24 Eylül 2010

USUMUN GIDIKLANDIĞI YER"LİKYA YOLU YÜRÜYÜŞÜ"

USUMUN GIDIKLANDIĞI YER? LİKYA YOLU YÜRÜYÜŞÜ…



FARALYA’DAN KELEBEKLER VADİSİNE İNİŞ…



Olayları algılama biçiminde değişiklikler yaratarak kendinizi şaşırtmak; nasıl bir duygudur?


-Ya da hiç böyle bir şeyi denediniz mi?


-Ya da şöyle sorayım… Usunuzun bir köşesinde, üzeri tozlarla örtülmüş saklı kalmışlıkları bulup çıkartmayı hiç düşündünüz mü?


-Hayır der gibisiniz?


-Doğrusu önceleri ben de hiç düşünmemiştim…


-Neden mi?


-Belki de; Hayatın saklı kalmışlıklarını ararken; huzur ve keyif kaçırtıcı olarak düşündüğüm gerçekleriyle yüzleşmemek için…


-Oysa “Usu Gıdıklamak” gerektiğini; eşimle birlikte doğa etkinliklerine başlayınca deneyimledim; “Usun gıdıklanması” gerektiğini de doğada öğrendim… Keza gıdıklanmak; kişiyi uyararak gülme refleksini harekete geçirmek değil midir?


-Keyfi açığa çıkarmaz mı?


-Evet… Büyük ölçüde… Der gibisiniz?


-Bu cevap; alıştığımız veya bize alıştırılan algılama biçimine uygun görünüyor;


-Bir de tam karşıtını düşünün, “gıdıkladığınız kişinin size karşı küfretmesi veya tepkimesi” gibi olumsuzlukları…


-Olsun dediğinizi duyuyorum!


-O zaman “Aklınızın gıdıklandığı” yerleri keşfetmeye hazırsınız”!


-Allah aşkına nereye varmak istiyorsun… Dediğinizi duyar gibiyim!


-Tamam… Şimdi içimin sesini yazmaya başlıyorum…


“Aklımın gıdıklandığı yeri”… LİKYA RÜYASINI-ROTA GRUBU İLE GEÇİRDİĞİMİZ ADRENALİN DOLU ETKİNLİKLERİ…


Likya yolu ile eşimle birlikte 2004 yılında Tahtalı dağlarında tanıştık… Sonra 2007’de Faralya-Kabak etabını yürümüştük… Bu yürüyüşler ağzımıza çalınan bir parmak bal gibi idi… Bu yıl Mayıs ayında Nezihe Güçlü’nün rehberliğini yaptığı Kaya Köy – Ölüdeniz etabını yürüdük…


Bu arada Likya yolunu her yıl yürüyen ve aralara adrenalin dolu doğa etkinlikleri de katan Sevgili Asef Özhan’ın ROTA grubunun da faaliyetlerini takip ediyorduk. Bu yıl bu etkinliklere katılmak kısmet oldu ve etkinliğe Fethiye – Kaş- Olympos konaklamalı olarak başladık…

İstanbul’dan uzun bir otobüs yolculuğunu müteakip Fethiye’deyiz… Yolculuk; Hülya, Abdullah, Asef ve rota grubundan arkadaşlarla çok neşeli geçti diyebilirim… Fethiye’ye vardığımızda öncelikle Otogarda bayramlaşmayı gerçekleştirdik. Doğruca bir minibüsle Faralya’daki Montenegro butik otele hareket ettik, otel doğanın bağrında çok güzel bir yerde, Kelebekler vadisinin tam iniş yerinde…

Bayram beyin işlettiği bir yer, aile işletmeciliği çok beğendik… Ancak hiç planda olmayan “Faralya’dan Kelebekler Vadisi sol yarlarından teknik kullanılmadan inmeyi “ Asef kahvaltıda bahsetti… Gülay’la göz göze geldik ve biz de varız dedik… Sabah kahvaltısını müteakip hazırlıklar yapıldı… Biraz daha bilgi aldık… Ama aldığımız bilgiler… İç açıcı değildi… Bu yıl en son köylü bir kadın sırtında balyası ile inerken düşmüş ve ölmüş idi… Bana da sırt çantalı ineceksiniz dikkat edin dendi…


Aklıma… Hemen iki kural geldi… Kayak yapıyorsan; özellikle süratli isen sırtını dağa ver göğsün vadiye dönsün: Dağda yar inişi yapıyorsan; kesinlikle sırtını dağa dönmeyeceksin kuralı geçerlidir…


Yedi kişi ile Kelebekler vadisi iniş yerine geldik… Allahım aşağı bakınca… Hiç ummadığım bir manzara ile karşılaşmıştık… Hemen uçurumun başlangıcından iniş başlıyordu…


Suratımın ne hale geldiğini bilemiyorum ama bazı arkadaşların yüzlerinin beyazlaştığını gördüm… Kemal beyle iniş sonrası sohbette “ben, o manzarayı gördüğünüzde geriye dönersiniz diye düşünmüştüm ”diye anlatmıştı.


Gülay hemen öncelikle ben iniyorum dedi… Kabul etmedim… Edemedim… Tüm vücudumun ter içinde kaldığını fark ettim… Tekrar aşağı baktım 298 metre aşağısı pek de sevimli görünmüyordu!


İnmeye başladım… Tüm dikkatim… Daha önceden döşenen ipte idi… Fakat yukarıdan iplerin çürük olacağı fazla güvenilmemesi gerektiği duyuruldu…


Bu kez tüm emniyet kurallarını göz önüne getirerek birinci bölümü bitirdim… Gülay’a seslendim… O inmeye başladı… Sonra Asef ve Kemal Bey… Bu sıra, bir sonra ki tekli inişte değişti… Gülay öne geçti… Öyle istiyordu… Sanırım doğrusu da o idi… Benim korumacılık duygum ağır basmıştı… Allah Korusun bir düşme aşamasında belki tutarım hissi idi:


Oysa son düşünülmesi gereken bir şeydi…


Neden mi?


Çünkü o an sadece siz ve sizle baş başasınız (Bir de inancınıza göre yardım isteyeceğiniz sadece “o”)…Bir başkası değil… Gücünüz ve yeteneğiniz varsa


Kısacası “ÖZGÜVENİNİZ” varsa elleriniz ayaklarınız tutuyor… Yoksa bir başkasının eli ayağı veya yardımı ile inmiyorsunuz… Yani çıplaksınız…


Ya inersiniz ya da düşersiniz… Kayaların arasına… Yaralanma şansınız yok gibi…


Ve her şeyi kendi gücünüzle yapacaksınız…


-Amma da abarttın der gibisiniz…


-Ben de deneyin hissedin deyiveririm…


Hissettiklerim arasında “ruhen çıplaklık” beni oldukça etkiledi… Aklıma, Yoga öğretilerinden biri geldi:


“Zihin bir yığın alışkanlık, anı ve fikir koleksiyonu değildir. Zihin ince enerjetik bir alandır ve sınırsız potansiyele sahiptir. Deneyimleriniz, anılarınız, düşünceleriniz, duygularınız, tepkileriniz, hayalleriniz, arzularınız bu alana yerleşir.


Her gereksiz anı, düşünce ve istek bu alanı kirletir ve enerji kaybettirir.


Zihinsel alan temizlendikçe enerjiniz artar.


Kendinizin ve zihninizin efendisi olmalısınız.”


200 metre aşağı inmiştik… Karşılaştığımız sakallı keçi… Öylesine "kendisinin ve zihninin efendisi olmuştu ki… Bizler yanından geçiyor muyuz yoksa geçmiyor muyuz? Umurunda bile değildi… O kendinin efendisi olma erginliğine ulaşmış gibi görünüyordu… Sanki “ruhen çıplaklığı” yaşıyordu…


Kemal bey sayesinde en kritik yerlerde dahi fotoğraflara sahip olduk…


İnişimiz boyunca… Sırtımda ki çanta (inince denize gireceğimiz için oldukça ağırdı, dengemi bozmaması için tüm bağlamalar tamam olmasına karşın)nedeniyle; İki saatlik inişimiz boyunca… Yaklaşık iki kilogram terlediğimi söyleyebilirim…


Kelebekler vadisine indiğimizde, bizleri vadinin kelebekleri karşıladı… Manzara


Yani indiğimiz yarlar muhteşem görünüyordu…


Gülay; Ölü Deniz’e tekne ile gitmeyelim indiğimiz yeri tırmanalım dedi…


Ben de; Hiç olmazsa bu istek ve arzu, bizi bir kez daha buralara gelmemiz için


Zihnimizde uyarıcı olsun dedim…


Tahtalardan yapılmış… Kafede soğuk biramızı yudumlarken sırtımdaki giysinin sırılsıklam olduğunu hissettim… Ve tşortumu sıkarken akan teri görünce hayretler içinde kalmadım dersem yalan olur…


Sohbet koyu “ konu ise: Gülay’ın kayalar üzerindeki hareketliliği beni endişelendirmesi. Bana göre keklik gibi sekiyor… Kemal beye göre kayaların şekline uyum göstererek kayıyor… Ben ise üçayağı sağlama almadan inmek yok… Ama kendi kendime söz verdim… Bir daha böyle bir şeyi denersek… Gülay’dan sekmemesi için söz alıp öyle eyleme geçeceğim…


Yorgunluk… Kelebekler vadisi koyundaki masmavi sularda giderildi… Buradan bir tekne ile Ölüdeniz’e geçtik…


Ölüdenizde bir Kafede soluklandıktan sonra araçla motele döndük… Akşam yemeğinde… Rota Başkanı Asef; ertesi günün programını söyle sıralıyordu.


-İzmir Dedak’tan Vedat Beyin rehberliğinde… Karaağaç-Hisarönü parkuru yürünecekti…


-İsteyen denizde yüzmeye, isteyen Yamaç paraşütü veya ne isterse o etkinliği yapacaktı…


Rota grubunun felsefesi; “ÖZGÜR DAVRANIŞ, BİREYSEL SORUMLULUK VE UYUM” idi…


Gülay ve ben doğal olarak Likya yolu yürüyüşünün başlangıcı olan bu parkuru yürümeye karar verdik…


Yazımın diğer bölümünde; BABADAĞ ETEKLERİNDE TEPEMİZDE YAMAÇ PARAŞÜTCÜLERİ AŞAĞIMIZDA ADINI TÜRKTEN ALAN TURKUVAZ RENKLİ ÖLÜDENİZİ SEYREDEREK YAPTIĞIMIZ YÜRÜYÜŞ.


-GECE HİSARÖNÜ PUBLARININ ÇATILARINDA EĞLENCE YER ALACAK….


Mehmet YÜCEBİLGİÇ


İSTANBUL-2010

3 Eylül 2010

ANADOLU DAĞCILIKLA BOZCAADA'DA GÜNEŞE TUTUNMAK

BOZCAADA… GÜNEŞE TUTUNMAK…


(Beynimiz, yeni tecrübeler keşfettiği sürece insan genç sayılır. William Gladstone).

Nasıl bir tatil istersiniz…?

Nerede? Ne zaman? Kiminle? Maliyeti ne kadar?

Düşündüğünüzü ve bağırarak bir şeyleri anlatmak istediğinizi; hatta içlerinizden bazılarının ne tatili kardeşim!… Vb. sözlerle serzenişte bulunduğunuzu duyar gibiyim…?

Ben bu yazımda… Doğanın içinde çok da ekonomik olarak alışkanlıklar dışında bir tatilin yapılabileceğini ve … Yaşananları dile getirmek istedim…

Kiminle yaşadın bu kısa süreli alternatif tatili?

Anadolu Dağcılık ve Doğa Sporları kulüp üye ve misafirleri ile…

Öncelikle… Biraz sonra yazacağım konsepte göre tatili yaşamak için, şayet çift iseniz; bunu birlikte istemeniz, tek iseniz; aşağıda özünü belirteceğim davranış biçimlerini benimsemiş (çok da fazla sayıda olmasa da olur) kişilerle beraber olmanız şart…

Keza… İçinde… Sabahları geç kalkma ve yan gelip yatmanın olmayabileceği… Çadırda yatmanın konfor sayılabileceği… Sabah… Erken saatlerde güneşin doğuşunu karşılayıp batırıncaya kadar tüm olumsuzluklardan arınmış doğayı ve yaşanmamışlıkları ve naifliği keşfetmeye dayanan bir tatil anlayışı…

Öyle bir anlayış ki…“Keşfettikçe zenginleşen, zenginleştikçe “kendini bilmenin” farkındalığını yakalayan, az ile yetinen ve birlikteliği yakaladığı kişilerle uyum içinde, keyfi yudumlamaya dayanan bir düşüncenin; bilgilerin ve bilimlerin verebileceğinden daha çoğunu deneyimlemek ve uygulayabilmek… Heyecan ve keyif almak…

Bu düşünce ve uygulama biçiminde… Aykırı düşüncede olanları benimsetmek yoktur… Sadece uyumluluk vardır… Uyumlu olmayanlar o çemberin dışındadır…

Anadolu Dağcılık üyeleri ve misafirleri ile; Bozcaada yollarındayız… Daha önce görevli olarak gitmiş ve beğenmiştim… Ancak Gülay görmemişti… Bu doğanın güzide ve tarih kokan köşesini görmesini çok istemiştim…

Geceyi yolda geçirip… Sabah, Geyikliden Feribotla… Bozcaada’ya geçtik… Feribotla, Bozcaada’ya yaklaştığımızda… Bizleri öncelikle Limana böğrünü dayamış “Bozcaada Kalesi” Selamladı… Hoş geldin dedi…

Çarşı içinde kısa bir alış verişten sonra kalacağımız… Adanın tek kamp yeri işletmeciliği yapan “ADA CAMPİNG” e hareket ettik…

Kamp bölgesi… Bungalov tipi karavanlar, çadırlar ve çadırını kendileri kuracaklar için doğa içinde yerler sağlayacak tarzda büyük ölçüde doğa bozulmadan… Oluşturulmuş bir yer…

Gülay-Engin ve Ben çadırlarımızı kurmaya başladık… Doğrusu… Gülay’la çadırı kurarken keyif süreci başlamıştı… Ve bu sürecin daha da olgunlaşacağını hissetmiştim…

Çadırlar kurulmuş ve Sulubahçe sahilinde denizi keşif başlamıştı…

Sapsarı kumla örtülü sahil tenha ve bakir… Billur gibi deniz suyu, berraklık o denli net ki suda ışığın kırılmasını görebiliyorsunuz…Su ısısı serin ama üşütmüyor… İnsanı, Diri ve dingin kılıyor… Saatlerce denizde kalabilirsiniz… Yorulduğunuzda kıyıya çok da yanaşmanıza gerek yok… Çünkü deniz kıyısı mesafelerce oldukça sığ durumda…

Güneş oldukça etkili ilk gün etkisi altında kalmadan biraz da çevreyi tanımak için Ayazma sahiline yürüdük… Manzara tanıdık geldi… Öyle kalabalık ki… Tüm tatil için adaya gelenler… Sanki Bu sahilde…

Restoran… Güzel bir mekânda… Yörenin yiyeceklerinin tadına baktık… Ekip uyumlu… Sohbet koyu… Ayrıldıktan sonra tekrar deniz sefası…

Akşam… Adanın Polente burnunda güneşin batışını seyretmek için hareket ettik… Rüzgar güllerini gördükten sonra burna doğru yürüdük… Güneşin batışını seyir için gelenlerin kalabalıklığını görünce… Çok hoşuma gitti… Bölgeye ayrı bir hava vermişti…

Türkiye’de de artık insanlar doğa olaylarını görmek için böyle davranış içine girebiliyorlardı… “Güneşten bana ne!…” Anlayışından sıyrıldıklarına seviniyor insan…

Güneşi batırdıktan sonra doğruca Ova yolundan ada merkezine limana gittik… Merkezi gezdikten sonra… Köftecide soluğu aldık… Köfteci… 30 kişilik dürümü duyunca fenalık geçirdi… Ben on tane köfte siparişini peşi peşine almamışım… Sana güveniyorum… Köfteyi ben kararım…

Sen ocak başına geç soğan orda… Biriniz pişirin… Biriniz dürüm yapın… Kasa da orada paraları da sen topla dedi ve dışarı çıkıp köfte karmaya başladı… İş başa düşmüştü… Birinci… Grubu ben ve bir arkadaşla birlikte tamamladıktan sonra

 ikinci grubu Anadolu Dağcılığın Başaralı Rehberi Ajda’ya devrettim… Limanda çay ve kahve faslından sonra… Ada kampinge hareket…

Sabah erken saatlerde kalkabilen grup… Sahilde Ajda’nın yaptırdığı kültürfizik hareketlerini tekrarladık… Sonra yoga… Ve denizde yüzme… Bu proğram erken kalkabilenler için; iki sabah da tekrar etti…

Uzun süredir sahilde yoga yapamamıştım… Güneşin doğuşuna “güneşe selamla” şahit olmak… Gözlerini kapayıp iç sellik dünyanda… İlerlerken… Hemen yanı başında… Geçmişten geleceğe seslenen Bozcada sahilindeki deniz suyu orkestrasının tınısını, ruhunda hissetme ve suniliklerle iletişimi kesme.

Dalgaların müziği; bedeni, devindiği sesli hazneye yeniden daldırmakta… Dinleyicisine, aldığı nefes ritmi ile birlikte varoluşu ve nice tadamadığı deneyimlerin uyum ve sebatla alınabileceğini hatırlatmakta…İdi...

Kahvaltıyı müteakip… Eralp, Hanife ve Gülay ve ben… Ada tepeciklerinin bir bölümünü kapsayan doğa yürüyüşü yaptık… Çok keyifli ve yeni deneyimler elde ettik…

Örneğin… Armut ile başlayan yeme faaliyeti incir ve bağından ve dalından kopartılan üzümlerle devam etti… Bir salkım üzüm ve üç adet incir yemekle insan kesilir mi? Biz kesildik…

Yol üstünde karşılaştığımız çok güzel bir çiftlik evi gördük… Tanrı misafiri olarak girdiğimiz bu çiftliğin butik tatilcilere açık olduğunu ve kendi müşterilerini kabul ettiğini sahipleriyle konuşunca buranın “PELAZZİ ÇİFTLİĞİ” olduğunu öğrendik… Son bahçemizi gezin ve meyvelerin tadına bakın dediler…

Bahçe… Öylesine güzel düzenlenmiş ki… Hem zevkli hem de profesyonelce… Tüm meyve ağaçlarına rastlamak mümkün… Şeftali, böğürtlen(özel dikilmiş), muşmula, elma, incir, sebzeler… Kümes hayvanları, keçi, kuzular aklıma gelenler… Bunlar ancak inanın bir taneden sonra meyveleri yiyemedik…

Buradan orman içine yürümeye başladık… Orman içinde yürüyüş ilerledikçe daha keyifli olmaya başladı… Bir müddet sonra… Tepenin askeri zirvesine mevzilerin kazıldığını gördüm… Bu mevziler uçaksavar ve makinalı tüfek mevzileri idi… Bir müddet sonra askerleri arazide kullandığı, arazi yemekhanesi ile karşılaştık… Olağan üstü şartlar için hazırlanmış olduğunu düşündük…

Sonra bir çeşme ile karşılaştık… Orman bekçisi ile sohbetler ve çeşmede elimizi yüzümüz yıkadıktan sonra yürümeye devam ettik…

Yol boyunca üzüm bağlarında öylesine dalından üzüm yedik ki... Artık bağlara giriyoruz... Ama yiyemiyoruz. Sadece fotoğrafını çekiyoruz… Yol boyunca butik otellerle karşılaşıyoruz…

Bu arada doğa yürüyüşü ve dağcılıkla ilgilenenlerin dikkatini herşeyden fazla çekecek... Portatif yataklı çadırı görünce...Öylesine ilgimizi çekti ki...Bu karyola-Çadırı sizinle paylaşmak istedik... Buradan Ayazma mevkiine indik… Ve yürüyüşü Ada kampingde sonlandırdık… Dinlenmeden sonra deniz keyfi…

Akşam bu kez Güneşi adanın en yüksek tepesi Göztepe’de batıracaktık… Öyle de oldu… Birbiri ardına kaç poz çekildi… Seyrettiğimiz o manzaranın etkisini hep yanı başımızda taşımak için…

Döneceğiz… Fakat bizim… Otobüsün manevra yapacağı alan çok dar…

Tepeye çıkarken de Adanın en yüksek tepesi ve Gözlem yeri turistik bir mekân… Bu tepeye çıkışla ilgili hiçbir uyarı yoktu… Her şeyimiz gibi Allaha kalmış… Eleştirmeyeyim dedim ama… Burnumuzun dibinde ki adaları örnek alsalar yeterli… Görev yapan belediye başkanı da bilmem kaç dönem… Başkan seçiliyor muş… Alışkanlıkların değişme zamanı çok gelmiş de geçmiş…

-Peki, o koskoca otobüs nasıl döndü daracık alanda?

-Kim yardımcı oldu?

Analar ne doğuruyor. Kendi turist ekibini bırakarak gelip bizim kaptanı cesaretlendirip, manevra yaptırıp aşağı inmesini sağlayan diğer tur kaptanı… Oldu…

Tepeden indik… Akşam sahilde balık yemek için restoranın yolundayız… Rehberlik yapan Ajda Hanım gezi boyunca öylesine özverili idi ki… Her şey tıkırında gitti...

Yemek sonrası ada merkezinde gezildi… Çaylar içildi…


Ertesi gün… Sabah kültürfizik, yoga, deniz sefası ve de sahilde oyunlar... Filim çekimlerini aratmayan roller ve çekimler...Yapımcı..Aysun...Roldeşleri...

Kahvaltıyı müteakip kısa süreli bir dağ bayır dolaşması… Güneş ve deniz sefasının devamı… Adadan ayrılmadan bir şarap fabrikası gezildi… Modern şekilde yapılmış… İtalya bağlantılı çalışıyorlar… Adaya özgü şaraplar alındı...Şarap çeşitlerini anlatan kişi ciddiyetle dinlendi...

Buradan limana hareket edildi… Feribotun kalkış saatine kadar Gülay'la Bozcaada’nın meşhur “eski Rum mektebini” görmeye gittik… Şimdi Ege Oteli olarak kullanılıyor.İçeri girip gezdik… Çok değişik duygular içine girmemeniz mümkün değil… Tarih kokuyor…

Feribottayız… Bozcaada’dan ayrılırken… Aklıma atalarım geldi… Bizlere bu billur gibi adayı emanet bırakan atalarım… Yedi düvelle nasıl baş edip… Lozan da masa başında bu adayı kaybetmemek için Atatürk’ün direktifiyle… Ter döken İnönü başkanlığında ki atalarım aklıma geldi… Onlara nedenli minnet borçlu olduğumuzun bir kez daha ayırdına varıp teşekkür ettim… Teşekkür edecek nesillerin yok olmamasını Ulu Tanrıdan diledim…

Yönelimlerinin peşinde olan ben ve eşim; bunca yıldan sonra bağımsız bir ruha gereksinme duymaktayız… Böylelikle kaynağı felsefeden, sanattan ve bilimlerden de öte bir şeyde kendini var etme düşüncesi ve arayışı içindeyiz...

İşte bu arayış peşinde olan ben ve eşime; aradığı hazzı, tüm gezi boyunca, yakalama fırsatı veren Sevgili Aysun, Ajda ve Ayfer’e teşekkürlerimizi sunuyoruz…

MEHMET YÜCEBİLGİÇ
İSTANBUL-2010-AĞUSTOS