14 Kasım 2013

ST. PAUL YOLU YÜRÜYÜŞÜ


  SAİNT PAUL YOLU YÜRÜYÜŞÜ...
Bu doğa yolunda yürümeyi kendim seçtim, sevdiğim de ben seçtiğim için seçti...”                                                                                                                                 

ST. PAUL YOLU YÜRÜYÜŞÜ

St.Paul yolunu yürümeyi yıllardır düşünürüm...Bu yolu,2004 yılında Likya yolunu yürümeye başladığımızda öğrenmiştik...

KATE CLOW(KARDELEN KAR)
“St Paul yolu; 2004’te Kate Clow(Kardelen Kar) tarafından tasarlanıp gönüllülerin de katkısıyla açılan ve Türkiye’nin ikinci uzun mesafe yürüyüş parkuru; Antalya(Selge) ile Isparta (Yalvaç) arasındaki önemli antik kentler üzerinden geçiyor. Her ne kadar gps’siz ve kitapsız tamamlanması mümkün olmayan bu yol olduğu söylenmekte ise de...Bizim yaptığımız gibi bu yolun oluşturulmasında emeği geçen Rehberimiz MUSTAFA KUŞ ile yürümemiz her türlü sorunu öteliyor…Telefonu .0533 6370611”
                                           DENEYİMLİ  REHBERİMİZ MUSTAFA KUŞ
St.Paul yolu hakkında ön bilgiyi hatırlattıktan sonra; yıllar sonra Sevgili Zühre’nin St. Paul yolunu “ucundan yürüme fikri” ile İstanbul’dan gece yarısı yola koyulduk… Yolculuğumuz boyunca Dursun kaptanın güvenilir sürüşü ile rahatça kestirebildik… Afyon’da mola sabaha karşı verildi…
                                                            AFYON
Afyon’un nedense yıllardır benim ve Gülay’ın üzerinde ki soğukluk hissi pek değişmedi diyebilirim… Aklımıza gelen ilk şey sucuk-ekmek; kaymaklı ekmek kadayıfı ve tandır çorbası…
EĞİRDİR
Mola sonrası yaklaşık dört saatlik yolculuk sonrasında Eğirdir’e vardık… Burada havanın gülümseyen yüzünün Göldeki yansımasını görünce yolculuğun yorgunluğu sanki uçuverdi… Sanki saatlerce yolculuğu biz yapmamıştık…
                                                               EĞİRDİR    GÖLÜ  
Birden gözlerimin önüne ; Eğirdir’de  30 Ağustos 1970 tarihinde  ilk kez yapılan EĞİRDİR GÜL VE GÖL FESTİVALİ’NE;  Adana Demir Spor Kulübünün genç Milli bir yüzücüsü olarak katılışım geliverdi… O günlere ait hatırladığım   Eğirdir Festivalini hazırlayan ekip çok başarılıydı.

Türkiye’nin en ünlü milli ve ünlü sporcularını Eğirdir’e toplayarak  üç gün süreli spor şenliği yapıldı… Adana Demir Spor’un Yüzme ve su topu takımı Eğirdir gölünde çeşitli yüzme ve su topu gösterileri yapmıştık…Fatih Terim’in de Futbol genç takımında yer aldığı o günlerde emekleri geçen ve hakkın rahmetine kavuşanlara içimden Allah’tan rahmet dilemek geldi…



Bir ses beni daldığım Eğirdir gölünün mavi yeşil sularının dışına çıkartıyor… Zühre kimlerin hangi pansiyonlarda kalacağını ve kahvaltının nerede yapılacağını bildiriyor…
                            Tesislerin işletmecisi ve sahibi akşam yemeği için hazırlıkta
 
Biz Fulya pansiyonda kaldık, Çarli pansiyon yemekler için ortak kullanım mekânıydı... Fulya pansiyonda kalacağımız oda Eğirdir gölüne nazır içerisi, İşletmecilerin kendisi tarafından dekore edilmiş çok güzel ve tertemiz bir odaydı…

Hatta kullanılan tuğla ve tahtalarda İbrahim beyin ifadesiyle etraftan topladıkları çıkma malzemelermiş…
 
Çarli pansiyon da yine Eğirdir gölüne nazır…Kahvaltı yaparken gözüm Ta…Tam karşı kıyıda Bülbül yuvası gibi duran Sivri dağın gölgesinde ki ve Gülay’la birlikte akşamları bu dağın heybetinden ürperdiğimiz…
 
K.K.K.lığı Dağ ve Komando Okulu ve Kolaylık tesislerine takıldı… Dalmışım ….Yıllar sonra bir turist gibi seyretmenin de keyifli olduğunu içimden geçiriyorum… Kendime soruyorum? Şimdi bu halinle keyifli misin? Evet! Çok iyi ve uyumlu doğa ve doğanın keşfini yudumlamak için yola koyulmuşlarla beraberiz… Kahvaltımızı yaptık, kahvaltı oldukça güzel hazırlanmıştı…

Dikkatimi çeken yabancıların da pansiyonda bulunmasıydı… İşletmeci, yerliden çok yabancıların olduğunu söyleyince şaşırmadım… Aynı şeyleri Likya yolu yürüyüşünde de duymuş hatta yaşamıştık…Türk çocukların bizlere Hello…Hello demelerinden…

Zühre, tüm planlamaları Eğirdir’den tanıdığımız bölgeyi karış karış bilen Mustafa Kuş’un yaptığını söylediğin de aklımdan, bu yürüyüşün pek de “ucundan” olmayacağını geçirdim ancak bu fikrimi Gülay’dan sakladım.Keza bir buçuk yılı aşkın zorlu doğa yürüyüşlerini yapamadık. Bu ayrılıktan sonra doğa ile yakından temasımız bu yürüyüşle olacaktı...
 
Doğrusu bu yolu yürüyen doğa yürüyüşçülerinin anlattıklarını hatırlayınca da çok iyi bir kondisyona ihtiyaç olduğu ortadaydı! Kahvaltı sonrası ilk günkü proğrama başladık.Rehberimizin hazırladığı proğram açıklandığında yanılmadığım ortaya çıkmıştı...St Paul yolu yürüyüşü zorlu geçecekti…
 
  • Birinci gün; Karazindan Mağarası ve Yazılı Kanyon yürüyüşü
  • İkinci gün;  Çimenova-Beydili-Çukurca yürüyüşü
  • Üçüncü gün;  Kesme köyü- Kasımlar kasabası yürüyüşü
  • Dördüncü gün; Adada antik kenti ve Kral yolu yürüyüşü ve İstanbul’a dönüş.
Dursun Kaptanın aracıyla Karazindan Mağarasının yolunu tuttuk…Aksu vadisine yaklaştığımızda uzaktan yamaçta kayaların arasında mağara görülebiliyordu.





KARAZİNDAN MAĞARASI;KÖPRÜ VE MAĞARA ÖNÜNDEKİ EURYMEDON KUTSAL ALANI

Adı üstünde mağaraya girerken el veya kafa feneri bulundurmakta fayda var. Yürürken bazı bölümlerde lambalar yanmıyor.
 
Yanımızda bulunan kafa lambaları oldukça işe yaradı… Yerler kaygan zemine dikkat… Ve kasksız yürünmemesi gerekli…
 
Diğer mağaralardan ayrı özellikleri kendini gösteriyor… Mağara ve alanla ilgili  derlediğim özet bilgileri sizlerle paylaşmak istedim…

Karazindan Mağarası; Aksu ilçenin 2 km kuzeydoğusunda Aksu Çayı vadisindedir. Çay kıyısını takip eden ve daha yukarıdaki yaylalara giden yol Zindan Mağarası’nın önünden geçmekte. Otobüs dahil her türlü araçla bu yoldan Zindan Mağarasına ulaşılabilir.

Zindan Mağarası Romalılardan bu yana bilinen ve kullanılan bir mağara. Yerinin çok uygun olması nedeni ile belki Romalılardan önce de kullanılmış olması muhtemel. Mağaranın toplam uzunluğu 765 m kadardır.

Zindan Mağarası, mağara tipleri arasında, yatay ve yan aktif bir mağara tipi özelliğine sahiptir. Zindan Mağarası’nın bulunduğu Göller Bölgesi yurdumuzun en yoğun karstikleşmiş alanlarından birisidir

Zindan Mağarası’nın geniş ve düzgün ağzı Aksu Çayı’ndan 12 m daha yukarıdadır. Düzgün bir tünel profili gösteren ağız 8 m yüksekliğinde ve 12 m genişliğindedir.

Hemen girişten sonra mağara iki dirsek yaparak kuzeye yönelir. Bu kısımda taban toprak ve küçük kaya blokları ile kaplıdır. Tavan 20 m ye kadar yüksektir ve burası yaz kış yarasa kolonilerinin barındığı bölümdür.

50 ila 105 m arasında kısa, dar ve basık tüneller vardır. Buralarda yürünemez. Taban sulu ve çamurdur. Zindan Mağarası içinden kış ve bahar aylarında kuvvetlenen, yaz aylarında zayıflayan bir yeraltı deresi akmaktadır. Mağaranın sonundan çıkan su, mağara içinde 300-400 m aktıktan sonra düdenlerde kaybolmaktadır.

Mağara 765 metre uzunluğu olan, içindeki ilginç sarkıt ve dikitleriyle, cildi güzelleştirdiği söylenen tabii yeraltı deresinden akan suyu ile çok dikkat çekmektedir. Mağaraya içinde yer alan renkli ışıklı taşlar ve mikroklimatik ortamda ayrı bir nitelik kazandırmaktadır.


Karazindan mağarasını gezdikten sonra Yazılı Kanyon Yürüyüşü için hareket ettik…Yolda Sipahiler Köyü muhtarlığı kahvehanesinde bir mola verdik…
 
Burada geçirdiğimiz yarım saat içinde öncelikle kıraathanenin adı gibi; okuma,çay,oyun salonunun temizliği dikkatimi çekti…

Doğal olarak bizlere karşılıksız olarak  gösterilen unuttuğumuz Türk’ün Misafirperverliğini görünce şaşırdık diyebilirim…

Sonra köylünün;  elinde elma ve erik sandığı ile bizlere alma ve erik ikram etmesi… Hem de parasız…

Biz İstanbul’dan gelenleri öylesine keyiflendirdi ki artık İstanbul’un şahsi menfaat kokan bu düşünce olmadan yaşanmayacakmış gibi bir olguya büründüren havasından çıkmaya Anadolu’nun buram buran insanlık kokan havasına giriyorduk…

Havanın değiştiği de ekipte ki…Gergin yüz hatları yerini doğal hatlara ve  parlamaya, gerginliğe alışan kaşlarımız birbirinden uzaklaşmaya başlıyordu… Arkadaşlar arasında ki yapılan şakalar, atılan kahkahalar dab u duruluğun işaretleriydi…

Pürneşe içinde yola koyulduk … İstikamet…Yazılı Kanyon…

DEVAM EDECEK… 

GÜLAY&MEHMET YÜCEBİLGİÇ

EKİM 2013

 

 

 

31 Temmuz 2013

DOĞANIN HAYATA DAİR ÖĞRETİLERİ

DOĞANIN HAYATA DAİR ÖĞRETİLERİ....


 

Ne zaman bilgisayarımın başına geçsem yazacağım yazı yarıda kalır? Nedendir bilemem?

Yazmak istediğim yazı; Gülay’la birlikte yapmış olduğumuz Kapıorman dağlarında ki doğa yürüyüşüne ilişkin idi... Usumda bir yanıp bir sönen illa da yazmakla yükümlüsün denilen şey ise “etkisi altında kaldığımız diren gezi park” gösterileri hakkındaki düşüncelerim idi...

Diren Gezi Park olayını; şimdiye kadar yaşadığımız Türkiye sathındaki tüm gösterilerle karşılaştırdığımda ortaya çıkan sonuç: Psiko-sosyal yönden “özgür ruhun “aranması olarak algılıyorum.

Baskılardan, boyunduruklardan, ayrımcılık ve adaletsizlikten yakınma, farklı hatta birbirinin zıttı düşünenlerin asgari müştereklerde buluşamazlarsa dahi birbirlerine dayanmalarının zorunlu olduğu fikrinin bir “doğa” düşüncesi ile açığa çıktığı yer olarak düşünüyorum...

Şimdi bir okurun “insanoğlu ilk çağlardan beri mutluluğun peşinde özgürlüğün peşinde koşmadı mı? Tüm bunlar yeni olmuyor ki diyebilir?

İlk çağlardan beri insanoğlunun başlıca zorluğu “ doğa” “doğa koşulları” idi. Doğa ile baş etmenin çarelerini aradı ve bunları yaparken de kendileri tek uğraşı kaynağı karşısında belki de tek yürek olarak onunla baş edebilme gayretleri içine girdi...

“Gezi parkı” gösterisinin “ilk çıkışı” ise: Doğaya saygı ve korunması düşüncesinden idi.  “Güdümsüz olması” ... İnsani düşünce ve taleplerin ortaya konması ve doğanın korunmasına örnek teşkil etmesi daha da önemlisi “zıt grupların birbirlerine tahammül edecek saygıda olmaları” ayrı bir özelliği idi...


Ben inanıyorum ki; kişiler dahil olmak üzere bu olaylardan payımıza düşen olumlu kazanımları edineceğiz... Bugün dahi etkilerini sosyal alanda gözlemlemekteyiz...



Yıllardır doğa etkinliklerine katılmamızın belki de tek amacı; doğada ki engellerle karşılaşa karşılaşa kendi mücadele ve direnme duygumuzu başta doğa olmak üzere hiçbir canlıya zarar vermeden; insani yönümüzü geliştirmektir.



Keza biliyoruz ki; iç dünyası olmayan, kendi derinliklerinde düşe kalka yol almamış insanın; insani duyguları taşlaşır.


 

İşte kendi içimizde ki duyguların taşlaşmasına mani olmak için; Hendek yaylalarında; adım atmanın, karşılaştığımız engelleri tek tek aşarak, zorluklarla karşılaşanlara yardım etmenin ve gördüğümüz doğal güzellikleri ayrı ayrı yudumlayarak, keyfini yaşayarak doğaylabaşbaşa’lığı yaşadık ve Ulu Tanrıdan dileğim bu keyfin devamını sağlamasıdır.


 

Keza her “engel ve zorluk” içinizdeki” aşkı” artırır, sönmüşse o kıvılcımı çakmasını ve tutuşturmasını sağlar... Eğer her “engeli” bizler ilerlememizi durduran olarak kabul edersek o zaman yaşamanın anlamı kalır mı? Bilinmez?
 

Bu doğa yürüyüşümüzde de bir gencin; güçlü kuvvetli görünmesine karşın karşılaştığı hatırı sayılır engel karşısında; bu engeli nasıl aşarımı düşünmeden, çaresiz ve ağlamaklı bir hal almasını inanın Gülay’la birlikte kabullenemedik...

Oysa gençti, güçlüydü, dinamikti, çevikti...

Mutluluk bizim yaşam algımıza göre “kolay elde edilebilirliği ile sönükleşir,



 Ne denli zor elde edilebilirse “özgüven” o denli sağlam olur. Kişi dik durur...



İşte, hayata dair dersler ve ilham vermesi ile doğayı seviyoruz ve saygı duyuyoruz...

Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ

Temmuz 2013