17 Ağustos 2009

AYAKİZLERİYLE ÖZEKDERE ÇADIRLI KAMPI VE YAŞANANLAR

AYAKİZLERİ’YLE ÖZEKDERE’DE ÇADIRLI KAMP VE YAŞANANLAR…
Hafta sonu Ayakizleri Yürüyüş Grubu ile neler neler yaşadık… İsterseniz Özekdere Çadırlı Kamp etkinliğinde yaşadıklarımızın anlatımına bu kez ben sondan başlayayım… Sonra Gülay anlatımına devam eder. Sansarak kanyonunda ki yürüyüşle başlayan ve Cennet gibi çayırlıkların ve etrafını ulu ağaçların çevrelediği Özekdere çadırlı kampından ayrılışımızda, çadırlarımızı araçlara yükledikten sonra, yirmi altı Ayakizi önce Menevişe yaylasının kıyısından sonra Menekşe yaylasına ulu ağaçların korumasında ki yürüyüşümüz, Ay tepe’de sona erdi… Yürüyüşümüz esnasında çok şiddetli yağmura yakalanmamıza rağmen o ulu gökyüzünü örten ağaçların yaprakları bizlerin şemsiyesi oldu… Serinlik, iliklerimize kadar işlemişti...Ay tepe’den araçlara bindiğimizde yorulduğumu öylesine anladım ki…
Bir ara Yuvacık barajının maviliği ile gökyüzündeki yağmur taşıyan kümülüs bulutlarının karalığını hatırlıyorum… Uyumuşum, uyku mahmurluğu ile Kocaeli’nde bir ara mola verildi… Yorgunluğa bir de aşırı sıcak ve nem eklenince başımı tutamaz oldum…
Gözlerimi açtığımda; İstanbul’dayız yol boyu ilerliyoruz… Araçtaki arkadaşlar keyifli bir kamp ve doğa yürüyüşü yapmanın mutluluğu içinde evine yaklaşan araçtan inmeye başlamıştı...
Otobanın hemen yanı başında yeşilliklere yayılmış insanlara baktım… Kimi bir grup oluşturmuş çimler üzerine serilmiş sofra başında yemeklerini yerken sohbetlerini de eksik etmiyorlardı… Kimileri de mangal başında ızgara yapma keyfi peşinde… Güneşten korunmak için yol boyu dikilmiş leylandi ağaçlarının duldasına sığınmış durumdalardı…
Bu yeşilliklere yayılmış, yanlarından geçen binlerce aracın egzoz dumanını dahi hiçe sayan, kalabalık aileler; belli ki düşük gelirli ve geleneksel dokuyu koruyan, yiyeceklerini-içeceklerini almış, mangala etlerini çoktan koymuş, hafta sonu tatilini mutlu bir şekilde geçirme telaşındaydılar.
Yaprağın kımıldamadığı, terden insanın sırılsıklam olduğu bir günde gözlemlediğim bu ailelerin sergilediklerine… Aracımız içinde arkadaşlardan bazıları da AAA! Hallerinde, hayret verici nidalar bile atmakta idiler…

Aslında eğlence ve dinlence gayretkeşliği içindeki bu kişiler; İstanbul’da itilmiş, yalnız bırakılmış, hiçbir zaman bu kente ait sayılmamış, sadece seçimden seçime hatırlananlar idi. Kadıköy Hasanpaşa otoyolunun kenarlarında dahi durum farklı değildi…
Kendilerini Seçkin sayan ve çoğunlukla da bu kişilerin sosyal yapılarını istismar eden yerel yöneticilerin; gücü olmayan bu gibi aileleri, yoğun trafiğin etrafındaki yeşilliklerin; zehirlenmiş birer tuzaklı hatta mayınlı sahalar olduğu, buradan toplanıp salata yapılan otların “şifa” değil “zehir” olduğu yönünde sosyal katkıda bulunmalarını ve eğitim vermelerini ve uyarmalarını ne kadar isterdim…
Kesinlikle hor görme, aşağılama veya tepeden bakma niyetinde hiç olmadım ve değilim de: Sadece bu otobandan geçenlerin; çağdaş, demokratik, tüm sosyal haklarının bilincinde olarak yetiştirilmiş ve yerel yönetimler tarafından tüm sosyal istekleri karşılanan batı normundaki birinin; gördüğü bu manzara karşısında ne düşüneceğini veya ne düşündüğünü merak ettim…Beni gezinin sonunda bu görüntü çok etkilemişti...
İsterseniz şimdi de Gülay'ın anlatımlarını izleyelim...
Zevkli bir feribot yolculuğundan sonra kendimizi İznik’te bulduk, olmazsa olmaz dediğimiz Yusuf’un köftecisine gittik, tabi gelsin; köfteleeeeer, gelsin kuzu şişleeeeer veeee ekmek kadayıfıııı, karınlar doydu.
Üstüne kahveler de… İyi gitti doğrusu, arkasından yolculuğa devam, Sansarak kanyonuna yaklaştığımızda yürüyüşe katılacaklar midibüslerden indi veSansarak kanyonuna daldık, her yer yem yeşil, şırıl şırıl sular akıyor. Zaman zaman kayalara tırmandık zaman zaman göletlere girdik.
Hava çok güzeldi, ortam güzel, derken dağ tepe yürümeye başladık…
Tabii benim yaramaz bebeğim; her zamanki gibi suların içinde ne kadar gölet varsa hepsine girdi! Ara ara göletlerde mola verdik, birinci yaramaz Hüseyin bey kayalardan gölete atlıyor, arkasında sıra dolu... Ayakizleri taifesi herkes sırada tabii benim yaramazım da o atlamasa olur mu? Bol bol sularla çocuklar gibi oynayıp eğlenildi? Herkes o kadar neşeli o kadar mutluydu ki bugünün bitmesini hiç kimse istemezdi.
Sonra kanyon çıkışımızda arabaların beklediği yere yürüdük, bir de ne görelim kanyona katılmayan arkadaşlar karpuz kesmiş yiyorlar, üzerimizdeki ıslak giysileri değiştirip biz durur muyuz?
Hemen biz de karpuza yumulduk biraz dinlendik, sonra arabalara binip Özekdere’ye kamp yerine yakın bir yere geldik…
Etraf yemyeşil hemen eşyaları indirip önce çadırları kurduk, yeşilliğin üzerinde renga renk çadırlar adeta çiçek bahçesini andırıyordu.
Bazı arkadaşlar özel koltuklarını getirmişler, çadır önü keyfi yapıyorlar, neyse mütevazı davranıp çaya çağırdılar tabi kurabiyesiz çay olur mu? Çayımızı içtik, kurabiyeleri yedik bayağı keyifliydi. Sonra akşam yemeği hazırlığı yapıldı, üzerimizi değişip polarları giydik ve yemeğe gittik, ateşler yakıldı, patlıcan kebabı salatalar, yoğurt, ızgara köfteler çeşit çeşit meyvalar her şey tamam bir kuş sütü bir de( bizim koltuklar)): eksikti! Kuş sütü yerine aslan sütüyle idare ettik, o zengin arkadaşlar koltuklarını masalarını locaya hazırlamış keyfe başlamışlar, tabii imrendik gece boyu bizler yerlerde oturduk ve ben gece boyu Mehmet’i didikledim ama söz verdi, bir daha ki sefere mobilya (koltuk takımı yaptıracağım getireceğim) sen üzülme dedi.
Şaka bir tarafa, gece çok eğlendik güzel geçti. Sağolsun keyfi alemi iyi bilen başkanımız Hüseyin bey ince saz ekibi getirtmiş, yedik içtik oynadık bol bol güldük, hepimiz çok mutluyduk, bir de küçücük koltuğum olsaydı!! Sonra çadırlara döndük güzel bir uyku, derken sabah oldu, doğa çok güzeldi, güneş doğmuş pırıl pırıl bir hava, kuş sesleri ve kahvaltı; yine kızarmış ekmekler, Hüseyin beyin bir gün evvel ısmarladığı köy sütleri, çaylaaaar! Çeşitli reçeller şokellalar, zeytin, peynir ve köy yumurtaları yine bir kuş sütü eksikti, fakat biz onu taze sağılmış inek sütüyle telafi ettik…
Sonra toplanma vakti geldi, çadırları topladık, arabalara yükledik ve yürüyüşe katılan arkadaşlarla Menekşe yaylasına doğru yola çıktık. Geriye kalan arkadaşlar arabalarla bizim yürüyüş parkurumuzun sonuna gelip bekleyip bizi alacaklar.
Biz resmen rüyada gibiydik ara ara meyve ağaçları, erikler elmalar (tabii tadına baktık)bazen inek sürüleriyle karşılaştık zaman zaman yağmur da yürüdük.
Yer yer sağanak halindeki Yağmurda yürüyüş daha zevkliydi, dağ tepe dolaştık indik, çıktık derken Veysel amcanın değirmenine geldik. Yağmur dindi… Çaylarımızı içtik arkadaşlarımızın getirdiği elmalı kurabiyeler, lor tatlıları yiyip tekrar yola çıktık ama ne ile?
Bilin bakalım? (ünimoğ) Alman eski askeri kamyonu o yokuşları nasıl çıktı anlatamam… Arkadaşların bizi bekledikleri AyTepe’ye dinlenme yerine geldik.
Öylesine bir karşılama oldu ki… Bizleri karşılamadan çok üzerine bindiğimiz vasıtayı merak etmişlerdi?
Biz onlara yürüdüğümüz yerleri anlattık, onlar da bize yaptıkları şokella savaşını … Burada da Mükellef bir sofra hazırlandı; bulgur pilavı, karalâhana çorbası, mısır unuyla yapılmış köy ekmekleri, gazozlar, kavun, karpuz, yoğurt, tahin helvası fakat en güzeli bunların üzerine içtiğimiz çaylardı.
Yemek yerken; yağmur yağmaya başladı hem de ne kadar şiddetli… Sanki hava patladı… Olsun biz yine de çok keyifliydik, hatta eflatun ortancalarla fotoğraf bile çektirdik. Artık yolcu yolunda gerekti…
Virajlı yollardan Yuvacık barajı sırtlarından inerek, İzmit’e geldik kısa bir mola sonrası artık sırasıyla araçtan inmeye ve evlerimizin yoluna koyulmaya başladık…
O kadar güzel 2 gün 1 gece geçirdik ki ve bu bizi bir süre idare eder…
Darısı Sağlıklı ve keyifli bir başka etkinliğe...
Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ
01-02 AĞUSTOS 2009-İSTANBUL

24 Temmuz 2009

İNSANLIK DEĞERLERİNİN GALEBE ÇALDIĞI BİR KURULUŞ ŞENLİĞİNİN ARDINDAN

HERŞEYE RAĞMEN;
BİRİBİRİMİZE SAYGI VE HOŞGÖRÜ DUYMAYI,
BİRLİKTE YAŞAMAYI BAŞARMAK İSTEYENLER İÇİN:

GÜNÜMÜZDE DÜNYADA GÖSTERİLEN TEK PUSULA…VE ATATÜRK…
AMİN MAALOUF ANLATIMIYLA...“ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA” KİTABINDA...
ZİRVE DAĞCILIK KULÜBÜNÜN DOKUZUNCU KURULUŞ YILDÖNÜMÜNDE… YAŞADIKLARIMIZ…
Günlerdir… Bilgisayarın başına geçip de Manisa Spil Dağında Kutladığımız
Zirve Dağcılık Kulübünün 9 ncu Kuruluş yıldönümü şenlikleri ile ilgili düşüncelerimi bir türlü yazamadım…
Nedeni kişisel sorunlar değil… Tamamen Türkiye’mdeki gelişmelerle ile ilgili...
Hiç de hak edilmeyen milli irade ile çözümlenmesi gereken iç ve dış gelişmeler:Beni ve eşimi o denli üzüyor ki ülkemde süregelen etki altına alma; rüşvetin ayyuka çıkışı; göz korkutma; ayak direme; sorgusuz sualsiz yanlı davranışlar…Ve en önemlisi kişinin kendini sosyal ve ekonomik olarak rahat hissedememesi...
Gittikçe devleşen ve tüm beklentilerin tersine, Ekim 2009 yılında daha da büyüyeceğini tahmin ettiğimiz İşsizlik ve ekonomik krizin meydana getirdiği tedirginliğin gölgede bırakıldığı gelişmeler.
Ekonomik gelişme umutlarını aniden frenleyen sosyal katmanları da düşündüğümüz de ülkemde istenmeyen toplumsal olayların çıkmasından tedirginlik duyuyoruz.

Tüm tedirginliğin temelinde aslında ATATÜRK VE ONUN KURDUĞU TÜRKİYE’MİZİN GELECEĞİ VE BÜTÜNLÜĞÜ var…
Tüm bu gelişmeler de bizlere sadece “çivisi çıktı artık “ dedirtmeye başlamıştı…
Gülay’la her zaman yaptığımız gibi…İstiklal caddesindeki “Mephisto” kitapevindeyiz…
Ne göreyim!
Öyle bir Kitap ki… Kitabın ismi aynen şöyle; “Çivisi çıkmış dünya” …Hemen satın aldım...Kitap şimdiye kadar tüm kitaplarını okuduğum Lübnan asıllı Fransız yazar Âmin Maalouf’a ait… Okumaya başladığımda daha çok dedikodu türü olumsuzluklarla bezenmiş bir yazı beklerken…
İlerleyen bölümlerde Âmin; beni karamsarlıktan kurtaran, sevindiren, bırakın Avrupa’yı kendi evlatları tarafından bile göz ardı edilmeye başlatılmış ve meşruiyetini halkından almamış gibi gösterilmeye çalışılan:

Mustafa Kemal Atatürk’ün; Batı’nın yenilmez ordularına karşı ortaya koyduğu zaferin, daha sonra kurulan cumhuriyete ve peş peşe gerçekleştirilen cumhuriyet devrimlerine “meşruiyet” kazandırdığını belirtiyor.
Hem yenilmez olarak ün salmış düşmanlarına direnme gözü pekliğini sergilemesi, hem de bu savaşımdan galip çıkması- onun “meşruiyet kazanmasına”
yol açmıştır.

Kısa süre içinde, ‘ulusun kurucusu’ konumuna gelen eski subayın; Türkiye’yi ve Türkleri istediği gibi yeniden biçimlendirmek için uzun süreli bir gücü vardır artık. Azimle işe koyulur. Osmanlı hanedanına son verir, halifeliği kaldırır, din ile devlet işlerini birbirinden ayırır, sıkı bir laik sistem kurar... (Bütün bunlar olurken) Halkı da onu izlemiştir.
Çok da şikâyet etmeden, gelenekleri ve inanışları altüst etmesine izin vermiştir, çünkü halkını tekrar gururlandırmıştır.”

Diyerek Atatürk’ün üstünlüğünü ve hala örnek alınması gerektiğini şu sözlerle devam ettiriyor…
” Halka haysiyetini geri veren kişi ona pek çok şeyi kabul ettirebilir.”
Ondan fedakârlıklar isteyebilir ve hatta buyurganca davranabilir; halk yine de sözünü dinleyecektir.Dine çatsa bile, yurttaşları çok da sırtını dönmeyecektir ona…"

"Siyasette, dinin kendisi amaç değildir. Düşüncelerden biridir. Yalnızca; meşruiyet en inançlı olanı değil halkınkiyle aynı olana verilir…” Öyle keyifli bir halde idim ki kitap bir solukta bitmişti…
Tekrar kendi düşünce dünyamda:"Zirve Dağcılık Kulübü” ve onun gibi Atatürk ilkelerine bağlı, Doğa ve insan sevgisiyle dopdolu Türkiye’mde çığ gibi büyümekte olan Sivil Toplum Örgütlerini ve onların etkinliklerini" hayal ettim…
O zaman sizlere hayal değil de yaşanan ve gerçekleşenleri anlatayım…
Haziran ayının 19 Cuma akşamı duraklardan teker teker toplanarak Manisa/Spil Dağına hareket ettiğimizde; Gülay’la, uzun yıllar İzmir’de görev yapmamıza rağmen bir kez olsun bu etkinliğe katılamayışımızı konuşuyorduk… örev nedeniyle sadece günü birlik gezilere katılabiliyorduk: Birkaç günlük veya Spil etkinliği gibi 2 buçuk günlük gezileri gidenlerden dinliyorduk, sonunda bize de kısmet oldu.
Suna Hanımın rehberliğinde: Sohbetlerle ve zaman zaman da uyuklama ile geçen yolculuk ardından Manisa’ya vardık…İlk önce hep birlikte bizi oranın hamur işi çeşitleriyle meşhur olan fırına götürdü,veee! Hurraaaa! Sıcak sıcak mis gibi derken… Satıcı bayanlar şok oldu! Gülay, börek istiyor… Tepsiyle mi? Alacaksınız diyorlar, çok leziz yiyecekler alıp çıktık.
Manisa ilinin Merkezinde çay bahçesinde kuş sesleriyle kahvaltı yaptıktan sonra ver elini… Spil Dağında At alanı mevkii… Varır varmaz Suna Hanım Dağ evlerinde kalacaklar ile çadırda kalacakların yerlerini koordine ettikten sonra eşyalarımızı yerleştirdik ve kendimizi ulu çam ağacının serinliğine atıverdik…
Bir süre orada sohbet ettik dinlendik. Gülayla şöyle bir keşif yapalım dedik ve çevreyi dolaştık. Zirve dağcılık Kulübünün armasını bastırdığı tişörtlerden alarak keşfe devam ettik.
At alanı mevkiinde çadır alanı ve yiyecek ve içecek bölümü birbirinden çok iyi tecrit edilmiş… Hemen hemen dağda çiğ köftesinden midye dolmasına kadar köfte ekmeğinden, içeceğine kadar ne arzu ediyorsanız… Her şey mevcut idi… İzmir’in lokmasını unutursam… Sanırım hata etmiş olurum…
Program ise çok iyi planlanmış idi… Doğal olarak takip edebilmeniz için kondisyonunuzun çok iyi olması gerekli diyebilirim… Program aralarında dahi boş durma yerine oyun havası var…
İstersen Okey oyna, ister salıncakta sallan, isterseniz çuval yarışına bunun gibi . oyunlara tavla ve satranç özellikle de afacanların büyüklerle mücadeleci müsabakalarına; kaya tırmanışlarına zevkinize göre neyi isterseniz katılın ama boş durmak yok… Biz okey oynayan arkadaşların yanında onları seyrederken de boş durmadık diyebilirim, çiğ köfteler midye dolmalar üstüne de güzel demlenmiş çaylaaar. keyfler yerindeydi.
Birinci gün akşamına doğru yaklaşırken Zirve Dağcılık İstanbul Grubu Temsilcisi Aysun Hanımın planlayıp düzenlediği “İSTANBUL ŞOPARLARI” temsilinin akşam yüzlerce kişinin önünde sergilenmesi heyecanı makyajlar ve kostümler giyinip sahneye çıkıncaya kadar devam etti diyebilirim… Hazırlanırken ki heyecan bir başkaydı. Arkadaşların çoğunu zaten hep gezilerde veya diğer toplantılardan tanıdığımız için yabancılık çekmedik, bazı arkadaşlarla daha önceden birlikte gezilerde karşılaştık ama bu gezide birbirimizi daha iyi tanıyıp kaynaştık bazıları ile yeni tanıştıkHerkes içten, Samimi ve saygılı ve mutluydu, derken çok uyumlu, nezih ve güzel bir grubumuz vardı, Aysun hanımın bizlere anlattığı ı mizanseni de uyum içinde başarıyla sunduk… Gerçekten büyük beğeni almasına rağmen böyle bir oyun içinde Gülay’la birlikte yer almamız bizi çok keyiflendirdi…
Zirve Dağcılık Kulübünün il ve ilçe temsilciliklerinden her biri çok emek isteyen çeşitli oyun ve gösterileri sergilediler…
Saat bire kadar eğlence devam etti… Hem de nasıl bir eğlence çayırlık üzerinde dansların her türlü figürleri kendiliğinden oluşuyordu, herkes hayatından memnun saat bire geliyor fakat kimse yorulmuyor hala oyuna eğlenceye devam, artık Spil’in serinliği etkilemeye başlıyordu ki sıcak çorba zamanı dediler , çok ince ve güzel düşünülmüş tabii sıcak çorba içimizi ısıttı …
Bu saatten sonra oldukça kalabalık bir grupla “gece yürüyüşü” başladı…
Sabaha karşı o kadar geç yatılmasına rağmen…1200 metre yükseklikte… Çam ormanı havasının etkisiyle sabah erken saatlerde herkes ayakta idi… Kahvaltıda ne isterseniz… Açık büfe… “İzmir Konak Otelleri “ çok iyi ve ucuz hizmet verdi… Saat onbire doğru…Spil Dağında Seyir tepeye doğru bir yürüyüş yapıldı…Sıcakta pek de keyifli bir yürüyüş sayılmazdı…
Ancak 3 yıl öncenin Ali Fidan Beyin Katod grubuyla yapmış olduğumuz yürüyüşleri, başımıza gelen olayları, anıları Gülay’la yâd etmemiz ayrı bir hava verdi… İzmirli Dostlarımızı ve Doğa tutkunlarımızı böylece anmış olduk, kulaklarını çınlattık.
Yürüyüş sonrası… Etkinlikler birbiri ardına devam ediyordu… Lambada dansıyla çıtaların altından geçtik tabii kolbastı misket oyun havalarını da es geçmedik, halaylar çektik bu etkinliğe katılamayan arkadaşların kulaklarını çınlatıp onların yerinede oynadık.
Halk oyunlarını seyrettik. Kafkas oyunları oynayan çocukları izledik, onları hazırlayan giysilerini elleriyle dikip, onları çalıştıran, kendini onlara adayan öğretmenleriyle tanışıp kutladık.
Yine çeşitli yarışmalar devam etti. Bu arada yiyecek ve içecekler aynı şekilde devam ediyor, hatta bu gün çocukluğumuzu da hatırladık macuncu ve kadercide getirmişler… Zirve dağcılık Kulübü Başkanı Orhan Kozan beyle beraber nostalji yapmış olduk, macunlar yedik, tavşanlara kader kağıtları çektirdik. Derken yarışma sonuçları zorda olsa açıklandı tekrar oyunlara devam edildi. Her şey çok güzeldi fakat artık gitme vakti gelmişti ayrılmak orayı bırakıp dönmek zorundaydık çünkü yarın mesai var.
Toplandık oradaki arkadaşlar ve Orhan Kozan Bey sağ olsunlar bizi yolcu etmeye gelmişlerdi. Vedalaştık seneye 10 uncu yılda buluşmak üzere ayrıldık fakat eğlence bitmedi yol boyu devam etti, defler, kaşıklar, ziller derken feribot kuyruğuna geldik tabii hafta sonu olduğu için kuyruk felaket durumdaydı ama bizi etkiler mi?
Tatlı sohbetlerle nasıl zaman geçti anlamadık güzel geçen feribot yolculuğu ile sabaha karşı İstanbul’ a kürkçü dükkânına döndük.
Harika bir hafta sonu geçirdik darısı seneye bu gezinin anıları biz bir süre idare eder.
GÜLAY&MEHMET YÜCEBİLGİÇ
İSTANBUL-HAZİRAN 2009