İBERİA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İBERİA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2009

İSPANYA GEZİSİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ...

İSPANYA GEZİSİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
İspanya gezimizin son bölümünde; yazıma nelerden bahsedeyim diye düşünürken zorlanmadım dersem sizleri yanıltmış olurum…
Aklımdan geçenler… Başka… Beni etkileyenler başka idi… Sonunda yazmaya başladım... içimden geldiği gibi... Bu başlangıç beni nereye götürecek… Bilemiyorum?
Ayakizleri’nin İspanya Gezisi; öncelikle klasik bir tur gezisine benzemediğini, Ayakizleri’nin naif başkanı Hüseyin Beyin, aynı doğa yürüyüşlerinde yaptığı gibi “keşif yürüyüşlerine” benzediğini belirtmeliyim…
Nereleri gezdiğimizi fotoğraflardan göreceksiniz… Ancak hemen aklıma takılanları sıralamak ve bunlarla ilgili düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum…
Özellikle Türkiye’mde estirilen havadaki açılımın gizemi daha da iyi ortaya çıkabilecektir… Kanısındayım…
· Öncelikle Ülkede yoğun olarak işlenen Hıristiyanlık dini ve etkinliği,her alana sinmiş..
· Birlik ve beraberliği pekiştirmek üzere oluşturulan “Fuarcılık” felsefesi hala uygulanıyor ve korunuyor.
· Öldükten sonra da olsa Sanatkârlarını ve ustalarını yaşatmak ve bunların eserini dövize dönüştürmek,
· Tarihi turizmde etkin kılmak; hatta 1929 yıllarında yapılan binaları dahi müze olarak gezdirmek ve etkin kullanmak,
· 800 yüzyıllık Muhteşem Endülüs Emevilerinin yıkılmasındaki düşünce sisteminin; yöneticilerimiz ve bizlerin; göz ardı edilmemesini sağlayacak dersler çıkarmak,
· Endülüs medeniyetinin kökünden silinmesi ve şu anda hiçbir şey olmamış gibi… Davranılması; Bask’ı ayrılıkçı olarak bilirdik oysa çıbanbaşı Katalunya’nın durumu ve uyguladıkları sistemler… Merkezi yönetime vergiyi az verme… Bölgede “İSPANYOLCA’NIN KONUŞULMAMASI VE KATALANCA’NIN TEŞVİK EDİLMESİ, KATALANCA DIŞINDA KONUŞANLARI TOPLUM DIŞINA ATMA… MADRİD’İN etkisini silecek tüm girişimleri uygulama…
· AB ye girdikten sonra köylülükten kurtulan İspanya’nın, tapas’lardan çıkmayışı gayrisafi milli gelirlerini 35000 avroya çıkarmaları,
· Caddelerde rastladığınız dilencilerin özellikle Afrikalı göçmenler olduğu,
· İspanya’nın özellikle “Endülüs bölgesinde” 800 yüzyıllık bir Endülüs tarihi öyle ustalıkla silinmiş ki… Hiç kimse sen n’apıyorsun dememiş… Eski isimleri hatırlatmak bile suç… İşler duruma getirilmiş…Titizlikle uygulanmakta…
· Rehberler; tarihi geçmişi anlatırken… Kral ve Kraliçe tarafından yapılan sürgünler, işkenceler, öldürmeler ve bölgenin Hıristiyanlaştırılması… Gibi konuları yok kabul ediyor… Böyle bir şeyden haberleri yokmuş gibi davranıyor…
· İspanya’nın unutmaya çalıştığı İslami geçmişinin en önemli parçalarından biri de değiştirilen yer ve kent isimleridir…
· Şöyle ki On yıl önce şehirleri gezerken; “ NATO subaylarını gezdiren ve rehberlik yapan İspanyol subaylar dahi… Eski isimlerden hiç olmaz ise; tarihi geçmişi içinde bahsediyorlardı… Özellikle gezi esnasında ”yerel rehberlere bilerek sorduğum hiçbir soruya yeni duymuş gibi davranış gösterdiler…
· Bakın bize o zaman, Endülüs Emirliklerine başkentlik yapan şehirlerini nasıl anlatılmış…
· Endülüs tanımı; “yeni Müslümanlar” anlamında kullanılmış…
· SEVİLLA: İŞBİLİYE
· TOLEDO: TULEYTULE
· MADRİD: MUCERRİD
· GIRANADA: GIRNATA
· VALENCİYA: BELENCİYE
· BARSELONA: BARSELUNA
· MALAGA: MALAKA
Şimdi bir yazarımızın; Endülüs Sultanlarının yaptıkları hatayı, nasıl anlattığına ve nelere değindiğine… Bir göz atalım…
Endülüs Emevileri, yarımadanın kısm-ı umumisini fethedip kendi düzenlerini kurduktan sonra siyaseten ciddi bir yanlış yapmışlar..Egemenliklerindeki toprakları, kendilerine başkent yaptıkları şehirlere göre bölüp emirlikler halinde yönetmişler..Eşyanın tabiatı bu.. Bölünmenin olduğu yerde nifak olur, dirlik olmaz.. Zamanla aralarındaki düşmanlıklar o hale gelmiş ki birbirlerine karşı Katolik Kastilya ve Aragon kralları ile ittifak bile kurmuşlar..Koca bir medeniyetin gerilemesi, giderek küçülmesi böyle başlamış..
Gırnata’nın son emirlerinden Ez Zağal, halkına ve insanlarına ihanet edip topraklarını Katolik krallara sattı..
Ordusunu onların yararına dağıttı.. İhanetinin bedeli ise korkunç oldu.. Sığındığı Tunus Sultanı onun gözlerine mil çekip sokağa attı..Bir zamanlar Gırnata’nın üç milyonluk Müslüman ahalisini yöneten ve Elhamra Sarayı’nın cennet bahçelerinde sefa süren sultan sokaklarda avuç açarken “Bir zamanlar Endülüs’ün sultanıydım, şu halime bakın..” diyerek ağlıyordu..
Tam bu devirde ders alınacak tarzda…
Biraz Endülüs havasından çıkıp “Madrid” ve sonra da “Barselona’dan “ Düşünce, davranış ve ifade özgürlüğü” açısından yaşanmışlıkları göz önüne sermek isterim…
Öyle kırmızı et yemeyi özledik ki… Madrid’de…Saatler süren bir keşif sonrası bulduğumuz bir “ARJANTİN ET LOKANTISINDA” sadece on dört kişilik… Tam gece dokuza kadar kapıda bekledik… Restoranlarda yemek servisi saat 2100 de açılıyormuş… Kurallardan taviz yok…
Otobüslerle yolculuk yapıyoruz… Alışkınız ya… Koridorlarda yürümeye kurallara uymayan bizler öylesine fırça yedik ki istersen… Dolaş…
Gece 2400 büfeci kapanmak üzere bir iki bira alacağız… Kesinlikle olmaz dedi… N’olur… Demelerimiz boşuna… Adamcağız… Benim ekmeğimle oynamayın der gibiydi…
İşte aklımın karıştığı nokta da tüm bu Avrupalı dostlar kendilerine başka bize başkalar… Nerede… Tam da şurada:
· Bu ülkede sadece insanlarına sahip çıkılmıyor… Eski binalarına ve yapılarına da özen ve kuralları uygulamada tavizsiz uygulama var...Binan eski ise ve bir onarma veya bilinçli yangın çıkar… Ödeyeceğin ceza bir daha belini doğrultmuyor… Varsa da yoksa da geçmişine sahip çıkacak kurallara tam riayet…

· Yunanistan’da; “Burası demokrasinin beşiği... Diye alakası olmayan bir örnek vermek zorunda kaldım…

· Bu ülkede her türlü düşünce ve ifade hakkı vardır” diyerek, halkı Elefterios Venizelos’un heykellerini kırmaya tahrik edin isterseniz... Cezası tam iki yıldan başlıyor…Duymadınız değil mi?
· Kısacası... AB’ nin yayımladığı “ilerleme Raporu”nda bize, “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ifade özgürlüğüne aykırıdır” deme cüretini gösteren Avrupa Birliği ülkelerinin tamamı, düşünce ve ifade özgürlüğünü bir şekilde kısıtlıyor...
· Ama kendi yasaklarına sıkı sıkı sarılırken, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna hakaret ve küfür edilmesini (eleştirilmesini değil), heykellerinin kırılmasını önleyen yasanın kaldırılmasını, yoksa bizi AB’ye almalarının mümkün olamayacağını söylüyorlar...
· Ne dersiniz???
· Yazımın başında söylemiştim… Bu yazı beni nerelere götürecek diye…
Mehmet YÜCEBİLGİÇ
EKİM-2009
İSTANBUL

27 Eylül 2009

AYAKİZLERİYLE İSPANYADAKİ GEZİ İZLERİ

Nasıl bir duygudur… Bu?
Dağların ve Doğanın; onun bilinmeyenlerini keşfetme… Ne ile karşılaşacağını… Bilememe? Sadece ve sadece… Karşılaştığın anı yaşama ve yüreğinin çarpıntıları ile kucak kucağa kalma… Varsa yanında “can dostun” bu anı onunla paylaşma… Yüreğinin sağ karıncığı ile sol karıncığı arasındaki kanın bile nasıl temizlendiğini hissetme…
Ya da ya da… Dizlerinin bağının çözüldüğü anda …”Can dostunun” gözlerine bakarak ondan enerji alarak belini doğrultma isteğini kazanma ve…


Ona tutunarak kendini bir sonraki bilinmeyene sürükleme…
Bu kez keşif yeri “İSPANYA”; Yıllardır…”Doğaylabaşbaşa” olmanın alışkanlığı ve genel felsefesi ile… Sabahın köründe 170300EYLÜL2009 de İstanbul’un caddelerinde havaalanına götürecek servise binmek için; yürüyoruz… Ayakizleri’yle Atatürk Havaalanına oradan da İspanya Gezisi için; Madrid’e uçacağız…
Hüseyin beyin yapmış olduğu planlama doğrultusunda İspanya’da; Madrid_Toledo_Cordoba_
Sevilla_Ronda_Granada_El hamra sarayı_Barselona_Gırona_MontSerrat
yerleşim yerlerini
Müzeler ve ören yerleri dâhil gezmenin keyfi içinde Türkiye’mize döndük…
Yaklaşık on günlük sürede adım ölçerime baktığımda toplam yaya olarak 127 Km yapmışız… Aman be kardeşim! Aklınızın zoru ne! Der gibisiniz… Ben de inanamadım…
Ama adım ölçer öyle gösteriyor…
Aklının zoru kısmı ise “felsefe ile alakalı” olsa gerek…
Peki, bu gezi zamanını nasıl sağladık… Sabah 0600-0630 arası kalk_0200 veya 0330 da yat… Bu yatma saati… Sevilla ve Barselona’da Sabah 0500 buldu...
Yine de Gülay’la bana yetmedi diyebilirim…
İşte Doğa gezi felsefemiz ne ise; İspanya’daki gezi konsepti de aynı idi… Benim amacım… On yıl öncesi bir NATO toplantısı için gittiğim de özellikle “Toledo da bir kilisede” buraları Gülay’la birlikte görmeyi çok arzuladığımı ve bunun sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesini dilemiştim… Bu dileğim gerçekleştiği için çok mutluydum…
Diğer bir yan ise; İspanya ile bugünkü İspanya arasındaki fark ile… Gülay’la birlikte düşündüklerimiz ve Trekking parkurlarının bulunduğu MontSerrat heyecanı ile Ronda hakkında gözlemlerimiz…
Tabii ki çok iyi bildiğiniz… Endülüs ve… Katalunya… Hepsini bir arada yazmak yerine bölüm bölüm… Yazmayı düşünüyoruz…
BİRİNCİ BÖLÜM… MADRİD… VE İLK ŞOK
İberia ile uçuşumuz yaklaşık üç buçuk saat sürdü… Uçak alçalmaya başladığında Konya ovasından farklı bir görünüm yoktu… Manzara tanıdıktı… Yaklaştıkça... Eski fabrika benzeri yerlerin yıkıldığı bir inşaat seferberliği görünüyordu… Bu görünüm İspanya yolculuğumuzun sonuna kadar şehir içindeki yolların, meydanların kazılması ve binaların yenileme ve onarımı dâhil olmak üzere devam etti…
Merak ettik… Bir İspanyol’a sorduk bu inşaat nedir? Diye AB’den destek aldığınızı biliyoruz…dedik..Yardımdan haberinin olmadığını…Ancak her otonom bölge “İspanya’daki” ekonomik krizin etkisini azaltmak ve işsizliği azaltmak için; iş alanları yarattıklarını söyledi…
Bu arada Halen 17 Otonom bölge ve İki özerk Şehirden meydana gelen ve Krallık olan İSPANYA; MS. 711 yılında kurulan ve İberik yarım adasında yaklaşık 800 yıl hükümranlık süren Arap Endülüs Emevi’lerinin, 1492 yılında yıkılmasından sonra dört birleşik Krallık olarak yeniden kuruluyor…
Ve ülkede Endülüslü Müslümanlara ve Yahudilere karşı yürütülen soykırımın en önemli failleri olan Aragon Kralı İkinci Fernando ile Kastilya-Leon Kraliçesi İsabella ile birlikte (geçtiğimiz yıllarda Vatikan tarafından aziz ilân edilmişlerdi.) Yahudi ve Müslüman avı; işkencesi ve sürgünü başlıyor…
Bugün de etkisini sürdüren Katolik Hıristiyanlığın mabedi haline getiriliyor…On yıl önce İspanyol subaylar; Toledo’da kilise duvarlarında halen asılı duran kelepçelerin işkencelerde kullanıldığı ve buralara asıldığını anlatmışlardı…Ancak bu kez..İspanyol rehber…Böyle bir şeyi bilmediğini söyledi…
1936 yılından 1939 yılına kadar bildiğimiz İç Savaş yaşanıyor…
1939 Yılında Yönetime el koyan Franco dönemi… Tam 36 yıl sürüyor… Franco da İspanya’nın 3 Saç ayağı olarak KATOLİK HRİSTİYANLIK_AİLE_ORDU bağlılığını esas alıyor…
Franco’nun ölümüyle 1975 yılında Krallık dönemi tekrar başlıyor…
1986 yılında ülkedeki ayrışma sancılarının kendisine sıçramasından çekinen Fransa’nın da desteği ile Otuz altı yıllık cunta geçmişine ve AB kriterlerine uyuma bakılmadan AB içine alını veriyor…
Madrid Havaalanındayız… On yıl öncesi ile mukayese bile edilemez… Mükemmel bir yapı haline bürünmüş, bagajlarımızı almak için kat ettiğimiz yürüyen merdiven yolculuğuna yeraltı treni yolculuğu da katıldığında bizi nereye götürüyorlar diye düşünmemize neden oldu… Sonra… Madrid panaromik gezisi; gri bulutların ve çiseleyen yağmur nedeniyle bize pek keyif verdi diyemem… Ancak haklarını da yiyemem mimari tarzları ve sanatkârlarına verdikleri önem ve eserlerini koruma ve bu eserleri devam ettirme azimleri… Kendisini çok iyi yetiştirmiş Rehberimiz Tekin Bey tarafından “Madrid caddelerini Napolyon’a borçlu olduğu anlatılıyor… Ordularını geçirmek için daracık caddeler genişletilip bugünkü haline getirilmiş…
Koruma; Bakım; Temizlik; Eskiye ve sanatkârına önem verme düşüncesi; hiçbir yönetim tarafından değiştirilmemiş… Eser ve yapısını korumayan kişi ve kuruluşlara karşı aldıkları “sert önlem ve cezalar” günümüzde de devam ettiğini duyunca kendi ülkemi de göz önüne getirerek… Neler düşünmedim ki…
Başkent Madrid İspanya’nın Kastilya otonom bölgesinde... Burada gördüğümüz gönderlerde üç bayrağın yer alması bizim için değişik bir şeydi… Ortada İspanya Sağda AB: Solda ise Otonom bölge bayrağı… Şehir içinde ve şehirlerarasındaki levhalar üzerinde genelde İspanyolca seyrek olarak da İngilizce yazıyordu… Ancak bu özellik Barselona’ya ayak bastığımızda değişti… Katalunya’ya Hoş geldiniz ve Katalunya bayrağı hâkim unsur… Gariptir… Yol Levhalarında birinci sırada Katalanca ikinci sırada İngilizce Üçüncü sırada İspanyolca yer almakta idi…
Binalar ve yapılar sömürgelerden getirilen bulunmayan ürün, bitki ve eserlerle donatılmış… Müzeler… Eserlerin sergilenmesi… Tek kelime ile mükemmel…
Başlarımız binaların tepelerindeki… Kocaman heykellerde… Sonra onların altındaki işlemeli… Barok mimari tarzla bezenmiş… Binalar… Öylesine ezici etkisi altına alıyor ki… Şaşkınlığımız… Yorgunlukla birlikte daha da artmakta… Bu şaşkınlık içinde ilk yankesicilik ile; “Mayor de plaza “da tanıştık… Sonra yakamızı bırakmadı… İlk günler çantayı kaptırmamak için tüm dikkatimizi güvenliğimize vermekten… Keyifli bir şekilde dolaşamaz olduk…
Fakat en güzel çarpılmamız… Tapas’çının aynı sandviçlerin parasını hem benden hem de Abdullah Beyden almasıydı... Gülay’ın şapka ve fularını da otel odasında çalındığını fotoğrafları incelerken öğrendik… Ve karar verdim bir daha… Yurtdışına çıkışlarda rahmetli annemin usulünü uygulayacağıma söz verdim… Don içine “ Gizli kese”…
İşte bu noktada artık gezi keyfi yerini korku, endişeye dönüşmeye bırakmaya başladığında… Bir dağcının şu sözünü hatırladım… KORKU CESARETİ KIŞKIRTIR… CESARET İSE İNSANI KENDİ KADERİNİN USTASI YAPAR…
Bahsettiğim gibi amacımız… Bizi etkisi altına alacak heyecanlandıracak yeni şeyleri keşfetme ve bundan haz alma idi… Sırasıyla da bunlar gerçekleşmeye başlamıştı… Ancak sadece ŞAŞKINLIK VE BİZ NEDEN YAPAMIYORUZ… VEYA NEDEN KURALLAR BİZ TÜRKLERİ BU DENLİ SIKIYOR… DÜŞÜNCELERİNİN ETKİSİ ALTINDAYDIK…
İŞTE YENİ BİR KEŞİF İSPANYOLLARIN EVİ HALİNE GELMİŞ… TAPAS CAFELER… Dolu dolu domuzun hâkim yiyecek olarak yer aldığı bu yerlerde; biraz da ucuz ve yasak olmayan yiyeceklerden “La Paella” ve “ Kalamar” kısacası deniz ürünleri bizim… Temel yiyeceğimiz oldu…
O kadar rahat insanlar ki… Bir birayı iki saatte yudumlayabiliyorlar… Ve bu denli sohbet olmaz… Ne konuşur iki kişi arasında…Hayran olmamak elde değil… Oysa onlar da Akdenizli sayılır… Bizim gibi… Bir yetmişliği kısa sürede bitirmeleri gerekir… Öyle değil… Bir saatte tabak tabak mezeler, kebaplar, dolmalar ve benzeri ürünleri bir solukta bitiren bizlerin masa kültürü ile o denli farklılık var ki…Bu rahatlık ve Siesta…Tüm ülkede yaygın…
DEVAM EDECEK...
Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ
27EYLÜL2009_İSTANBUL