29 Ocak 2014

KAPADOKYA BÖLGESİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


KAPADOKYA BÖLGESİNİ GEZERKEN NELERİ DÜŞÜNDÜM?


 Kapadokya olarak anılan ve bugün “Kırşehir, Kayseri, Nevşehir, Niğde ve Aksaray’ı sınırları içine alan bölge gezildiğinde: her defasında değişik duygular içine giriyorum, nasıl bir duygudur, bu duygu?

Diğer bölgelerde hissedemediğim, alıp başka gezegenlere hatta farkındalığımızın ötelerine götüren ve yaşatan, doğal olarak peşi peşine sorular üreten ve tesirler yaratan bir duygu. 

·        Öncelikle bölgenin topoğrafik yapısı dünya da tek bölge diyebileceğimiz bir yer?

·        Bu mağaralar ve peri bacaların oluşumu milyonlarca yıl öncesine dayanmakla birlikte yaşam tarihi kayıtlardaki, Asur ve Hitit’lerle MÖ: 3000-1750 yıllarıyla sınırlı olabilir mi?

·        Neden gerek pagan gerekse semavi dinlerin/mezheplerin geliştirildiği ve adeta bir ayin bölgesi olmuş?

·        Dünyada eşine rastlanamayan yer altı şehirleri gerek yerleşim kapasiteleri gerekse bugün bile kıskanılacak mimari yapıları ve birbirleri ile bağlantıları sağlayan tünellerin yapısı?

·        Mazı Köy yeraltı şehrinde yapılan kazılarda bulunan ve pre-historik dönemlere ait olduğu söylenen, büyük ve yırtıcı bir hayvana ait hayvan fosili incelemesinin yer altı şehirlerinin yaşını ortaya çıkartacak mı?

·        Gecesi ve gündüzü kısacası her mevsimde her anı farklı olan bir bölge... Kapadokya... 
Kapadokya bölgesini gezenlerin ben dahil yanılgıya düşürecek ve yönlendirecek sorulara cevap bulabilmek için yapmış olduğum özellikle bölge ile yazılı bilim adamlarının incelemeleri ve tezlerinden elde ettiğim ve benim de eklediğim görüş ve duygularımı paylaşmak ana düşüncemi oluşturmuştur. 

İlk yanılgımızdan başlamak istiyorum: Kapadokya’nın; “İlk Çağ Medeniyetlerinin Kapadokya'da Bıraktığı İzler” unutularak, tüm görülen eserlerin sahiplerinin son kullanıcıları olan Hristiyan’lığı kabul edip mezhepsel sorunlarla Roma’lılar tarafından katli öngörülen toplumlara ait olduğunu düşünmekte oluşumuzdur. 
Yerleşik hayata geçişten itibaren yazılı kayıtlara göre; Kapadokya'da karşımıza çıkan ilk büyük medeniyet, Hititlere aittir. Hititler, bu yerli toplumlardan ve kendilerinden önceki ilk Anadolu medeniyeti olan Sümer inançlarından büyük ölçüde etkilenmiştir. 
Yapılan kazılarda Hitit uygarlığına ait dinsel alet ve vesikalar çokluğu, dinin bu uygarlığın yaşamında ne kadar önemli olduğunu ve bu bölgede rahatlıkla uyguladıklarını göstermekte. Toplumsal hayatta, kral aynı zamanda başrahiptir. Çok tanrılı inançlara özgü doğada bilinemeyene karşı tapınma, Hitit tanrılarının isimlerinden de anlaşılmaktadır. 
Özellikle Kapadokya arazi özelliği olarak bilinmeyenleri sorgulatan ve kişiyi pişişik bir yapıya sokan bir bölge özelliğinin o günlerde de var olduğu algılanmaktadır.

Bölge krallıklarından biri olan ve Hititlerin yıkılışından sonra Kapadokya'da bir süre devam eden “”Hitit-Tabal krallığı””; at yetiştiriciliği ile şöhret kazanmıştır. Taballar, bölgede at yetiştiriciliği ile ciddi biçimde ilgilenen ilk topluluktur. At yetiştiriciliği için çağırılan uzmanların bu konuda yazılı belgeleri mevcuttur.  
Kapadokya adı da, "güzel atlar ülkesi" anlamına gelen Katpatuta'dan gelmektedir.  


Hititlerden sonra bölgede hakim olan Frigler; ziraat ve sanatla meşgul barışçı bir topluluktur. Dinde ve sanatta önce Hititlerin sonra Yunanlı medeniyetlerin etkisi altında kalmışlardır. 
 
Kapadokya'ya bir süre egemen olan Lidyalılar; sahil kesimlerinde Yunan tanrılarından etkilenmiş olmalarına rağmen, Kapadokya bölgesinde yerli dini kültürün etkisi altında kalmışlardır.
Medler ve Persler'le birlikte, Kapadokya'da ateş kültünü merkez alan bir inanç sistemi egemen olmaya başlamıştır.
                                           

Ateş kültüne dayanan bu inanç sistemleri iyi-kötü düalizmi üzerine kuruludur.
Ateşin simgeleri olan ay, güneş, yıldızlar iyiliğin kaynağı olduğu için kutsaldır.



Bölgenin arazi yapısının o günde aynı durumda olduğu aşikar olarak ortadadır.
Pers kültüründe;tanrı heykeli, tapınak, sunak gibi şeyler yoktur. 
Güneşe, aya, toprağa, ateşe, suya ve rüzgara adadıkları kurbanları dağ başlarında keserler.
Kapadokya; bu bakımdan Persler için ideal bir mekandır.

Özellikle Erciyes Dağı, Pers inançları için ideal bir manzara oluşturmuştur..

Ateşe tapma inancı Kapadokya'da yaşayan farklı kültürler tarafından da zamanla kabul görmüş, M.Ö.V. yüzyılda Kapadokya'da mug ayinleri çok yayılmıştır.

Kapadokya'nın jeolojik özellikleri, tarih öncesi dönem uygarlıkları için çekicidir. Temel ihtiyaç maddesi olan su yataklarına sahip olmasının yanı sıra, Kapadokya herhangi bir alete ihtiyaç duymadan şekillendirilebilecek kayalıkları ile bölgede yaşayan insanların barınma ve korunma ihtiyaçlarını karşılamıştır.  

 


Devam edecek;
Yeraltı şehirleri;Atlantis ve Mu kıtalarıyla -Himalayalardaki Agartha ve Şamballah efsaneleriyle ilişkilendirilmeleri hatta uzaylılarla...
Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ

İSTANBUL-2014 OCAK

10 Ocak 2014

KAPADOKYA HAYAL ÜRETİM MERKEZİ

HAYAL ÜRETİM MERKEZİ “KAPADOKYA”


“Kapadokya gezisi” yazımı yazmaya başladığımda; diğer Kapadokya gezilerimizden farkı var mıydı? Bilinmeyenler keşfedildi mi? Diye düşündüğümde: Daha önceki Geziyi planlayan da Sevgili Zühre Acar olmasına rağmen gezi programı oldukça farklıydı diyebilirim.

Ancak değişmeyen ve her seferinde adrenalin, seretonin salgılarımızı artıran etkinlikleri de çok güzel planlamıştı:Neydi bu değişmeyenler?
·        Peri Bacaları vadileri arasında ATV(all terrain vehicle)her türlü arazide sürülebilen motorlu aracıyla yaptığımız adrenalini bol gezinti…



·         Peri bacaları Vadilerindeki Doğa yürüyüşü… Akıl dışı manzaralar…
·         Özellikle Peri bacaları içindeki ibadet ve yaşam alanlarının kat kat neredeyse peri bacalarının tepe noktasına kadar keşif…


Bilinmezliklerin keşfine gelince;
·        Öncelikle Kapadokya bölgesinde yeni gördüğümüz yer altı şehirleri ve
·        Çok farklı kültürlerin yaşamlarına tanıklık etmiş Peri Bacalarıyla donanmış Vadi ve yamaçlarına sığınmış şehircikler… Ve insanın içinden sıcak sıcak duygu selinin akışına tanık olacağınız öyküleri…

Gezimiz; İstanbul’dan  Nevşehir’e THY ile başladı… Yolculuk ve koltuk araları genişliği ve en önemlisi bagaj ağırlığı Pegasus’la mukayese ettiğimizde olumlu yönde öylesine farklı idi ki…

Tüm yolculuklarımızda fiyat farkı olsa da “THY” yollarını tercih edeceğimize karar verdik…
Şayet yolculuğunuz aceleye gelmiş valizlerinizin ağırlığını “THY” göre ayarlamışsanız… Dönüşünüz de bizim gibi “”Pegasus”” ile yapacaksanız?
 
Pegasus’a Ödeyeceğiniz valiz ağırlığı ücreti bir bilet parasıdır! Pegasus … Aman dikkat! Kapitalist kazanç sistemi böyle bir şeymiş diye düşünüveriyorsunuz… İşte bilinmeyenlerle tanışma böyle oluyor… Üzülmek ve kızmak yok, bilinmeyenleri deneyim esas…

Nevşehir Hava Limanında Zühre’nin ayrıntılı planlaması etkisini göstermeye başlamıştı… Ta ki gezinin sonuna kadar da bu titizlik devam etti… Güzel bir karşılama ve Hüseyin beyin midibüsü ile Göreme’ye intikal ve Lalezar Mağara otele yerleşme ve hemen ören yerlerine gezinin başlaması…

İlk gezeceğimiz ören yeri Göreme yakınlarındaki Tarihi şehir “Açık Hava Müzesi” 2 km uzaktaki bu bölgeye yürüyerek gittik... Giriş “müze kartı” ile daha ekonomik; Plus Müze kartı, bizim gibi Doğa Gezginleri için birinci öncelikli taşınacak kart…

GÖREME TARİHİ ŞEHİR(AÇIK HAVA MÜZESİ)
Göreme kasabasının 2 km. doğusunda yer alan bir kaya yerleşim yeri. M.S. 3. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar yoğun bir şekilde manastır hayatı yaşandığı kilise ve şapelleri tek tek gezdiğinizde ayırdına varıyorsunuz.Araştırdığım kadarıyla bu bölge Ortodoks’lar tarafından daha önemseniyor…

4. Yüzyılda Kapadokya’ya gelen genç keşiş Caesarea’lı (bugünkü Kayseri) Basil, kardeşi Nyssalı(Nevşehir) Gregory ve arkadaşı Aksaray/Güzelyurt / Nazianuslu Gregor) burada bir manastır kurmuş.

Basil’e göre;Tanrıya yalnızca çilecilik yoluyla ya da bir münzevi yaşayarak ulaşılamazdı. Basil erdemli bir yaşamın toplum içinde yaşamayı, çalışmayı ve 

buna “ora et labora” (“dua et ve çalış”) olarak bilinen İncil üzerinde yoğun bir biçimde çalışmanın gerektiğini savunuyordu. Bunlar yeni manastır ilkeleri haline ve Basil Hıristiyan manastır sisteminin babası haline geldi.

Hemen her kaya bloğunun içinde kiliseler, şapeller, yemekhaneler ve oturma mekânları mevcut. Yemekhanelerdeki düzen; askerlerin arazideki yemek yeme sisteminin aynısı…

Şarap yapma çukurları ve azizlik mertebesine ulaşanlar ile çocuk mezarlarının kilise içindeki mezarları ve kemikleri gözler önünde…


Bugünkü Göreme Açık Hava Müzesi manastır eğitim sisteminin başlatıldığı yer olarak kabul ediliyor. Soğanlı, Ihlara, Açıksaray aynı eğitim sisteminin daha sonraları görüldüğü yerlerdir.

Göreme Açık Hava Müzesi'nde; Kızlar ve Erkekler Manastırı, Aziz Basil Kilisesi, Elmalı Kilise, Aziz Barbara Kilisesi, Yılanlı Kilise, Karanlık Kilise, Çarıklı Kilise ve Tokalı Kilise bulunmaktadır.

Devam edecek..
Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ
İSTANBUL-2014








9 Aralık 2013

ST. PAUL YOLU YÜRÜYÜŞÜ-YAZILI KANYON ETABI

ST.PAUL YOLU DOĞA YÜRÜYÜŞÜ….YAZILI KANYON YÜRÜYÜŞÜ…

Nerede kalmıştık… St. Paul Yolu yürüyüşümüzün “Yazılı Kanyon” bölümüne gelmiştik… Yazıma başlamadan önce…

Gülay’ımın “face” te paylaştığı sözler öylesine hoşuma gitti ki anlatamam hayata dair…
“”Benim hayatımı yargılamadan önce,
Benim ayakkabılarımı giy ve Benim geçtiğim yollardan, sokaklardan, dağ ve ovalardan geç.
Hüznü, acıyı ve neşeyi tat.
Benim geçtiğim senelerden geç, benim takıldığım taşlara takıl.
Yeniden ayağa kalk ve Aynı yolu tekrar git, benim gittiğim gibi.
Ancak ondan sonra, beni yargılayabilirsin...!””

Hayata dair... Her şey… Dökülüyor bu sözcüklerde, bir de emekli olmuş, bugüne ertelemişliklerle gelmiş iseniz. Hayatınızın ikinci dönemini yaşıyorsanız…” Ateşin düştüğü yeri yaktığını” can dostunuzla beraber yaşamış ve bellemişseniz... 

Bir önceki hayatınızda, hemen hemen başkalarını beğendirme hastalık tablosundan, kendinizi kendinize ve bugüne kadar seninle düşe kalka koltuk değneğin olan can yoldaşınıza beğendirme düşüncesine yöneliyor ve o özlediğiniz “özgür ruhun” peşine koşmaya başlıyorsunuz... Dün olduğu gibi bugün de Ulu Allahtan başka hiçbir kimseden beklenti içine girmeden...

İşte bu dürtüler sizi alıp doğanın içine atıveriyor… Çünkü sizi alıp tüm düşüncelerinizle birlikte alıp bağrına basmaya hazır olan Doğa; tüm duruluğuyla, art düşüncesizliği ile ön yargıya kapılmadan size kucak açmış bekliyor… 

Tek yapılacak şey doğayı sevmek ve uyum sağlamak... Verdiği acıyı ve sıkıntıyı “olgunluğun ve varmak istediğin olguya yaklaştıran bir işaret sayarak...

İşte böyle bir düşünce sarmalında midibüsün stabilize yollardan kıvrıla kıvrıla  kat ederek sağımızda ve solumuzda ki Uludağlar arasından bir vadiye iniyoruz… 

Taşıtımız durduğunda neredeyse “Yazılı Kanyonun” içine girecekmiş diye düşünmeden kendimi alamıyorum…

Karşımda Yazılı Dere; yürüyüşe başlamadan önce kısa bir mola ve hazırlık… Gülay’la bu süreden yararlanarak çevreyi tanıma ve fotoğraf çektirme başladı… 

Sevgili Zühre, pozlarımızı düzenleyip peşi peşine çekerken biz de doğaylabaşbaşa olmanın tadını çıkarmaya başlamıştık…

Yürüyüş öncesi uyarı levhaları ve patika başlıyor önümde Gülay ve peşinden ilerliyorum, aklımda bu toprakları Hristiyanlığın yayılması için dolaştığı yazılan Tarsus’lu Aziz Pavlus var: Sizlerle, Hristiyan inancına göre Kutsal Kitap İncil’in yarısının kendisi tarafından yazıldığı söylenen bu aziz hakkında İncil’de ki anlatımıyla edindiğim bilgileri paylaşmak isterim…

“Aziz Pavlus Tarsus’ludur ve Kudüs’te Hz. İsa’nın yeni bir dini yakın arkadaşları ile Yahudilere müjdelemesiyle birlikte başlayan zulümlerde baş destekçilerden, Hz. İsa ve havarilerine zulüm yapan ve bazılarının ölümlerine de sebep olan biridir.
Roma’lı askerlerle birlikte Şam/Suriye ‘a kaçan havarilerin yakalanması için Şam yolunda iken Hz. İsa güneşin içinden süzülerek önüne çıkar ve kendisine kim olduğunu soran Pavlus’a “kendisine zulüm yapan biri olduğunu” hatırlatır ve bu olaydan sonra kriz geçirerek kör olur.
Pavlus; kör bir şekilde bu olayın etkisiyle yaptıkları işkencelerin acısını şiddetle duymaya başlar… Bir süre sonra Hz. İsa, havari Hanaya görünerek” Pavlus’u bulmasını ve “”Hristiyanlığın tüm uluslara, İsrailoğullarına ve diğer ülkelere yayması ile görevlendirildiğini vaftiz ederek bildirmesini ister””…

Havari Hanaya, Pavlus’u bulur ve Hz. İsa’nın emirlerini kendisine tebliğ ederek, gözlerini Hz. İsa adıyla açar, Körlükten kurtulan Pavlus;diğer havarilerden(St. Petrus,Matta,Tomas,Yuhanna gibi) daha da uzak ülkelere yanına aldığı Aziz Luka ile birlikte gider.


Özellikle Anadolu topraklarında da dolaşan ve yaşayan ve Azizlik mertebesine ulaşan Aziz Pavlus İsa/Tanrıya iman ederek, İsa/Tanrı inancını Anadolu topraklarında ki çoğu Pağan olan uluscuklar ile Romalılara yaymaya devam eder…

Ta ki Romalı askerler tarafından yakalanıp başı kesilerek öldürülünceye kadar…””
Yazılı Kanyonun derinliklerine doğru ilerlerken ister istemez o yıllara ait bilgiler, izlerle karşılaşmayı umut etmeye başladım… 

Ve umut ettiğim yazıtları kanyonda kayalar üzerinde gördüğümde… Heyecanımı ve keyfimi düşünün?

Yazıtlarda ilk ilgimi çeken M.S. 50 de Denizli/Hierapolis kentinde doğan ve köle olan Filezof Epiktetos’un yazıtında ki  bölüm dikkatimi çekiyor.”EY YOLCU, YOL HAZIRLIĞINI YAP VE KOYUL YOLA… VE ŞUNU BİLEREK DER…”HÜR KİŞİSADECE KAREKTERİNDE HÜR OLAN KİŞİDİR.”
Asırlar geçse de bu sözlerin; yazımın başlangıcında ki düşüncemden farklı olmadığını anımsadım…

Ayrıca Epiktetos’un; bugün de hala geçerli olan şu düşüncesini de sizlerle paylaşmak isterim… FİZİKSEL YAPI, DIŞ GÖRÜNÜŞ YA DA BUNLARDAN KAYNAKLANAN SOSYAL KONUM, İNSAN İRADESİNİN DIŞINDA GELİŞEN DURUMLARDIR.

İNSANI, MUTLU YA DA MUTSUZ KILAN DURUM İSE; BUNLAR HAKKINDAKİ KİŞİSEL GÖRÜŞLERİNİZE BAĞLIDIR… 

Kendisinin bir köle olduğu düşünülürse:Bu sözlerinin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır…
Yazıtlar ve üzerinde ki etkisi beni zaman tüneli derinliklerine oldukça çekmiş ve yürüyüş öncesi yaptığım hazırlıklar esnasında düşündüklerimi gerçekleştirebilmiştim…

Yazılı Kanyon derinliklerine kadar yürüyüp geri dönüşümüz esnasında gördüğüm tüm doğal güzellikleri yudumlamak istedim... 

Asırlardır güzellikleri bozulmayan bu doğal güzelliklerin bozulmamasını diledim... Doğa ve bu güzellikleri adım adım tanıma fırsatı veren Ulu Allah’a şükretmeden kendimi alamadım…

Eğirdir’e kadar midibüste zaman tünelinin içinde idim... 

Ta ki İşletmecinin hazırlamış olduğu sazan dolmasını afiyetle yiyinceye kadar...


Yarın ki yürüyüşümüz için yatmadan hazırladığım notlarımı gözden geçirmem gerektiğini kendi kendime hatırlattım...
Yeni bir gün yeni bir keşif... Bakalım yeni günde ne gibi sürprizler bizi bekliyor...
Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ

AZİZ PAVLUS YOLU –YAZILI KANYON YÜRÜYÜŞÜ