15 Ekim 2010

ROTA GRUBU İLE LİKYA RÜYASI_II

FETHİYE-KAŞ-OLİMPOS
Likya Rüyasını yazmaya devam ederken; İstanbul’un mevsim normalleri dışında ki soğuk hava koşulları kaleme alacağım sıcacık LİKYA RÜYASI yaşananlarını daha anlamlı, daha çekici kılıyordu…

Diğer çekici yön ise: “Rüya” ile “Likya yolu doğa yürüyüşünün” birbiriyle benzeşmesi idi...
Bu benzeşmeyi çağıran düşünce… Doğaya nasıl baktığımız ve yürüyüşlerin bana ve eşime neler hissettirdiği ve yaşattığı idi...
Türk Felsefesinin unutulmaz feylesoflarından “Nermi Uygur’un Dağlar isimli denemesinde yazdığı gibi…
Zirveyi ele geçirmek için dağa çıkanlar, dağdan bir şey anlamazlar. Gerçek dağcı, dağda geçen zamanı seven kişidir.
Dağcı olanca varlığıyla dağda yaşadığı zamanı üstün tuttuğu içindir ki dağa tırmanır.
Dağcı, zirve için değil kendisi için dağdaki,kendisi için dağa çıkar.
Zirve; bir bakıma, dağ-yaşamının aracıdır.
Dağa, zirvenin aracı gözüyle bakamaz dağcı.

Dağcının amacı: kendini bulmak, kendini bilmektir. Belli bir şey için değil, yeniden doğmak için çıkılır dağa."
-İşte bizim de rahmetli Nermi Uygur gibi; ana düşüncemiz “yeniden doğmak, özgürlüğü yudumlamak”…
-Doğa yürüyüşüne bakışınızı anladık ama ”Rüya” ile “Doğa yürüyüşünün” benzerliğini de nereden çıkardın… “Likya rüyasını” anlatman gerekirken daha çok felsefe yapıyorsun…
Nerede yürüdüysen o bölümü anlat yeterli!… Zaten o bölümleri de okumuyoruz!… Der gibisiniz?
Sizleri bu denli sıkmak istemiyorum ama içimin sesini de yazmak istiyorum…
Rüya ile ilgili İÖ 5.-6. yüzyıllarda yaşamış Eski Yunanlı filozof Herakleitos, “uyanıkken hepimizin tek bir ortak dünyada yaşadığını, oysa uyurken herkesin kendine ait, özel bir dünyası olduğunu söylemiş.
İşte demem o ki; rüya ile dağlara tırmanışın kesiştiği ve benzeştiği nokta “kişiye özel dünya” oluşlarıdır. Her dağ tırmanışı, doğa yürüyüşü” “kişiye ait özel dünyadır”…
Bu rüyayı yaşatan yerlerden en önemlisi de “likya yolu yürüyüşleridir.”
Rota Doğa yürüyüş Grubu ile “Fethiye-Kaş-Olympos” bölgesinde yürüdüğümüz Likya Yolları şöyle idi:
-Kozağaç- Hisarönü yolu,
-Faralya-Kabak koyu yolu,
-Kabak – Alınca yolu,

-Kaş-Antiphellos- Limanağzı yolu,
- Olympos bölgesindeki
-Karaöz-Gelidonya Feneri-Adrasan yolu
-Olimpos- Çıralı-Yanartaş yolu gündüz ve gece yürüyüşlerinden kısa kısa bahsedeceğim…

KOZAĞAÇ-HİSARÖNÜ YOLU
Sabah hafif bir kahvaltıyı müteakip; Yürüyüşe başladık, Gülay’la birlikte tek merakımız: Her yürüyüşte olduğu gibi bu yürüyüşte neleri veya neyi keşfedeceğimiz idi…

Bu parkuru ilk kez yürüyorduk ve beklentimiz oldukça yüksek idi…
Stabilize yoldan ayrılınca:

Yürüyüş çam ağaçları arasında daha keyifli bir hal aldı “Kozağaç” sonrası yürümekte zorlandık diyebilirim… Zorlanmamız doğa koşullarından dolayı değildi…Baba Dağ yamaçları dâhil…1650 metre rakımda… Tel çitlerle çevrilmiş… Parsellenmiş… Orman arazisine, Kocaman akla ziyan konaklar yapılmış ancak tamamlanamadan inşaat yasaklanmış… Şimdi tamamlamak için diğer seçim arifesini bekliyorlar… Bu manzaralar moralimizi oldukça bozdu…
Ne zaman ki insan elinin değemediği yerlere ulaştığımız da girdiğimiz antik patika yüreğimize biraz su serpti… Yürüyüşümüz ilerledikçe üzerimizde uçan yamaç paraşütçüleri ve aşağımızda ki “Ölüdeniz” manzarası bizleri öylesine keyiflendirdi ki anlatamam…

 İşte yürüyüş buradan sonra başladı… Mavi ile yeşilin Türk’ün rengi “Turkuvazı” yarattığı yer…

 Buradan Hisarönü’ne doğru Likya yolu yürüyüşünün başladığı noktaya kadar geldik…

Yürüdüğümüz her alanda fotoğraf çekmenin keyfini ayrıca yaşadık… Mola hemen Hisarönü- Ölüdeniz yol kenarında ki piknik kafede verildi…

Bu yürüyüş parkurunun esas başlangıç noktası; Hisarönü’nden başlamakta… Ve devamlı yokuş çıkarak Kozağaç’a varılmakta… Oysa Asef bu parkuru tersten yürüttü… Vedat beyi unutmayayım…

Dolayısıyla… Hem keyifli bir yürüyüş yapılabiliyor… Hem de yol boyunca erişilemez manzarayı yudumlayabiliyorsunuz…

FARALYA-KABAK – KABAK KOYU YOLU
Faralya – Kabak arasını daha önceden yürüdüğümüz için bu bölümü atladık; Sevgili Asef’in enerji dolu fikirlerinden olan Kabak koyuna yürüyüş ve Kabak koyunda yaklaşık beş kilometre yüzmek idi…
Kıyıdan yaklaşık beş kilometrelik yüzme fikri… Eski Milli yüzücülerden olmama rağmen pek iç açıcı gelmemişti…

Keza bu yıla kadar da hiç palet ve şinorkel ve maske kullanmamıştım...
Palete hala alışamadım ama şinorkelli yüzmeyi zorda olsa bu yüzme esnasında çözebildim…

-Daha çok yoga düşkünlerinin ve mekanlarının bulunduğu Kabak koyuna Gülay’la birlikte daha önce 2007 yılında yürümüştük…

Aradan geçen üç yıllık sürede koyun bu denli kalabalıklaşmasını anlayamadık… Doğa yalınlığını yitirmişti… Bir daha gider miyiz? ---Hayır…
Şayet kabak koyuna inerseniz… Yukarı safari araçları ile çıkmanızı öneririm…

Tam bir macera…
KABAK-ALINCA YOLU:
Kabak’tan yürüyüşe sekiz kişi başladık… Rehberimiz, ilk dağcılık kulübümüz olan… İzmir- Dokuz Eylül Dağcılık Kulübünden Vedat Demiröz…

Yaklaşık deniz seviyesinden Eren dağına tırmanıp boyun noktasını aşıp Alınca’ya varacağız…

 Yürüyüşe tırmanışla başladık… Zirveye kadar da hep böyle zorlu geçeceğini aklımızdan geçiriyorduk... Rehberimizin profesyonelliği tüm kaygılarımızı alıp götürdü…
Çam ağaçları ile kayaların muhteşem görüntüsüne Kabak Koyunun güzelliği de katılınca… Likya yolu yürüyüşünün özelliği de ortaya çıkmaya başladı…

Rakım arttıkça doğa bizleri daha da bağrına basmaya, kendinden biri olarak kabul etmeye başlamıştı…
Bilinmeyen böyle muhteşem yerlerde yürümenin, tırmanmanın da farkı bu sanırım?

Kendi özel dünyana renk katacakları arayıp bulmak ve onları kaydetmek.

Uçurumların kenarında poz poz fotoğraf çekimleri bir biri ardına devam etti…
GPS verilerinin tam da patikaların kesiştiği yere varmadan kesilmesi…


Bizleri bir anlık esas yolu aramaya itti ancak Vedat Bey kavşak noktasını buldu


ve aynı keyifli ritimde yolumuza devam ettik… Çam ağacı altında verilen molalar…
Bu eşsiz yolun tadını çıkarmaya yetiyordu…
Alınca ’ya vardığımızda ilk iş rastladığımız ilk evde durup…
Elimizi yüzümüzü yıkayıp kıyafetimizi değiştirmek oldu… Alınca’lı yaşlı amca ile sohbet oldukça zevkli idi…


Gülay’la birlikte İki şey dikkatimizi çekti… Birincisi; bizlere bir şeyler ikram etmek için öylesine içten davranışı… İkincisi ise; bizlerin kendisine ikram ettiği meyvelerin daha yaşlı ve yıpranmış görünen (Anadolu kadının kaderidir.) eşine verilmesine istemesiydi…


Burada dinlendikten sonra çevreyi gözlemleyip… Asef’le bir daha ki sefere, Gey istikameti ve koylarda nasıl bir etkinlik yapılabilir onun keşfini yaptık…
Alınca beni ve Gülay’ı öylesine etkiledi ki… Bu güzergâh mutlaka yürünmeli…
KAŞ-LİMANAĞZI YOLU:
Bu yol da kendine özgü bir yol… Bizi ilk etkileyen Meis adası avuçlarınızın içinde?

Ama sizin elinizden alınmış… Büyük çakıl plajı; özellikle akşam güneşinin batışını dalga seslerinin eşliğinde seyretmenin keyfine doyulmayacağı bir yer…

limanağızı plajına doğru yürüyüş…


Patikalardan antik mezarlıkların içinden geçerek devam ediyor…

Hatta bazı yerleri iple geçmenin zevkine varılacağı bir parkur…



Limanağızı plajı doğal olarak rüzgârdan korunmuş, denizi oldukça sakin bir plaj…
Kaş gecelerini atlamak imkansız...Ancak biz son gece keşfedebildik..


GELİDONYA FENERİ YOLU:

 
Likya’nın en güney ucu, Akdenize çıkıntı yapan dik beyaz kireç taşlarından bir sırt olan Gelidonya burnunda ki fenere varıncaya kadar oldukça yokuş çıkılıyor…


Yorgunluğunuz yaşlı tıknaz fenerin ve beş kayalığın manzarası ile silinip gidiyor…
Bir de fenerle ilgili hikâyeleri de okuyarak gitmişseniz… Ya da dinlemişseniz … O zaman daha etkili oluyor…
Bu yol, Adrasan’a devam ediyor… Kate Klow bu yolu buluncaya kadar öylesine zorlanmış ki…


Gelidonya feneri yaklaşık 227 m yükseklikte 1936 yılında bir Fransız tarafından inşaa edilmiş.
Artık gaz yağı ile çalışmıyor… Rüzgar enerjisi ve uydu kontrollü…


Fenere bakan Hasan amca artık yok…
OLİMPOS-ÇIRALI- YANARTAŞ GECE YÜRÜYÜŞÜ
Olimpos’tan Yanartaş’a yapılan gece yürüyüşünün tadı bir başka…Yürüyüş ile akılda kalanlar…Olimpos’un antik çehresi size alıp binlerce yıl gerilere götürüyor…

Zaman tuneline girip Yanartaş’ta şarapla birlikte bu keyfi yudumladığınızda uyanıyorsunuz…
Antik çağlardan beri denizcilere ışığı ile yol göstericiliği ile bilinen Yanartaş: Çıralı Yanar Dere vadisinin güney yamacında,serpantinitler içerisinde üç ayrı bölgede çıkarak yanan doğal gaza yöre halkının verdiği bir isim…
Gaz çıkış bölgeleri, en çok ziyaret edileni Yanartaş 2 olarak gösterilmekte. Burada, mevsimlik akan Yanar Dere vadisi’nin batı yakasında, yamacın deniz seviyesinden 165 m. yüksekliğindeki noktasından başlayarak 180 m.’ye kadar yükselen 80 metre uzunluğundaki meyilli yüzey üzerinde dört ayrı seviyede sürekli yanan gaz çıkışlarının bulunduğunu okumuştum...

İşte bu yanartaşların arasında doğa dostlarımızla…Şarapları yudumlarken…

 
Aklımın ucundan antik çağlarda anlatılan efsane gelip geçti…
Efsane şöyle anlatılıyor… Olimpos (Tahtalı) Dağında arslan başlı,keçi gövdeli yılan kuyrukluve ağzından alevler saçan bir ejderha varmış…Adı da “Chimera” imiş… Bu ejderha bir yürekli yiğit tarafından mızrakla vurularak Olimpos dağının yedi kat dibine gönderiliyor…

Bu çıkan alevler o ejderhanın alevleri imiş… Masal gibi…
İşte bu masal ülkesinden tekrar Olimposta kaldığımız bungalov evlere döndük…

Öylesine muhteşem konumda ki bu küçük evler… Ahşaptan yapılmış portakal ve nar bahçesinin arasında…


Uyandığınızda ağaçtaki ya portakal ya da narla göz göze geliyorsunuz…

Yemekler nefis..Ev ve köy yapımı...

Bu yürüyüşte yapılması ve yaşanması gerekenlerden biri…
Başka neler yapılabiliyor dediğinizi duyar gibiyim…
Tekne gezileri…Koylar ve mağaralar dahil görecek şekilde uzun mesafe yüzmeleri ile eğlence mekanlarında eğlenceler…
SEA KAYAK:
Sea kayaktan bahsetmek gerekirse…

Sea kayak tek veya iki kişilik kanodan farklı içine girip oturulabiliyor ve ayaklarda yön pedalları var kürek çekilerek hareket ediyor…


Deniz yüzeyine yakınsınız… Dalgaların hareketini ve dalgalarla birlikte ceviz kabuğu gibi sallantıları hissedebiliyorsunuz…



Özellikle…Kekova batık şehir kıyılarında ki 7,1 deniz millik sürüşü tatmak şimdiye kadar hissedilen hislerin dışında…Denizin nabzının sizde attığını hissetmek gibi bir şey bir de bu hisse binlerce yıllık batık şehrin kalıntıları üzerinde ki gezintinizi eklerseniz…

Doğal olarak…bu iki kişi ile de olsanız…Ekip işi…Nuriz’in Ülker’e seslenişleri…Aramızdaki Amerikalı,İngiliz turistlerin bizlerle olan uyumu…


Denizde ki…Keyfinizi, çok gören tekne kaptanları…Gözünüzün yaşına bakmadan…


Büyük bir kıskançlıkla gelip sizleri batırmaya çalışmaları Yabancı turistin bağırışları hala kulaklarımda…Önlem yok muydu diye sorarsanız?
EĞLENCE YERLERİ:
Fethiye’nin İngiliz üssü haline gelmiş…Hisarönü beldesi…Tam bir eğlence mekanı haline gelmiş…


Diskolar…Karaokeler,Türkü barlar…Oldukça hareketli…Rikkat hanımın ifadesi ile…Mısır’ın Sharm El Sheikh den daha büyük imiş…Olympos’ta ise…


Gerek disko gerekse café ve Türkü barlar oldukça etkili, Kadir’in yeri “Öküz bar” ve Orange Bar ve diğerleri..…



Mekanlar doğanın içinde olması etkisini artırıyor…
Başta Asef Özhan olmak üzere Rota Doğa Etkinlikleri Grubuna bu



 güzelliklerin yaşanmasında özellikle de  Likya rüyamızın

gerçekleştirilmesindeki katkılarından dolayı çok teşekkür ediyoruz...


Nice Likya yolu yürüyüşlerinin devamı dileğiyle…
MEHMET YÜCEBİLGİÇ
İSTANBUL-2010
LİKYA RÜYASI

24 Eylül 2010

USUMUN GIDIKLANDIĞI YER"LİKYA YOLU YÜRÜYÜŞÜ"

USUMUN GIDIKLANDIĞI YER? LİKYA YOLU YÜRÜYÜŞÜ…



FARALYA’DAN KELEBEKLER VADİSİNE İNİŞ…



Olayları algılama biçiminde değişiklikler yaratarak kendinizi şaşırtmak; nasıl bir duygudur?


-Ya da hiç böyle bir şeyi denediniz mi?


-Ya da şöyle sorayım… Usunuzun bir köşesinde, üzeri tozlarla örtülmüş saklı kalmışlıkları bulup çıkartmayı hiç düşündünüz mü?


-Hayır der gibisiniz?


-Doğrusu önceleri ben de hiç düşünmemiştim…


-Neden mi?


-Belki de; Hayatın saklı kalmışlıklarını ararken; huzur ve keyif kaçırtıcı olarak düşündüğüm gerçekleriyle yüzleşmemek için…


-Oysa “Usu Gıdıklamak” gerektiğini; eşimle birlikte doğa etkinliklerine başlayınca deneyimledim; “Usun gıdıklanması” gerektiğini de doğada öğrendim… Keza gıdıklanmak; kişiyi uyararak gülme refleksini harekete geçirmek değil midir?


-Keyfi açığa çıkarmaz mı?


-Evet… Büyük ölçüde… Der gibisiniz?


-Bu cevap; alıştığımız veya bize alıştırılan algılama biçimine uygun görünüyor;


-Bir de tam karşıtını düşünün, “gıdıkladığınız kişinin size karşı küfretmesi veya tepkimesi” gibi olumsuzlukları…


-Olsun dediğinizi duyuyorum!


-O zaman “Aklınızın gıdıklandığı” yerleri keşfetmeye hazırsınız”!


-Allah aşkına nereye varmak istiyorsun… Dediğinizi duyar gibiyim!


-Tamam… Şimdi içimin sesini yazmaya başlıyorum…


“Aklımın gıdıklandığı yeri”… LİKYA RÜYASINI-ROTA GRUBU İLE GEÇİRDİĞİMİZ ADRENALİN DOLU ETKİNLİKLERİ…


Likya yolu ile eşimle birlikte 2004 yılında Tahtalı dağlarında tanıştık… Sonra 2007’de Faralya-Kabak etabını yürümüştük… Bu yürüyüşler ağzımıza çalınan bir parmak bal gibi idi… Bu yıl Mayıs ayında Nezihe Güçlü’nün rehberliğini yaptığı Kaya Köy – Ölüdeniz etabını yürüdük…


Bu arada Likya yolunu her yıl yürüyen ve aralara adrenalin dolu doğa etkinlikleri de katan Sevgili Asef Özhan’ın ROTA grubunun da faaliyetlerini takip ediyorduk. Bu yıl bu etkinliklere katılmak kısmet oldu ve etkinliğe Fethiye – Kaş- Olympos konaklamalı olarak başladık…

İstanbul’dan uzun bir otobüs yolculuğunu müteakip Fethiye’deyiz… Yolculuk; Hülya, Abdullah, Asef ve rota grubundan arkadaşlarla çok neşeli geçti diyebilirim… Fethiye’ye vardığımızda öncelikle Otogarda bayramlaşmayı gerçekleştirdik. Doğruca bir minibüsle Faralya’daki Montenegro butik otele hareket ettik, otel doğanın bağrında çok güzel bir yerde, Kelebekler vadisinin tam iniş yerinde…

Bayram beyin işlettiği bir yer, aile işletmeciliği çok beğendik… Ancak hiç planda olmayan “Faralya’dan Kelebekler Vadisi sol yarlarından teknik kullanılmadan inmeyi “ Asef kahvaltıda bahsetti… Gülay’la göz göze geldik ve biz de varız dedik… Sabah kahvaltısını müteakip hazırlıklar yapıldı… Biraz daha bilgi aldık… Ama aldığımız bilgiler… İç açıcı değildi… Bu yıl en son köylü bir kadın sırtında balyası ile inerken düşmüş ve ölmüş idi… Bana da sırt çantalı ineceksiniz dikkat edin dendi…


Aklıma… Hemen iki kural geldi… Kayak yapıyorsan; özellikle süratli isen sırtını dağa ver göğsün vadiye dönsün: Dağda yar inişi yapıyorsan; kesinlikle sırtını dağa dönmeyeceksin kuralı geçerlidir…


Yedi kişi ile Kelebekler vadisi iniş yerine geldik… Allahım aşağı bakınca… Hiç ummadığım bir manzara ile karşılaşmıştık… Hemen uçurumun başlangıcından iniş başlıyordu…


Suratımın ne hale geldiğini bilemiyorum ama bazı arkadaşların yüzlerinin beyazlaştığını gördüm… Kemal beyle iniş sonrası sohbette “ben, o manzarayı gördüğünüzde geriye dönersiniz diye düşünmüştüm ”diye anlatmıştı.


Gülay hemen öncelikle ben iniyorum dedi… Kabul etmedim… Edemedim… Tüm vücudumun ter içinde kaldığını fark ettim… Tekrar aşağı baktım 298 metre aşağısı pek de sevimli görünmüyordu!


İnmeye başladım… Tüm dikkatim… Daha önceden döşenen ipte idi… Fakat yukarıdan iplerin çürük olacağı fazla güvenilmemesi gerektiği duyuruldu…


Bu kez tüm emniyet kurallarını göz önüne getirerek birinci bölümü bitirdim… Gülay’a seslendim… O inmeye başladı… Sonra Asef ve Kemal Bey… Bu sıra, bir sonra ki tekli inişte değişti… Gülay öne geçti… Öyle istiyordu… Sanırım doğrusu da o idi… Benim korumacılık duygum ağır basmıştı… Allah Korusun bir düşme aşamasında belki tutarım hissi idi:


Oysa son düşünülmesi gereken bir şeydi…


Neden mi?


Çünkü o an sadece siz ve sizle baş başasınız (Bir de inancınıza göre yardım isteyeceğiniz sadece “o”)…Bir başkası değil… Gücünüz ve yeteneğiniz varsa


Kısacası “ÖZGÜVENİNİZ” varsa elleriniz ayaklarınız tutuyor… Yoksa bir başkasının eli ayağı veya yardımı ile inmiyorsunuz… Yani çıplaksınız…


Ya inersiniz ya da düşersiniz… Kayaların arasına… Yaralanma şansınız yok gibi…


Ve her şeyi kendi gücünüzle yapacaksınız…


-Amma da abarttın der gibisiniz…


-Ben de deneyin hissedin deyiveririm…


Hissettiklerim arasında “ruhen çıplaklık” beni oldukça etkiledi… Aklıma, Yoga öğretilerinden biri geldi:


“Zihin bir yığın alışkanlık, anı ve fikir koleksiyonu değildir. Zihin ince enerjetik bir alandır ve sınırsız potansiyele sahiptir. Deneyimleriniz, anılarınız, düşünceleriniz, duygularınız, tepkileriniz, hayalleriniz, arzularınız bu alana yerleşir.


Her gereksiz anı, düşünce ve istek bu alanı kirletir ve enerji kaybettirir.


Zihinsel alan temizlendikçe enerjiniz artar.


Kendinizin ve zihninizin efendisi olmalısınız.”


200 metre aşağı inmiştik… Karşılaştığımız sakallı keçi… Öylesine "kendisinin ve zihninin efendisi olmuştu ki… Bizler yanından geçiyor muyuz yoksa geçmiyor muyuz? Umurunda bile değildi… O kendinin efendisi olma erginliğine ulaşmış gibi görünüyordu… Sanki “ruhen çıplaklığı” yaşıyordu…


Kemal bey sayesinde en kritik yerlerde dahi fotoğraflara sahip olduk…


İnişimiz boyunca… Sırtımda ki çanta (inince denize gireceğimiz için oldukça ağırdı, dengemi bozmaması için tüm bağlamalar tamam olmasına karşın)nedeniyle; İki saatlik inişimiz boyunca… Yaklaşık iki kilogram terlediğimi söyleyebilirim…


Kelebekler vadisine indiğimizde, bizleri vadinin kelebekleri karşıladı… Manzara


Yani indiğimiz yarlar muhteşem görünüyordu…


Gülay; Ölü Deniz’e tekne ile gitmeyelim indiğimiz yeri tırmanalım dedi…


Ben de; Hiç olmazsa bu istek ve arzu, bizi bir kez daha buralara gelmemiz için


Zihnimizde uyarıcı olsun dedim…


Tahtalardan yapılmış… Kafede soğuk biramızı yudumlarken sırtımdaki giysinin sırılsıklam olduğunu hissettim… Ve tşortumu sıkarken akan teri görünce hayretler içinde kalmadım dersem yalan olur…


Sohbet koyu “ konu ise: Gülay’ın kayalar üzerindeki hareketliliği beni endişelendirmesi. Bana göre keklik gibi sekiyor… Kemal beye göre kayaların şekline uyum göstererek kayıyor… Ben ise üçayağı sağlama almadan inmek yok… Ama kendi kendime söz verdim… Bir daha böyle bir şeyi denersek… Gülay’dan sekmemesi için söz alıp öyle eyleme geçeceğim…


Yorgunluk… Kelebekler vadisi koyundaki masmavi sularda giderildi… Buradan bir tekne ile Ölüdeniz’e geçtik…


Ölüdenizde bir Kafede soluklandıktan sonra araçla motele döndük… Akşam yemeğinde… Rota Başkanı Asef; ertesi günün programını söyle sıralıyordu.


-İzmir Dedak’tan Vedat Beyin rehberliğinde… Karaağaç-Hisarönü parkuru yürünecekti…


-İsteyen denizde yüzmeye, isteyen Yamaç paraşütü veya ne isterse o etkinliği yapacaktı…


Rota grubunun felsefesi; “ÖZGÜR DAVRANIŞ, BİREYSEL SORUMLULUK VE UYUM” idi…


Gülay ve ben doğal olarak Likya yolu yürüyüşünün başlangıcı olan bu parkuru yürümeye karar verdik…


Yazımın diğer bölümünde; BABADAĞ ETEKLERİNDE TEPEMİZDE YAMAÇ PARAŞÜTCÜLERİ AŞAĞIMIZDA ADINI TÜRKTEN ALAN TURKUVAZ RENKLİ ÖLÜDENİZİ SEYREDEREK YAPTIĞIMIZ YÜRÜYÜŞ.


-GECE HİSARÖNÜ PUBLARININ ÇATILARINDA EĞLENCE YER ALACAK….


Mehmet YÜCEBİLGİÇ


İSTANBUL-2010