YEDİGÖLLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YEDİGÖLLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2011

YEDİGÖLLER’DE GÜZ YAPRAKLARININ SAĞANAĞINI İZLEMEK...

ROTA İLE YEDİGÖLLER’DE GÜZ YAPRAKLARININ SAĞANAĞINI İZLEMEK...



Aylar önce, Rota Doğa Grubundan Zühre’nin 12-13 Kasım 2011 günü Yedigöller’de Kamp kurup doğanın yanı başında olma fikri...

Gülay’la bana öylesine çekici gelmişti ki... Usumda ilk beliren şey, güz yapraklarının sağanağına şahit olabilmek ve o anları kayıt altına alabilmek idi.


Kamp günü yaklaşıncaya kadar devamlı hava durumunu izledik... Hatta Hava koşulları bozarsa 0 ve -5 C dereceye kadar bizi koruyabilecek giysi ve uyku tulumlarımızı ve aydınlatma cihazlarımızı da yeniledik...


Zühre’nin grubu oluşturup en son koordineleri de yapmasından sonra gece saat 2200 de varış noktamız Yedigöller olmak üzere yola koyulduk... Kaptanımız Süleyman Bey yılların deneyimini taşımasına rağmen ben bilirim havasında olmayan grup uyumlu ve her hava koşulunda güven veren bir sima...


Yol boyunca ilki Berceste ’de olmak üzere birkaç mola verildikten sonra Bolu’ya ve oradan Yedigöller’e sabaha karşı üç buçukta varmayı ve Büyük Göl kıyısında çadırları kurmayı planlamıştık... Hatta yolda uyku hallerinin dışında konuşulan konu ağaçların sarılığını koruyup koruyamadığı ve yaprakların dökülüp dökülmediği idi... Ana düşünce “Sonbahar” üzerine idi.


Bolu’ya varıp Bolu içinden Yedigöller’e doğru dağ yollarından ilerlemeye başladık ki... Önce kar yağışı ve sonra aracımızın kara saplanması ile durduk...


Saat 0330 gösteriyordu...


Kaptanımız Süleyman Bey, zincirini taktı bir müddet yol aldıktan sonra araç yolda kaymaya başladı ve bir an duraksadı ve “o an” araç içinde arkadaşlardan bazıları çekimser davranırken bazıları da sol tarafımızda ki uçurumun etkisi ile olacak geri dönelim fikrini ileri sürdüler, Gülay ve benim gibi düşünen bazı arkadaşlar da devam etmeyi düşündük...


Gerçekte bu gezinin farklılığı o “an” da kendini göstermeye başlamıştı... Sonbahara ait sarı ve kızıl beklentiler yerini, kışın mutlak sessizliğini çağrıştıran beyazına bırakmıştı...


Biraz sonra yola devam edecek miydik? Grupta yeni katılanlar var onların tepkisi ne olacak?

Sonbahar beklentisi ile “iç keşif yolculuğuna” çıkış, bu kez kar beyazının etkisi ile “bilinmeyeni keşfetmeye” dönüşmüştü?


İşte hiç olmazsa böyle kontrollü etkinliklerde Gülay ve Bendeniz; “bir insanın doğru ölçüsü olan maceracı hayat türünü sürdürmek isteğimizi yinelemek istiyorduk... Bu an Gülay’la benim keyfimizin başladığı andı...
                                YEDİGÖLLER-NAZLIGÖL
Macera dürtüsü, korkuyu kendiliğinden çağırır, bu kaçınılmaz psişik durumun karşıtlığı da yadsınamaz; bazen de korku, cesaret duygusunu kışkırtır, Cesaret ise insanı kendi kaderinin ustası yapar demişti... Ünlü İtalyan Dağcı Walter Bonatti... Yine hissiyatımın seline kapıldım... Ama gerçeği söylemek istersem bu duygu için buradayız... Yenmiş içilmiş pek önemli değil... Bizim için...


Doğal olarak macera peşinde koşma düşüncesinde olanların ağır basması ile yola devam edildi ve bu kez Yedigöller’e 10 km kala rampaya doğru çıkarken zincirler koptu... Saat 0410...Süleyman kaptan zincirleri onarırken yolun emniyetli bir bölümünde beklemeye koyulduk...

Dikkatimi çeken bir şey vardı! Bizler uyuyor bir kısmımız da karla tanışmanın keyfini çıkartıyordu... Ama Kaptanımız kaloriferi devamlı çalıştırdı... Kısa bir süre dahi kapatmadı...
                               YEDİGÖLLER-BÜYÜKGÖL
Sabaha karşı bir grup arkadaşlar, kendi arazi vitesli araçları ile bizi geçtiler. Onların geri dönmeyişi bizim yola devam etme niyetimizi kuvvetlendirmişti... Bu arada Süleyman kaptan kopan zinciri onarmış ve 0730 da Arkadaşlardan Birol’ların grubu da bizim önümüzden geçişince ardından yola devam ettik...
                                         KAPANKAYA
Yedi göller artık bizi bekliyordu... Yolda Kapan Kaya Seyir terasında panorama fotoğraf tekniğini uygulamak için birkaç poz denemesi yaptım... Çekimlerimin sonucunu oldukça merak ediyordum...

Artık kuzeyden Güney yönüne yönelip rakım 1300’ lerden 800’ metrelere doğru alçalmaya başlamıştı ki karşılaştığımız altın sarısı ile kızılımsı renk cümbüşünün kendini göstermeye başlaması az önce ki tüm karamsarlıkları alıp götürmeye başlamıştı...Yedigöller’in önemi demek ki konumundanmış? Kar oldukça az ama soğuk...


İlk iş çadırlarımızı kurmak oldu... Gülay’la birlikte çadırı kurmaktan çok gece bu çadırın içinde nasıl yatacağımızı düşünmeye başladık, keza rutubette göz önüne alındığında havanın eksi 6-10’ lara düşeceğini tahmin edebiliyordum? Baktık bu düşünce tarzı, doğanın güzelliğini alıp götürüyor... Gülay’la birlikte Düşünce yönümüzü değiştirip etrafımızda ki güzelliklerin ayırdına varmaya koyulduk...


Kahvaltı hazırlıkları başlamış ve hep bir arada yapılmıştı...


Sırada profesyonel bir eda ile bu kez yedi göllerin doğasını elimde ki Canon D60 ile nasıl kadrajlayabilirdim? Fotoğraf çekimi için gezinti daha doğrusu benim için ikinci keşif başlamıştı...


Gezinti esnasında Gülay’ın her zamanki kadraj üstünlüğü kendini fark ettirmeye başlamıştı... Ondan da yardım alarak... Gezi öncesi Sevgili Selahattin Tuncay beyin tavsiye ettiği S. Kelby’ın kitabındaki derslere çalışmanın rahatlığı ile öğrendiğim tekniklerden bazılarını denemeye başladım...


Bu yıl, yedi göllere bu iş için gelen foto tutkunlarının; hangi ruh halinde olduklarını, çekim esnasında, Makina +Tripod+ Doğa’dan başka bir şeyi aralarına kabul etmediğini! O denli odaklanma ve yoğunlukla çalışılması gereken bir iş olduğunu daha iyi anladım...


Ancak bu düşünceyi, kısıtlı da olsa Gülay’la birlikte hızlandırdık diyebilirim... Fotoğraf çekmenin keyfine Yedi Göllerde vardım diyebilirim... Kısacası neden burası bu denli ısrarla fotoğrafçılar tarafından neden tercih edildiğini daha iyi anlamış oldum...


Bu arada zor koşullar altında ki doğa yürüyüşü, dağcılık gibi doğa etkinlikleri ile fotoğrafçılık arasında ki bağı felsefi yaklaşımla benzer bulmaktayım...


Şimdiye kadar anlatmak istediğim ve “o an” olarak vurguladığım; doğada özellikle zor koşullarda ki dağcılık ve doğa yürüyüşlerinde “beklenmeyen ve bilinmeyenlerle” kısacası “belirsizlikle” ilgili yaşananlar “ o an’a” ve o an’ı yaşayanlara aittir...


Fotoğrafçılıkta da; kayda geçirilen “an” ile fotoğrafa bakılan şimdiki an arasında bir uçurum bulunur...


Öncelikle Fotoğrafçının yaşadığı da “o an” dır. O “an”ı yaşar ve içselleştirir... Fotoğrafçının hangi anın fotoğrafının çekileceğini tercih etme kararını ortaya çıkaran da, genellikle sezgisel ve çok hızlı bir nitelik taşıyan bir okuma ve reaksiyondur...


Ancak fotoğrafa bakan ile aynı etki ve tepkiyi beklemek biraz saf dillilik olur düşüncesindeyim...


Bakın bu konuda dünyaca ünlü sanat eleştirmeni John Berger ile yine ünlü Fotoğrafçı Jean Mohr nasıl düşünüyor...

”Fotoğraf öyle bir buluşma noktasıdır ki, orada fotoğrafçının, fotoğraflanan şey ya da kişinin, fotoğrafa bakanın ve fotoğrafı kullananların çıkarları genellikle birbirlerininkiyle çelişir. Ve bu çelişkiler, fotoğrafik görüntünün doğal belirsizliğini ya gizlemeye ya da artırmaya yarar.”


-Düşündüğüm benzerlikler ile farklılıklar böyle... Ama tüm bu felsefi yaklaşımları nereye bağlayacağımı merak ediyorsunuzdur?


-Evet! Deyişinizi duyar gibiyim?

-Şimdi düşüncelerimi sıralıyorum...



-Birincisi: Benzerlik taşıyan gerek doğada zor ve belirsizliğin kaçınılmaz olduğu koşullarda yapılan ekip işlerinde de... Ekip bireylerinin aynı motivasyon ve dayanma, katlanma düzeyinde olması gerekliliğine,


-İkincisi: Yaşayanlarla yaşamayanlar arasında mutlaka farklılıklar olacağına inanıyorum...


Bu anlattıklarımın paralelinde Rota grubunda gün sonrası olaylar nasıl gelişti...


Akşama doğru havanın daha da artan soğuğu ile... Ateş başında... Sucuk ekmek...

Ve sohbet... Unuttuğum diğer bir şey de kahkahaların bir biri ardına atılması...

Bu kahkahalara eşlik eden ormanda ki ağaçların yapraklarını konfeti gibi başımızdan aşağı dökmeleri...


Her dökülen rengi sarıdan kızıla dönüşen ve hüzünden çok olgunluğu betimleyen yaprakların; her bedenime değişinde olgunluk enerjisini ve birikimini de bana aktardığını...

Hüzünden çok olgunluk ve deneyim enerjisinin ruhumu şekillendirdiğini, başımda ki fener ışığının netleştirdiği soluğumun buharında; bedenimdeki tüm hüzünlü düşüncelerin toparlanıp, altın ışıklara ve yansımalarına dönüşünü görebiliyordum...


Ekipte Sevgili Zühre’nin, geceye damgasını vuran diğer beklenilmeyen müjdesi de şömine başında sabahın ilk ışıklarına kadar sürecek,

YENİ YIL KUTLAMASINA BENZER ... Şarkılar, Sohbetler, Mısır patlamaları ve kısa süreli uyuklamalarla dolu dolu geçecek bir mekânı ayarlaması idi...


Geceye damgasını vuran doğal olarak bana göre; tüm yeni arkadaşlar dâhil tüm etkinliklere katılmaları idi...

Ancak...İçimizde en gençlerden Seçkin’in bile Hep birlikte söylediği... Fransızca şarkılardan Cristian Adam’ın “Si tu savais combien je t’aime” ( Düğünümüzde salonuna girerken ilk çalan ve dans ettiğimiz müzik) ile

Adamo’nun “Tombe la neige” parçalarına... Ahmet’in arkadaşı Fransız Nathalie’nin Fransız kalmasıydı...(Sanırım kırmadım?)


Sabah saat üçte çadırlara vardığımızda karşılaştığımız manzarayı sanırım tahmin ediyorsunuzdur?

Bastığımız toprak donmuş... Isı yaklaşık -6-9 derece Kendi donanımımız 0 dereceye göre planlanmıştı...

Artık nasıl sabah oldu veya oldurduk bilemiyorum?

Yine de uyku tulumu içinde döne döne uyuduğumu Gülay söyledi... Sabahın ilk ışıkları ile birlikte erken uyanan veya uyuyamayanlarla Gün aydınlaştık...

Böylesine bir soğukla karşılaşmamıza rağmen tüm yüzler gülüyor... Hatta şakalaşabiliyorduk...

 
Beklenen de, İşte bu idi...


Kahvaltı sonrası... Bu kez sırada Mengen... Yol üzerinde ki “Hindiba pansiyonu “ görecek ve buradan Gerede, Bolu üzerinden Mudurnu’ya “Sünnet Gölüne” gidecektik...

Nitekim öyle de oldu... Sünnet gölünde ki moladan sonra Göynük’te muhteşem yöresel yemeklerini yedikten sonra İstanbul’a dönüş başladı...


Usumda; hala... Öylesine bir yaprak sağanağı altındaydım ki... Karşılaştığımız kar beyazının mutsuzluğunu, salınımları ile alıp götüren, renkleri sarıdan kızıla hatta toprak rengine dönüşüp toprakla buluşma seremonisini tamamlamadan görselliği ve bedenimize değmesi ile üzerinde ki olgunluk enerjilerini ruhumuza katan ve şekillendiren bir güz sağanağı ...


Teşekkürler... Rota... Teşekkürler... Bu etkinliği planlayıp uygulayan Zühre ve emeği geçenlere ve de tüm ekip arkadaşlarına...


GÜLAY&MEHMET YÜCEBİLGİÇ


12-13 KASIM 2011


YEDİGÖLLER-BOLU