9 Aralık 2013

ST. PAUL YOLU YÜRÜYÜŞÜ-YAZILI KANYON ETABI

ST.PAUL YOLU DOĞA YÜRÜYÜŞÜ….YAZILI KANYON YÜRÜYÜŞÜ…

Nerede kalmıştık… St. Paul Yolu yürüyüşümüzün “Yazılı Kanyon” bölümüne gelmiştik… Yazıma başlamadan önce…

Gülay’ımın “face” te paylaştığı sözler öylesine hoşuma gitti ki anlatamam hayata dair…
“”Benim hayatımı yargılamadan önce,
Benim ayakkabılarımı giy ve Benim geçtiğim yollardan, sokaklardan, dağ ve ovalardan geç.
Hüznü, acıyı ve neşeyi tat.
Benim geçtiğim senelerden geç, benim takıldığım taşlara takıl.
Yeniden ayağa kalk ve Aynı yolu tekrar git, benim gittiğim gibi.
Ancak ondan sonra, beni yargılayabilirsin...!””

Hayata dair... Her şey… Dökülüyor bu sözcüklerde, bir de emekli olmuş, bugüne ertelemişliklerle gelmiş iseniz. Hayatınızın ikinci dönemini yaşıyorsanız…” Ateşin düştüğü yeri yaktığını” can dostunuzla beraber yaşamış ve bellemişseniz... 

Bir önceki hayatınızda, hemen hemen başkalarını beğendirme hastalık tablosundan, kendinizi kendinize ve bugüne kadar seninle düşe kalka koltuk değneğin olan can yoldaşınıza beğendirme düşüncesine yöneliyor ve o özlediğiniz “özgür ruhun” peşine koşmaya başlıyorsunuz... Dün olduğu gibi bugün de Ulu Allahtan başka hiçbir kimseden beklenti içine girmeden...

İşte bu dürtüler sizi alıp doğanın içine atıveriyor… Çünkü sizi alıp tüm düşüncelerinizle birlikte alıp bağrına basmaya hazır olan Doğa; tüm duruluğuyla, art düşüncesizliği ile ön yargıya kapılmadan size kucak açmış bekliyor… 

Tek yapılacak şey doğayı sevmek ve uyum sağlamak... Verdiği acıyı ve sıkıntıyı “olgunluğun ve varmak istediğin olguya yaklaştıran bir işaret sayarak...

İşte böyle bir düşünce sarmalında midibüsün stabilize yollardan kıvrıla kıvrıla  kat ederek sağımızda ve solumuzda ki Uludağlar arasından bir vadiye iniyoruz… 

Taşıtımız durduğunda neredeyse “Yazılı Kanyonun” içine girecekmiş diye düşünmeden kendimi alamıyorum…

Karşımda Yazılı Dere; yürüyüşe başlamadan önce kısa bir mola ve hazırlık… Gülay’la bu süreden yararlanarak çevreyi tanıma ve fotoğraf çektirme başladı… 

Sevgili Zühre, pozlarımızı düzenleyip peşi peşine çekerken biz de doğaylabaşbaşa olmanın tadını çıkarmaya başlamıştık…

Yürüyüş öncesi uyarı levhaları ve patika başlıyor önümde Gülay ve peşinden ilerliyorum, aklımda bu toprakları Hristiyanlığın yayılması için dolaştığı yazılan Tarsus’lu Aziz Pavlus var: Sizlerle, Hristiyan inancına göre Kutsal Kitap İncil’in yarısının kendisi tarafından yazıldığı söylenen bu aziz hakkında İncil’de ki anlatımıyla edindiğim bilgileri paylaşmak isterim…

“Aziz Pavlus Tarsus’ludur ve Kudüs’te Hz. İsa’nın yeni bir dini yakın arkadaşları ile Yahudilere müjdelemesiyle birlikte başlayan zulümlerde baş destekçilerden, Hz. İsa ve havarilerine zulüm yapan ve bazılarının ölümlerine de sebep olan biridir.
Roma’lı askerlerle birlikte Şam/Suriye ‘a kaçan havarilerin yakalanması için Şam yolunda iken Hz. İsa güneşin içinden süzülerek önüne çıkar ve kendisine kim olduğunu soran Pavlus’a “kendisine zulüm yapan biri olduğunu” hatırlatır ve bu olaydan sonra kriz geçirerek kör olur.
Pavlus; kör bir şekilde bu olayın etkisiyle yaptıkları işkencelerin acısını şiddetle duymaya başlar… Bir süre sonra Hz. İsa, havari Hanaya görünerek” Pavlus’u bulmasını ve “”Hristiyanlığın tüm uluslara, İsrailoğullarına ve diğer ülkelere yayması ile görevlendirildiğini vaftiz ederek bildirmesini ister””…

Havari Hanaya, Pavlus’u bulur ve Hz. İsa’nın emirlerini kendisine tebliğ ederek, gözlerini Hz. İsa adıyla açar, Körlükten kurtulan Pavlus;diğer havarilerden(St. Petrus,Matta,Tomas,Yuhanna gibi) daha da uzak ülkelere yanına aldığı Aziz Luka ile birlikte gider.


Özellikle Anadolu topraklarında da dolaşan ve yaşayan ve Azizlik mertebesine ulaşan Aziz Pavlus İsa/Tanrıya iman ederek, İsa/Tanrı inancını Anadolu topraklarında ki çoğu Pağan olan uluscuklar ile Romalılara yaymaya devam eder…

Ta ki Romalı askerler tarafından yakalanıp başı kesilerek öldürülünceye kadar…””
Yazılı Kanyonun derinliklerine doğru ilerlerken ister istemez o yıllara ait bilgiler, izlerle karşılaşmayı umut etmeye başladım… 

Ve umut ettiğim yazıtları kanyonda kayalar üzerinde gördüğümde… Heyecanımı ve keyfimi düşünün?

Yazıtlarda ilk ilgimi çeken M.S. 50 de Denizli/Hierapolis kentinde doğan ve köle olan Filezof Epiktetos’un yazıtında ki  bölüm dikkatimi çekiyor.”EY YOLCU, YOL HAZIRLIĞINI YAP VE KOYUL YOLA… VE ŞUNU BİLEREK DER…”HÜR KİŞİSADECE KAREKTERİNDE HÜR OLAN KİŞİDİR.”
Asırlar geçse de bu sözlerin; yazımın başlangıcında ki düşüncemden farklı olmadığını anımsadım…

Ayrıca Epiktetos’un; bugün de hala geçerli olan şu düşüncesini de sizlerle paylaşmak isterim… FİZİKSEL YAPI, DIŞ GÖRÜNÜŞ YA DA BUNLARDAN KAYNAKLANAN SOSYAL KONUM, İNSAN İRADESİNİN DIŞINDA GELİŞEN DURUMLARDIR.

İNSANI, MUTLU YA DA MUTSUZ KILAN DURUM İSE; BUNLAR HAKKINDAKİ KİŞİSEL GÖRÜŞLERİNİZE BAĞLIDIR… 

Kendisinin bir köle olduğu düşünülürse:Bu sözlerinin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır…
Yazıtlar ve üzerinde ki etkisi beni zaman tüneli derinliklerine oldukça çekmiş ve yürüyüş öncesi yaptığım hazırlıklar esnasında düşündüklerimi gerçekleştirebilmiştim…

Yazılı Kanyon derinliklerine kadar yürüyüp geri dönüşümüz esnasında gördüğüm tüm doğal güzellikleri yudumlamak istedim... 

Asırlardır güzellikleri bozulmayan bu doğal güzelliklerin bozulmamasını diledim... Doğa ve bu güzellikleri adım adım tanıma fırsatı veren Ulu Allah’a şükretmeden kendimi alamadım…

Eğirdir’e kadar midibüste zaman tünelinin içinde idim... 

Ta ki İşletmecinin hazırlamış olduğu sazan dolmasını afiyetle yiyinceye kadar...


Yarın ki yürüyüşümüz için yatmadan hazırladığım notlarımı gözden geçirmem gerektiğini kendi kendime hatırlattım...
Yeni bir gün yeni bir keşif... Bakalım yeni günde ne gibi sürprizler bizi bekliyor...
Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ

AZİZ PAVLUS YOLU –YAZILI KANYON YÜRÜYÜŞÜ

21 Kasım 2013

35 NCİ İSTANBUL AVRASYA MARATONUN ANATOMİSİ

İSTANBUL KOŞUYOR;

35 nci İstanbul Maratonun anatomisi…
 

İstanbul Maratonu; İstanbul Büyük Şehir Belediyesince organize edilen ve onbinlerce kişinin, 42 km. lik maraton,10 ve 15 km.lik koşu ve 100000 kişinin katıldığı söylenen Halk yürüyüşü gibi çeşitli branşlarda katıldığı

Dünya çapında bir etkinlik olduğunu bilinir.

Akıllara esas çentik atan olay ise; çok kırılgan olan İstanbul trafiğinin akıl almaz şekilde etkilendiğini sadece çeken bilir diyebilirim…

İstanbul’un dört bir yerinde Reklam panolarında yer alan “İstanbul Koşuyor!” 35 nci İstanbul Maratonu pankartları ilgimi çekmiyor değildi…

Birgün Sevgili Gülay’ım; Mehmet, İstanbul Maratonununa katılalım mı? Diye sorunca çok şaşırdım: Çünkü hemen hemen tüm doğa ve dağ faaliyetleri etkinliklerini teklif eden bendim… Bu kez Gülay’dan gelen teklifin üzerine balıklama atladım diyebilirim… Şimdiye kadar deneyimlemediğimiz bir sportif etkinlikti…

Bu yönü ile de temel yaşam ; “bilinmeyenlerde ki deneyim: Her zaman kişinin; algısını artırarak, kuvvetli ve zayıf yönlerini ortaya çıkarır, oluşabilecek acılar, katlanma eşiğini yükselterek,  benliğini olgunlaştırır ve  akıl almaz keyifler almasını sağlayan Ulu Allah’a  “şükretme erdemliliğine” ulaştırır”… felsefemi sınama olanağı sağlayacaktı.

İşte bu Temel yaşam felsefemle, daha neleri elde edecek? Nelerle karşılaşacaktım?

Kısa sürede “İstanbul Koşuyor” masalarının nerelerde olduğunu tespit edip, 8 km lik Halk koşusunun göğüs numaralarını her ikimiz içinde aldım.

Parkurun nerede başlayıp bittiği ve otobüsler çalışmadığına göre nasıl gideceğimizi de öğrendikten sonra, hava durumuna göre giysilerimizi ve küçük bir sırt çantasıyla yürüyüş başlangıç noktasında kendimizi bulduk…

Altunizade köprüsü yakınlarında grubumuzla buluşmayı planlamışken insan seli bizi önüne kattı ve kendimizi Halk Yürüyüşü Birinci grubun içine götürdü diyebilirim…
 

İstanbul B.B Şehir belediyesi zabıtaları ve sarı önlüklü görevlilerin çokluğu oldukça dikkat çekici olmasına karşın… Polisin alıştığımız fazlalığı yerini yer yer Sakallı ve dini giysili görevlilerin alması bazı kişilerin dikkatinden kaçmadı.

Bazı konuşmalar aynen şöyle idi… Bu kılık kıyafetle de görev yapılır mı? Bunlar nereden çıktı, Hatta bir kaç kişi yanlarına gitti siz neredensiniz vb. Sorular sordu. Hakikaten görevli miydi? Yoksa korsan mıydı?


Gülay’la birlikte elimizde, Atatürk ve Türk bayraklı flamalar hatta sırtımda da Atatürk’lü Türk bayrağı ve balonlar yer almakta idi…Kalabalık öylesine en önde olan Gülay’la beni itmeye başlamıştı ki zabıtalar engelleri biraz daha açarak ortamı rahatlattılar.
 
Hemen sağ yanımızda anonslar yapılıyor ve protokol bekleniyordu… Her kesimden halk Yürüyüşte yer almakta.. Saat 0930 da halk yürüyüşü başlayacak diye anons yapıldıktan sonra kalabalıkta ki  dalgalanma daha da arttı… Bir bakıyorsunuz kalabalık yırtılarak koridor açılıyor, bir bölgeden gelen büyük şehir belediyesine yakın grup olduğunu belirterek en öne geçiyor…

Kısacası, burada bile dini grup kisvesiyle ayrıcalık kazanıp yürüyüş kolunun en ön saflarında yer almak doğal bir hal almış… Demek ki bu kisve her yerde geçer akçe olmuş?
 
Kameramanlar, bir biri ardına kalabalığı çekiyor ve burnumuzun dibine kadar sokuluyorlar…

Bu arada Gülay elinde fotoğraf makinası ile yaşlı bir ninemizin ve dedemizin fotoğrafını çekmek için ön bariyerlerin ötesine geçti…

Geri dönerken sarı önlüklü bir görevlinin, Gülay’a yaklaşarak birşeyler söylediğini gördüm…Tedirgin olmadım dersem yalan olmaz…
 
Yanıma geldiğinde görevlinin kendisine; hanım efendi sizin elinizde Atatürk bayrağı var bu televizyonlar sizi çekmez! Demiş?

Gülay da önemli olan, onların çekmesi değil o bayrağı yüreklilikle elimde yürüyüşün sonuna kadar taşıma erdemliliğini gösterebilmektir.

Aynı tedirginliği yürüyüş bölgesine ilerlerken bizim gibi elinde “Atatürk’lü bir Türk Bayrağı” taşıyan beyle kızının ,baba bu zabıtalar bayrağımıza bir şey derler mi? Diye seslendiğine kulak misafiri oldum…

Bu nasıl iştir, kendi kendime sormadan edemedim! 1980 yılında bir aşiret lideri gibi çoğu halkımızın evlatlarının ya da torunlarının ismini “Evren”  koyduklarını anımsadım…

Dün dündü… Bugün de bugün …?

Bu düşüncelerim kısa sürdü…Yürüyüş bölgesine girişte Görevlilerin herkese Türk Bayrağı dağıttığını görünce yüreğime su serpildi diyebilirim!

Belediye Başkanı ve Valinin gelişi anons edildi… Görevlilerin zabıtalar dahil cansiperane bariyer oluşturmaları dikkate değerdi…Belediye başkanı konuşmasından sonra İstanbul valisinin konuşmasında arkadaki gruplardan yuhalanma sesleri duyuldu…

Ve belediye başkanının üçüncü kez tetiğe bastığı tabanca ateş aldı ve yürüyüşe katılan bizler yürüyerek değil koşarak çıkış yaptık…

Gülay’la bu noktadan itibaren artık etrafı izlemekten ziyade “İstanbul ve yürüyüşün” tadına varacak şekilde İstanbul Köprüsünde ki ayrıcalıklı halin tadını çıkarmaya başladık…

Ancak bahsetmez isem üzerime yük olur… Engellilerin bu yürüyüşe katılmaları övülmeye ve bizlerin ders almasına vesile oldu onları yürükten kutluyoruz…

Gülay tempoyu artırdı..biraz geride kalınca da kopmamak için Gülay’a ayak uydurdum. Bu arada Koşan grubun arkasına düştük diyebilirim…
 
Trafikte ecel terleri döktüğümüz yolları yürüyerek ve daha önce de dikkatimizi çekmeyen yerlerin de fotoğrafını çekerek yürüyüşümüze devam ettik…
 
Yürüyüş esnasında  yakın arkadaşlarımızla karşılaşmamız bizim için ayrı bir süpriz oldu…

Dolmabahçe sarayında ki polislerin nöbet değişimi oldukça seyirci çekmişti… halkın konuşmasında ki ortak ses doğal olarak askerin nöbeti daha farklıydı ama bunlar da askere benzetilmiş.

Dolmabahçe İnönü stadı önünde 8 km lik yürüyüşümüz sona erdi…

 
Yürüyüş etkinliği içinde yer alan bando grubunun oyun havaları ayrı bir renk katmıştı…

Gülay’la bu yürüyüş bizi kesmedi… Gel bunu 10 km ye çıkartalım…Eminönüne kadar gidelim dedik…
 
 
 
 
Karaköy’e yaklaştığımızda Gülay’a bir süpriz yapmak istedim…

Çoktandır isteyip de GaziAntep’li Köşkeroğlu Lokantasında bir iskender kebap yedirmek istesem de kısmet olmamıştı…
 
Doğruca bu lokantaya gittik… Gerçekten İskender Kebap yemeyi unutanların mutlaka uğraması gereken bir yer…

Sonra Karaköy-Galata köprüsü ve Eminönü’nden Kadıköy’e yol almak üzere vapura biniyoruz…

Vapurda Boğaz köprüsü karşımızda nerelerden nereye yürüdüğümüzü düşündüğümüzde yorgunluğumuzdan önce aklımazda kalanları şöyle sıralayabilirim…

Seneye Allah izin verirse; 10 Km. lik koşuya katılarak o kategoride de kendimizi sınamak,

Trafikten arınan başta boğaz köprüsü olmak üzere tüm yollarda hür bir şekilde yürümek,

Istediğimiz alanda istediğimiz pozu yakalayabilmek için oyalanabilmek…
Tramvay hattından isteyip de çekemediğim fotoğrafları çekebilmek,
Yürüyüşün başından sonuna kadar Atatürk’lü bayrağımızla ve balonlarımızla yürüyebilmek,
 
Yedisinden yetmişine halkın içinde çok güzel bir atmosferde yürümek,
Yürüyüşten ziyade maraton ve koşulara ödül 1 milyon dolar olunca 20000
Kişiden büyük bir çoğunluğun yabancıların yer almasına şahit olmak,
 
Paranın böyle etkinliklerde çok önemli bir cazibe merkezi olduğu gerçeğini bir kez daha yakından görmek,

Önemlilerden biri de İSTANBUL’u ayrıcalıklı olarak adım adım yaşayabilmek. Ve engellilerin bu etkinliğe fiilen katılmaları…

Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ

17 KASIM 2013

İSTANBUL KOŞUYOR…BİR YÜRÜYÜŞÜN ANOTOMİSİ...