Yazımı kaleme almaya başladığımda…
“Duvara çarpmadan kim olduğunu bilemezsin!” Bob Dylan’ın şarkı sözlerinden… Bir bölümü usumun derinliklerinden akıp gitmeye ve aşağıdaki düşünceleri çağrıştırmaya başladı...
“Hayattaki bütün yeni başlangıçlar,
Ruhun yeniden doğuşu,
Arınmak;
Ancak ‘kendi yükümüzü sırtlayacak ‘güce sahip olmakla mı mümkündür?
Yoksa “o yüklerle ve çarptığımız duvarlarla mı” kazanıyoruz kuvveti?”
Ne alaka? Bu sözlerle? KIZLAR SİVRİSİ ‘ne tırmanışın... Ne ilgisi var? Der gibisiniz?
Bana göre bir ilişki var. İsterseniz... Yazımın devamını okuyun... Daha iyi açığa çıkacaktır... Usumdan akıp gidenler...
Özellikle yaşınız ellili gruba girmiş... Emekli olup ikinci yaşamı kendi isteğinize göre şekillendirmek istiyor iseniz... Birinci yaşamdaki olumsuzlukları yinelememek isteminiz ağır basmakta... Şimdi, ufukta alacakaranlık parıltılarında ki zorlu bir tırmanışın arifesinde... Sırtladığımız yükü nereye kadar taşıyabileceğimizi, yeni başlangıçları, keşif ve kendi çitlerimizi aşma gayretini deneme süreci içindeyiz.
Gülay’la KIZLARSİVRİSİ Dağının eteklerinde çadırları kurduğumuz kamp bölgesindeyiz…
Ayakta ellerim havada, gözlerim Kızlar Sivrisi’nin zirvesinde, usumdan akıp giden yukarıdaki sözcük selini birbiri ardına takip eden benzer diğer düşünce seli… Ben neden buradayım? Neden Gülay’ı da peşimden sürüklemiştim...
Torunumuz… Rüzgâr doğmadan adına yaptırdığımız flamayı Gülay’la birlikte 2500 m lik zirvelerde açmıştık… Ancak 3000 metre ve sonrasında bu flamayı açabilme isteğimi hep içimde saklamış… Ve bu isteğimi Gülay’la paylaşmıştım…
Gün geldi... Sevgili Asef Özhan’ın; Todosk Dağcılık Kulübünün KIZLARSİVRİSİ dağında düzenlediği Dağcılık Şenliğine katılma talebine sıcak baktık ve bu fırsatı değerlendirmek istedik... Program oldukça ilginç ve keyifli görünüyordu…
Kızlar Sivrisi’ne tırmanış… Buradaki etkinlik sonrası iki gün de Olympos,
Çıralı ve Adrasan’da deniz keyfi ve yorgunluk giderme var idi…
Antalya’ya grup halinde uçakla gittik... Karayolu veya daha önce Antalya’ya gelen arkadaşlarla Otogar yakınında buluştuk... Asef’in düzenlediği Minibüsle önce Korkuteli... Sonra Elmalı’ya gittik... Yöreye has “yanık dondurmanın ve köftenin” tadına baktık ve Elmalının şirin çay bahçesinde yarenlik ettik...
Dağcılık Şenliğine katılacak Dağcı gruplarla tanıştık... Artık her geçen dakika... Havaya daha iyi giriyorduk... Minibüsümüz... Elmalı’dan sonra Kızlar sivrisine doğru yol alırken KIZLARSİVRİSİ’nin muhteşemliği kendini göstermeye başlamıştı... Hemen önümüzde Antalya valiliğinin UMKE timi (ulusal medikal Kurtarma ekibi) ilerliyordu...
Kamp alanına vardığımızda TODOSK DAĞCILIK KULÜBÜNÜN dağ evinin hazırlığı, yakınındaki pankartlar, Atatürk posterleri, kulüp görevli rehberlerinin kıyafetleri işi nedenli ciddiye aldıklarını ortaya koyuyordu...
Asef Özhan; ROTA grubunun kamp alanını belirledikten sonra çadırlarımızı kurduk... Nazan’ın sürpriz karpuz ve kavun ziyafeti kamp alanına ayrı bir hava katmıştı...
Gülay’la birlikte sırtlara doğru yürümeye kendimizi test etmeye başladık... Gülay’ın ayağındaki problemin tekrarlamasından çekiniyor hatta tedirgin oluyordum...
Yavaş yavaş sırtlarda ki yürüyüşümüzde her şeyin yolunda gittiğini gösteriyordu... Bu olumlu duruma rağmen yürüyüş esnasında ikimizden birinde ortaya çıkabilecek bir rahatsızlıkta hemen geriye döneceğimizi de kararlaştırdık...
İstanbul Rota grubuna Todoks Kulübünden Ali İhsan Yılmaz Bey rehberlik edecek Rıza Bey ise artçı olacaktı...
Sabaha karşı saat 0245 te telefonların alarmları ötmeye ve kamp bölgesinde kıpırdanma başlamıştı...
Sıcacık uyku tulumunun içinden çıkmak kolay olmadı... Hatta o an Gülay’a istersen gitmeyebiliriz... Dedim...İnanıyorum ki Gülay evet... Kalalım dese uykuya devam edecektim...
Peynir ve süt gibi proteinlerin yenmesinin sakıncasını yıllar önceki deneyimlerimizde yaşadığımız için yürüyüş veya tırmanış öncesi protein yerine karbonhidratları tercih etmeye başlamıştık...
Rehber Ali İhsan Bey, yürüyemeyecek olanların bu noktadan ayrılmalarını artık geri dönüşün olamayacağını belirtiyor... Öndeki birinci grubun çıkmasını bekliyordu... Öndeki grup Antalya’ya ait idi...
Ve biraz sonra söylendiği gibi... TAŞŞŞŞ... Bağırışları bir biri ardına duyulmaya başladı... Tüm kafalar taşın geldiği yeri kestirmek için kalkıyor ve pozisyon almak için dar alanda kıpraşmalar birbirini takip ediyordu...
Gözler devamlı... Tutunacağımız kayalara ve özellikle de sağlamlığına bakıyor... Zaman zaman soluklandığımızda daha yukarıları görme isteğimiz dengemiz bozulacağı için son buluyordu... Arkaya bakmayı ise hiç tercih etmiyorduk...
İşte bu gözlemimde...” Sırtındaki yükü ile duvara çarpmanın” ne anlam taşıdığını;
Aklimatizasyon;Bazı kişilerde kendini göstermeye başladı... Kusma, öğürme ve kasların tutulması... Şükürler olsun...
Nefes kontrolü yaptıktan sonra Gülay’la birlikte Rüzgâr’ımızın flamasını dalgalandırmak için son birkaç hamle daha yaptık ve 3070 metre KIZLAR Sivrisi’nin zirvesindeyiz...
Topukla inin...Topukla inin....
Hemen topuklarımızı kullanmaya başladık... Ta ki çarsak sığlaşıncaya kadar...
Bu noktadan itibaren tekrar yan basışlar... Çıkış beş saat on dakika sürmüştü...
Nitekim... İnişimiz de beş saat sürdü... Toplam on saati geçiyordu...
Kendimi arınmış hissediyorum... On saat boyunca dağ da... Gülay’ımla birlikte sadece ve sadece ve tırmanışı ve dağı düşündüğümün ayırdına varıyorum...
Bu gücün bir müddet daha eşimle birlikte korunmasını, RÜZGÂR flamasını nice zirvelerde dalgalandırmak isteğimi ULUTANRIMA mırıldanıyorum...
Tabii ki düşündüğüm gibi olmadı... Gülay’ın gidelim sözüyle kalkıp akşamdan yaptığımız hazırlıkları tepe lambamızın aydınlığında gözden geçirdik... Yürüyüş öncesi... Muz türü meyve yedik...
Peynir ve süt gibi proteinlerin yenmesinin sakıncasını yıllar önceki deneyimlerimizde yaşadığımız için yürüyüş veya tırmanış öncesi protein yerine karbonhidratları tercih etmeye başlamıştık...
Saat 0400 de yürüyüş, grup sırasına göre başladı... Başımızdaki tepe lambalarımız karanlığı tam olarak aydınlatamıyor... Sadece önümüzü görebiliyor idik... Kısa bir süre sonra yürüyüşün zorlanması ile eğimin birdenbire dikleştiğini fark ettik...
Bu eğim kırk beş dereceyi aşmaya başlamıştı... Gülay’la devamlı kendi bedenimizi, nefes durumumuzu kontrol halinde idik... Acaba bedenimiz bize nereye kadar müsaade edecekti... Kasların uyumluluğunun dışında “Aklimatizasyon”; (yüksekliğe uyum ve yüksek irtifa hastalığı) bizde kendini nasıl gösterecekti... Bunu önceden kestirmek mümkün değildi...
İrtifa yükseldikçe diğer gruplardan patika kenarlarında ayrılanları gördük...
Alacakaranlık başlangıcını kaçırmak istemiyordum...O anı elimdeki foto ile flaşsız çekmek istiyordum...Ancak tripodsuz bu anı istediğim gibi elde edemedim..
Benim için bu an "arınmanın başladığı andı" ...
Bu muhteşemlikte ilk akla gelen sanırım...Kainatın oluşumu idi...Ayağımın altındaki el sabunu büyüklüğündeki kaya parçalarının kaç milyon yılda bu hale geldiğini daha sonra bunların çakıl taşı haline geliş sğrecini...Düşündüm...
Bu muhteşemlikte ilk akla gelen sanırım...Kainatın oluşumu idi...Ayağımın altındaki el sabunu büyüklüğündeki kaya parçalarının kaç milyon yılda bu hale geldiğini daha sonra bunların çakıl taşı haline geliş sğrecini...Düşündüm...
Biraz sonra grup içinde tempoyu iyi ayarlayabilmek için yavaş yürüyen bir arkadaş grup başına getirildi... Tempo bu kez biraz daha düştü... Ve tırmanma “kuzey kapıya” kadar devam etti...
Artık tan yeri aydınlığına kavuşmaya başlamıştı...Bu anı Gülay'la birlikte yakalamak istedim...
Çarsaklardan devam eden parkur; rehberimizin bildirdiğine göre bu kez yer yer çarsak ve çürük kayalıkların kapladığı ve Yaz parkurlarının en zorlarından birinden tırmanmaya devam edecektik...
En tehlikeli şeyin de öndeki gruplardan düşen taş veya kaya parçalarından sakınmanın öneminden bahsetmesiydi...
Rehber Ali İhsan Bey, yürüyemeyecek olanların bu noktadan ayrılmalarını artık geri dönüşün olamayacağını belirtiyor... Öndeki birinci grubun çıkmasını bekliyordu... Öndeki grup Antalya’ya ait idi...
Ve biraz sonra söylendiği gibi... TAŞŞŞŞ... Bağırışları bir biri ardına duyulmaya başladı... Tüm kafalar taşın geldiği yeri kestirmek için kalkıyor ve pozisyon almak için dar alanda kıpraşmalar birbirini takip ediyordu...
İrtifa gittikçe artıyor... Kaygan çarsak alanda tırmanmak gittikçe daha da zorlaşıyordu... Rehberin hemen arkasında Gülay ve ben tırmanmaya devam ediyor... Çok zorlu yerlerde Gülay’a daha yakınlaşıyordum... Bu denli yakınlaşmak aslında onun hareketini kısıtlıyordu...
Ama belki bir kayma durumunda bir yerinden daha çabuk tutarım düşüncesi ağır basıyordu... Bu himaye edici düşüncem Gülay’ın tırmanmasını tehlikeli bir duruma itinceye kadar devam etti... Bu noktadan sonra tırmanış daha zorluydu...
Hatta düz kayalık bölümden yan geçiş yapılırken dahi kendi hareketlerimize yoğunlaştığımız için daha kolay geçiş sağladık...2500 metrelik rakım geçilmiş...2900 metrede diğer grupların gelmesini beklemek üzere mola verildi...
Aşağıya doğru seyretmek daha keyifli oluyormuş... Çıkanların yüz ifadelerini takip etmek kimin zorlandığını, kimin zorlanmadığını apaçık ortaya koyuyordu...
Dağların; antik çağlardan beri, kişilerin gerçek kimliklerini, karakterlerini ortaya koyan tek unsur oluşunun ne denli doğru oluşunu anımsıyorum...
İşte bu gözlemimde...” Sırtındaki yükü ile duvara çarpmanın” ne anlam taşıdığını;
Esas özgüvenin bu noktadan sonra kazanılacağını, karakterlerin çırılçıplak kaldığını, tırmanan yüzlerce dağcının güvenliğini tehlikeye atarak kendi keyiflerine göre yürüyüş grubundan ayrılarak, rehberlerin tüm uyarılarına rağmen zirveye çıkma ukalalığını ortaya koyan İzmir’li iki kişinin (dağcı diyemiyorum) kendi çıkarları için neler yapabileceğini... Daha iyi özümseyebiliyorum: Artık... İnsana dair ne varsa Sahne deyip kendini sergileyebiliyordu...
3000 metre dolaylarında kar kümeleri kendini gösteriyor... Yavaş yavaş ilerlememiz devam ediyordu...
Aklimatizasyon;Bazı kişilerde kendini göstermeye başladı... Kusma, öğürme ve kasların tutulması... Şükürler olsun...
Nefes kontrolü yaptıktan sonra Gülay’la birlikte Rüzgâr’ımızın flamasını dalgalandırmak için son birkaç hamle daha yaptık ve 3070 metre KIZLAR Sivrisi’nin zirvesindeyiz...
RÜZGÂR zirvede... Ulu tanrıya nedenli şükrettiğimizi sanırım tahmin etmişsinizdir...
Zirvede Rota Grubu ile ve TODOSK dâhil tüm katılan kulüplerle fotoğraf çekimi yapıldı...
Zirve defteri imzalandı...
Sandviçlerimizi burada yedik... İniş için gruplar yeniden teşkil edildi...
Topukla inin...Topukla inin....
Hemen topuklarımızı kullanmaya başladık... Ta ki çarsak sığlaşıncaya kadar...
Bu noktadan itibaren tekrar yan basışlar... Çıkış beş saat on dakika sürmüştü...
Aşağı inerken... Yürüyüş kolunun görünümü muhteşemdi... Yol bir türlü bitmiyordu...
KIZLARSİVRİSİ’nin tepesi dumanlaşmış adeta bizlere el sallıyordu... Muhteşem dağı keşfetmenin çıkış öncesi... Düşüncelerimin... Sağlamasını yaparak... Kamp alanına doğru ilerliyoruz...
Kendimi arınmış hissediyorum... On saat boyunca dağ da... Gülay’ımla birlikte sadece ve sadece ve tırmanışı ve dağı düşündüğümün ayırdına varıyorum...
Teşekkürler... Bu etkinliğe katılma olanağını sağlayan, Diğer Dağcılık Kulüpleriyle işbirliği yaparak Rota bünyesinde Dağcılık ve Doğa etkinlikleri adına güçlü bir sinerji yaratan Sevgili Asef&Nazan’a ... Sevgili ROTA GRUBUNA,
Tüm fedakârlıklardan kaçınmayıp bu organizasyonu ve profesyonel rehberlik ve kamp alanı kolaylıklarını sağlayan TODOSK dağcılık kulübüne... Eşimle birlikte en içten sevgilerimizi sunuyoruz...
Nice dağ şenliklerinde buluşmak dileğiyle...
Mehmet YÜCEBİLGİÇ
ELMALI-KIZLARSİVRİSİ
ANTALYA...25-26 HAZİRAN 2011
5 yorum:
birlikte nice nice etkinliklere,sevgiler
nazan&asef
Nazar değmesin süpermiş :)!
ruzgar bayragini umarim sizlerinkinden daha daha yukseklere tasir..
ne kadar güzel anlatmışsınız içinizden geçenleri..Rüzgar'ınızın istediğiniz tüm zirvelerde dalgalanması dileğiyle..
Sevgiler
Yazınızı okurken o günü tekrar yaşıyormuşum gibi hissettirdiğiniz için çok teşekkürler.Elinize,emeğinize sağlık.O ortamda ve sizlerle birlikte olmak bir ayrıcalıktı.Sağ olun var olun.Selam ve sevgilerimle...
Yorum Gönder