HAYATIN İÇİNDEN KİM NE DÜŞÜNÜR?
İlkokul sıralarında; duvarda asılı duran “çağları gösteren çizelgenin” neyi ifade ettiği, yeniçağdan sonra hangi çağın geldiği soruları öğretmenimiz tarafından öylesine uzun uzun anlatılırdı ki…
Öğretmenimizin… Bizlere o çağın insanlarının ateşi nasıl yaktığını veya yabani davranışlarını anlattıklarını çok iyi hatırlıyorum…
Ama neden? Bu çağlar birbiri ardına dizilmişti? Bizi neden ilgilendiriyordu? Bizimle bir bağlantısı var mı? Bu soruların cevapları… Tam olarak anlatılamadığından… Bir gün sonra sınıfın tüm meraklıları yine benzer soruyu sorardı…
Ortaokulda ise… Başka bir çizelge; Canlılar; Doğar… Büyür… Yaşlanır ve Ölürler…
Neden asmışlardı? Bu çizelgeleri…
Biz çocuklara verilmek istenen ne idi? Oysa “o zamanlar” bu sıralama bizleri hiç de ilgilendirmiyordu…
Hayat bilgisi dersinde; Ezberlettikleri… Solucanın veya eğrelti otunun “erselik” olması neden önemli idi?
Ayrıca tarih kitaplarındaki mermer sütunlu yapıların üzerindeki kargacık burgacık yazıların“Bizans işi” olduğu cihetle pek önemsenmez ve bizi de hiç ilgilendirmez gözü ile bakılır ve bu izlenimler bizlere yansıtılırdı…
Bu etkileşimle yıllar boyu inanın gördüğüm tüm eski eserler; ya da yapılar bana hep yabancıydı… Bizlere ait değildi…
Okudukça, gezdikçe tüm anlatılanların buhar gibi uçup gittiğini gördüm…
Özellikle ören yerlerindeki ve müzelerdeki hatta henüz kazılma aşamasındaki yapıtlardan; binlerce yıl öncesinde bizlerden daha medeni ve sanat alanında ve insani üstünlüklerine tanık oldukça; bizlere ilkokulda anlatılamayan: Her değerlendirmenin başlıca “ölçütü” olan, ZAMAN VE MEKÂN kavramları ile tanıştım…
Ve elimde; Doğum Günümde Serpil&Hüseyin Şişman çifti tarafından hediye edilen “”ANTİK ANADOLU COĞRAFYASI” kitabı var… Prof.Dr. Adnan Pekman tarafından dilimize kazandırılmış…
Kim ve Ne zaman yazılmış biliyor musunuz?
Milattan önce 64 yılında AMASYA’LI STRABON…
Ayrıca Prof.Dr. Pekman’ın önsözünde yazmış olduğu şu satırlara dikkatinizi çekmek istiyorum… Şöyle yazıyor…
“Anadolu uygarlıkları(Mekân), günümüzden Tarihöncesi’nin en eski evrelerine(Zaman) kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Uygarlıkları dönemlere ayırarak bunların bazılarını kabullenip diğerlerini görmezlikten gelmek de olanaksızdır.”
İşte “Anadolu Uygarlığı”na bakışın ana düşüncesi bu idi; aynı “Rasyonel biliminde” de “”önceden bir takım yargılar ve inançlar olmadığı”” gibi… Prof.Dr. O. Sinanoğlu’nun dediği gibi… Anlayana…
Kısacası Rasyonelliğin birinci koşulu ŞARTLANDIRILMA OLMADAN”…
Uzunca bir aradan sonra Gülay’la birlikte Ayakizleri üyeleri ile beraberiz… İstanbul’dan yola çıktığımızda… Usumuzda sadece bizi etkileyeceklerin merakı var idi…
Marmara Denizi güneyi… Türkiye’nin tüm bölgelerini görmemize rağmen nedense bu yöreleri görmek ve gezmek; İstanbul’da Ayakizleri Doğa Yürüyüş Grubu Başkanı Naif insan Hüseyin Bey ve Eşi Serpil hanımı tanıyıncaya kadar mümkün olmamıştı…
Bu hafta sonu15 Mart 2009 “”kültür gezisi”” özelliğinde “”İznik Gölünün”” güneyindeki… Avadan(Katırlı)Dağı yamaçlarındaki Dağ köyleri (Karsak, Gürle, Müşküle) ile İznik ilçesi ve Samanlı Dağ yamaçlarındaki Keramet Köylerini gezme ve Hüseyin Beyin ağzından antik çağ dâhil olmak üzere “”zaman tünelinden”” Anadolu’yu tekrar yerinde “”içselleştirme”” fırsatını bulduk…
Sevgili Oğlum ve Gelinimin de Gürle Köyünde bizlere katılımı ile doruğa çıkan sevinçle, gezimiz başka bir anlam kazandı…
İznik gölünün güneyinden Katırlı ve Kurban Dağları yamaçlarında Sıralı bir dizi köy bizleri karşılıyor… Buraları Osmanlı’nın ilk yerleşim ve Orhangazi’nin feth ettiği yerler… Öncelikle Karsak’tayız… Öyküsü bize ilginç gelen bir konak son zamanlara kadar kullanılmış… Sevdiği İstanbul’dan uzaklaşıp Bir köye gelin gelmeyi reddedince
Bey de bir konak yaptırıp… Bu konağa gelin getiriyor…
Gürle Medeniyetlerin üst üste çakıştığı bir köy…Orhan Bey Camii 600 yıllık onarılmış… 800 yıllık olduğu ve Cenevizlilerden kalma ancak Orhangazi tarafından imar edilen ve günümüzde kullanılabilen bir “”hamam”” ve hemen üstümüzde 1282 m. yüksekliğindeki Gürle tepesi…
Burada Erinç ve Burcu ile buluşuyoruz…Arkamızda yeralan bina "ipek böceği" yetiştirmede kullanılıyormuş...Tabiiki son yıllara kadar... O da tarih sahnesindeki yerini alacak... Şu anda bizim konuştuğumuz gibi ... Zamanında burada....Diye anlatılacak... Doğruca “Müşküle” köyüne “ünlü mü ünlü” bir köy… Halil Ergün’ün;
Nazım Hikmet’in çaycısının ve “”Muhtarlığına köyün delisini”” seçen köy… Halkı o denli cana yakın ki anlatamam… Tarihi çınar ağacını gördükten sonra “”Nazım Hikmet” adına dikilen çınarı görmeye gittik…
Sırada İznik ilçesi… Surlar… Merkez içindeki tarihi yerler derken öğle yemeği için bizim seçimimiz “”Erinç ‘in de doğum gününü kutlayacağımız bir yemek için “”Meşhur İmren” Köftecisindeyiz…
Keramet köyündeyiz; ünlü sele zeytinini almak için kuyrukta bekleyenler… Antik havuzda yüzmek üzere o bölgede kalanlar…
Hava kararmış artık “oğlumuz ve kızımızdan” ayrılma vakti gelmişti…
Beraber olduğumuza şükrederek İstanbul’a hareket ediyoruz…
Bu tarih ve eserler kimlik tanımlamadan korunmalı… “Ayırt edilmeden ve ayırdına varılarak”…
Mehmet YÜCEBİLGİÇ
15MART 2009