve yazmak istediğim şey: Yaşamın her zaman karşılaştığımız ama uç noktaları olarak algılamadığımız anları veya süreçleri üzerine bir deneme…
Yaşamımızda; karşılaşıp da pek de önemseyip üzerinde düşünmediğimiz yeknesak olaylar dizininin; aslında ruhumuzda nasıl bir devinim yarattığını pek düşünmez ve ayırdına varmayız…
Oysa Ünlü Türk düşünürü Ahmet Yesevi’den tutun da Nietzsche ‘ye ve burada adını yazamadığım pek çok düşünüre kadar bu noktaları çok iyi izleyip ruhlarındaki ve bedenlerindeki acı ve açmazların üzerinden gelebilmiş ve devasa eserlerini ve düşüncelerini ortaya koyabilmişlerdir.
İşte böyle bir düşünce dizininden sonra; diş ağrımın ve aylardır inatla kanal tedavisi için çektiğim acının, usumdaki yansımalarını sizinle paylaşmak istedim…
Bu dördüncü aydır… Dişten çektiğimi son yıllarda hiçbir şeyden çekmedim diyebilirim… Doğrusu… Blog sayfamızı takip edenler de Yarabbi… Ne şanslı kullar… Gam yok tasa yok… Ne ala gez dur… Deyişlerini… Duyar gibiyim… Olsun siz yine aynı düşüncenizi söylemeye devam edebilirsiniz?
Oysa yaşamın tüm koşulları da tek düze değil aynı doğa ve koşulları gibi kolaylıkları da var zorlukları da… Yaşanıyor ve üstesinden gelme becerinize göre ya altında kalıp eziliyorsunuz… Ya da sendeliyor ve sonra da kalan veya yeniden kazanılan güçle, kalkarak mücadeleye devam ediyorsunuz…
Şimdi bu düşünceme siz diyeceksiniz ki!
“Bu mücadele sadece “sağlığımızda ki bedensel olumsuzluklarla” değil ki bir de bunlara “ekonomik zorlukların” etkisiyle iç içe geçerek “varlığımızın etrafında çemberler oluşturduğumuz”… Diğer pisiko_sosyal veya psiko_somatik yani “ruh ve bedenimizin dengesizliğini “sağlayan olumsuzlukları da ekleyemez miyiz?”
İşte ben de… Bu noktayı dile getirmek istiyorum… Tek kelimeyle… Anlatmak istediğim şey de… Burası… Psiko_somatik sorunlarımızın… Temeli… Başlangıcı… Nerede?
• Dişiniz ağrıyor… “Ağrı ile baş başa kaldığınızda”; tüm dikkatiniz, öncelikle kanal tedavisi için oyulan dişinizin kovuğunda nabzınız ta… Orada atıyor… Oysa nabzınızın attığı yer alışageldiğimiz gibi… Bilekte veya şah damarının üzeri olması gerek mezmi? Ama öyle değil?
• Ağrı ve acı şiddetlendikçe bedeninizde esen rüzgâr bu kez sizi… Ruhunuzdaki yarım kalmış, onarılmamış, kaşıyınca hemen kanayacak şuur altınızdaki “açıkta kalmışlıklara” sürükleyiveriyor…
• Kırıp dökmelerimizi,
• Kaybedişlerimizi,
• Gelgitlerimizi,
• Karmaşalarımızı,
• Pişmanlıklarımızı,
• Geç kalışlarımızı,
• Elden kaçırmalarımızı,
• Emeklerimizi,
• Hazır yiyiciliğimizi,
• Güçsüzlüklerimizi,
• Sıradanlığımızı,
• Küçük düşmelerimizi,
• Utançlarımızı,
• Hor görülmelerimizi. Anımsatıveriyor…
• Sonra birden farkına varıyorsunuz…
• Benim dişim mi ağrıyor… Yoksa ruhum mu?
• Demek ki… Acı olunca onun da yeri “bedenden ruha sıçrayıveriyormuş”… Değişiveriyormuş?
“Ruhsal ve bedensel acıların sarmalından” daha fazla boğuşmadan hemencecik çıkmak istiyorsunuz… Ama çıkamıyorsunuz… Ve bir şeylere tutunma ihtiyacınızın olduğunu anımsıyorsunuz… Size Gri bulutların arasından göz kırpan güneşin altın saçlı şuleleri gibi…
İşte o kâbustan uyandıracak iki tutamak var;
• Birincisi varsa sevdiğinin “ ilgisi ve Şefkati”,
• Diğeri ise “doğanın cömert ve duru kucağı”:
Direnç ve dayanma gücünüzün artmaya başladığının ve düzlüğe çıktığınızın muştucusu bu iki şey…
Muştularınızın hep artması dileğiyle…
Mehmet YÜCEBİLGİÇ
6 KASIM 2009