Ne günler yaşıyoruz, ne günler değil mi?
Adalet beklentilerimizin ve hukuka inancımızın giderek parçalı bulutlu bir hal aldığı bu günlerde; herkes varlığından taşan gürültünün dinmesini bekler bir halde…
Hukuk deyince de hemen aklımıza hukukçular ve onların usul ve uygulamalarında ki çeşitlilikler gelmekte…
Ve hemen aklımıza peşi peşine koşuşturan suratımızın asılmasına, kan basıncımızın yükselmesine sebep olan cevap bulamadığımız sorular geliyor…
Sene; Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmakta kararlı olduğumuz ve belirli bir yol aldığımızı kabullendiğimiz, yirmi birinci yüzyılın, “2008”…
Ben; size, bundan 4000 yıl önce Tunç çağında 600 yıl Anadolu’muzda devlet ve İmparatorluk kuran Hitit’lerin Hukukundaki… Demokrasisindeki… Krallarını dahi görevinden alabildikleri çağdaşlığı kıskanarak aktarmak istiyorum… İnanabilecek misiniz?
Sanmam… Çünkü bende bu kitabı okuyana kadar inanamıyordum…
İşte *Erdal Doğan tarafından yazılan ”HİTİT HUKUKU”’ndan sadece “Demokrasi ve Doğa” konularından birkaç alıntı…
“Hititler” ”kısasa kısas” hukukundan vazgeçerek suçlara karşı tazminat ve edim (müeyyide) yükümlülükleri gibi bugün için bile devrim sayılabilecek yeni bir anlayışla karşımıza çıkıyor.
Kendisinden 2000 yıl sonra ölüm cezalarının sıradan bir yaptırım olduğu Roma İmparatorluğundan 2000 yıl önce, hatta daha beş, on yıl öncesine kadar Avrupa Hukukunda yeni kaldırılan ölüm cezasının: Hitit yasalarında kaldırıldığını görüyoruz…
O çağda hapishane olmasına rağmen ceza yaptırımı için kullanılmıyor.
Tarihte bilinen ilk Anayasa metninin Hitit Kralı “Telepinu” döneminde düzenlediği anlatılıyor…
Hitit’lerde anayasayla “krallarına” hesap sorulabiliyor, yüce divan şeklinde oluşturulan kurulda yargılanabiliyordu…
Krallar gerektiğinde görevden alınıyor hatta sürgün edilebiliyordu…
Doğadan bahsetmeden olur mu?
Doğa ve sahipsiz hayvanlar da Hitit yaşamının ve hukukunun çok ciddi korunması altındaydı…
Bir Hititli ile dağ arasındaki diyalog bunu en iyi şekilde göstermektedir:
“…Bundan başka büyücü; yağ, bal, somun ekmeği ve şarap kâsesini alır ve dağa çıkar…
Dağlara şöyle hitap eder:
“Ey yüce dağlar huşu veren vadilerin sayısız çocukları!
Ben size acaba niye geldim dersiniz?
Çünkü ben artık bittim tükendim, çünkü insanlık bir inek gibi ahırda hapis kalmıştır…
Şimdi sizin yardımınıza çok ihtiyacım var, Ey Dağlar!
Dağlar şöyle yanıtlar:
Sen hiç korkma!
Biz sana yardım ederiz.
Ağaç kendi dallarını kırar mı, hiç?
Maki kendi büyümesine engel olur mu, hiç?
Geyik kendi yavrusunu, dünyaya getirdiği yaratığı öldürür mü, hiç?
Kıskanmak, kızmak, karamsarlık yok… Çetin Altan’ın bir sözüyle yazımı tamamlamak istiyorum…
“Enseyi karartmayalım”…
*HİTİT HUKUKU
Beleklerdeki Kayıp
Erdal Doğan
Güncel Yayıncılık