EVLİLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
EVLİLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Temmuz 2008

EVLİLİĞİMİZİN OTUZ İKİNCİ YILINA ADIM ATARKEN...EVLİLİK ÜZERİNE


DÜN SABAHA KARŞI KENDİMLE KONUŞTUM.
BEN HEP KEMDİME
KARŞI ÇIKAN BİR YOKUŞTUM…
YOKUŞUN BAŞINDA BİR DÜŞMAN VARDI,
ONU VURMAYA GİTTİM,
KENDİMLE VURUŞTUM…
ÖZDEMİR ASAF


Doksan beş yaşındaki bir adama; bu yaşına kadar en önemli öğrendiğin ve bizimle paylaşmak istediğin şey nedir diye sorarlar?
—O da; KİMİNLE EVLENECEĞİN KARARININ HAYATTA VERİLEN EN ÖNEMLİ KARAR OLDUĞUNU ÖĞRENDİM… Cevabını verir…


EVLİLİĞİMİZİN OTUZ İKİNCİ YILINA ADIMIMIZI ATARKEN… EVLİLİK ÜZERİNE
12Haziran2008


Bugün evliliğimizin otuz ikinci yılına bastık…
Bu yıl ki kutlamamız bana daha da anlamlı geldi… Sanırım diğer yıllara nazaran “Tadı” daha da tatlıydı…
Otuz ikinci yıla basarken; Eşimi daha da yakından tanımaya başladığımın daha doğrusu güdük bıraktıklarımın farkındalığını yakaladığımı hissettim…
Sonra bugüne kadar: Merdivenlerden aşağı doğru bakma ihtiyacını kısacası “keşke” demeyi hiç mi hiç düşünmediğimi hissettim…
Her yaş grubundan arkadaşlar; öylesine ısrarla “evlilik üzerine” düşüncemi yazmam istendi ki…
Ben de her zaman olduğu gibi içimin sesini yazıvermek istedim…
Önce kendime sordum?
Evlilik neye benziyordu? Diye.
İçimdeki ses evliliği neye benzettiğimi şöyle fısıldadı:
İki samimi arkadaşın; başı yer yer beyazlara bürünmüş dumanlı, Ala mı Ala, Boz mu Boz, zaman zaman da yemyeşil ormanları, küçücük göletleri ve de sizleri büyük bir şaşkınlıkla karşılayan kendilerinin özgürce yaşam alanlarını elinden almaya gelen davetsiz misafirler olarak algılayan yılanlar, ceylanlar, dağ keçileri ne bileyim türlü türlü doğaylabaşbaşalığı yaşatan insanın içini dupduru yapan her şeyi bünyesinde barındıran “dağlara tırmanışına” benzetirim…
Dağlara çıkmadan önce zirvelere o karlı zirvelere nasıl bakarsınız, içinize bir ürperti girer ve yavaş yavaş tüm yüreğinizin hızlanan atışı tüm bedeninizi bir bir esir almaya başlar… Kendinizi, uyuşmuş ve erimeye başlamış biraz sonra da yok olacağınızı hissedersiniz.
Çıkamazsam, gücüm takatim kesilirse, suyum tükenirse, yolumu kaybedersem ya da bir yılan, çıyan sokarsa düşünce sarmalı içinde geçen ilk geceler ta ki yürüyüşe başlayıncaya kadar devam eder: Bir de yanında ki “body” ben ona “can dostu” diyorum… İle uyum içinde isen o yürüyüş ve tırmanışa doyum olmaz: İstersen kaybol, istersen aç kal, istersen yaralan nasıl olsa sana “can yoldaşlığı” yapacak biri var…
İşte evlilikte böyle bir şey tüm kontrol öncelikle “sende” sonra sizde…
Bu fısıltıyı dinledikten sonra bana özellikle otuz ila kırk beş yaş grubunun sorduğu soru: “Eşinizle otuz yılı aşkın mutlu birlikteliğin sırrı ne olmuştu?
Doğrusu bu soruyu o kadar sık duydum ki; o kişilerin bir iksir bekler gibi sordukları sorulardaki sabırsız ve aceleci davranışlarında, mutlu bir evliliği o denli çabuk yakalamak istediklerini sezinledim ki anlatamam…
Şimdi ise, verdiğim cevabı aynen yazıyorum… Tabii ki hiçbir baskı olmadan…
*Evlilikte asla “ZORUNLULUK” olmamalı…
*Eşler arasında evliliğin ilk yıllarında (ilk üç yıl) olmazsa olmaz kural “KARŞILIKLI FEDAKÂRLIKTIR”…
*Diğer yıllar ise eşler arasında “KARŞILIKSIZ KATLANMA” esas olmalı…
***Ve eşler birbirlerinin “CAN YOLDAŞI, CAN DOSTU” olduklarını idrak etmeliler…

EVLİLİK ÜZERİNE DİĞER DÜŞÜNCELERİM ise şöyle:
*Mutlu bir evliliğin reçetesi aranmamalı, çünkü reçete de evlilik gibi kişiye özeldir…
*Öncelikle “ben nasıl bir eş istiyorum” sorusuna cevap bulabilmeli…
*Nasıl olsa ben bununla evlenirsem, şu şu noktalarını düzeltirim… Dediğiniz an evliliğiniz “varsayıma” dayanır… Yani “o varsayım” gerçekleşmez ise “evliliğiniz de er geç yıkılır demektir…
*Düzeltme diye bir şey yok eşlerin birbirine uyumu var… KARŞILIKLI…
*Sonra “biz nasıl bir evlilik kurumu kurmak” istiyoruz… Düşüncesi esas alınmalı… Alındıktan sonra da heyecan duymalı...Biz bunları nasıl gerçekleştirdik diye...
Doğal olarak kişisel ihtiyaçtan ziyade ilerde nelere ihtiyacımız olacak sorusunun cevabı çok iyi bilinmeli, iki taraf birlikte bunları belirlemeli…
—Çok soyut konuşuyorsunuz der gibisiniz…
—Doğru soyut konuşuyorum… Öncelikle evliliğe genel bakmak ve tanımlamak gerekir…
Yirmi-Otuz yaşına kadar ailesinin terbiye ve kültürüyle biçimlenen bireyler hemencecik yeni evlilik vizyonunu nasıl yapılaştıracaklar?
—İnanın ben ortaokulu bitirip Adana Erkek lisesine başladığımda evlilik düşüncemi oluşturmaya başlamıştım…
Her geçen yıl bu düşüncemi şekillendirmeye devam ettim… Mesleğimi kazandığımda zihnimde tasarladığım sevdiğime kavuşmuştum… Kolay olmasa da…
—Şunu demek istiyorum… Bir bakışta âşık olmak ve evlenmek sadece masallarda olur… Olursa da sonu hüsran olur…
Hayatın gerçeklerini görerek evlilik kurumunu kurup işletenler; bu kurumu koruyacak ve geliştirecek süreci de beraberce oluştururlar… Ailelerinden yardım bekleyişi sadece onların iyi niyetleriyle sınırlıdır.
O halde evlilik bir kurum ise; taraflar da bu kurumu ayakta tutabilmek için; daha başlangıçta bu kurumu ayakta tutabilecek etkenleri tespit etmeleri gerekir…
*Bana göre: Bu kurumun yıkılmasına tesir edecek etkenler; doğal olarak başlangıçta tarafların(kız ile oğlanın) KENDİLERİDİR…
Sonra da yine tarafların aileleridir.
*Filmin başrol oyuncuları olan Kız ile Oğlanın evlilik öncesi kendi ailelerinde yaşadıkları olaylar o denli önemlidir ki… Belki de yaşadıkları bu olaylar; evliliklerinin mutlu veya mutsuzluğuna tesir edecek en önemli etken olacaktır…
*Nedir bu olaylar derseniz?
Başroldeki kız/oğlanın:
*Anne veya babasız büyüme sonucu yeni edindiği aileyi benimseyememesi ve de hiç kabullenememesi… Çoğu zaman dediğimin tam tersini de gözlemledim…
*Ailelerinde çok yoğun sevgi ile büyütülmesi…
*Anne veya babasının aileleri yüzünden birbirlerine acımasız davranışlarına şahit olması durumunda…
Anne/babasından kopması oldukça zor olduğu gibi… Yeni aileyi de kabul etmesi çok zordur…
*Şunu demek istiyorum; ben hem annem/babam ile olayım, onların dediklerini yapayım hem de kocamla/karımla olayım, iki arada bir derede olma durumu, sonra bocalama, kararsızlık, kendini yeni kurduğu ailede kendini yabancı hissetme…
****Ama en önemlisi de annem/babam, babamla/annemle şu konular yüzünden kavga etmiş ve ayrılmış idi: Ben de şimdiden kocam/karım ve ailesine karşı gardımı almalıyım… Annemin/babamın durumuna düşmeyeyim… Dediği an! Tehlike çanları çalıyor demektir…
Kurduğu aile, kendi özgün ailesi değil ebeveynlerinin hayatını tekrarladığı aile olur…
Bu aile otuz yılda geçse yıkılmaya mecburdur…
Tüm bu değindiğim olumsuzlukların çözümü aslında çok basittir…
*EŞLER birbirleriyle anlaşmışsa, anlaşmayı kafalarına koymuşlarsa aileleri arasındaki olumsuzlukları da kısa sürede alt ederler…
Kendi dünyalarını ve yuvalarını kendi özgün düşüncelerine göre kurarlar ve devam ettirirler…
Aralarındaki sorunların çözümünü değil birbirlerine bağırarak, çağırarak, üzerek çözümlemek yerine… Gözlerinin içine bakarak, mimikleriyle dahi çözüme kavuşturma erdemliliğini yakalarlar…
Birbirlerine karşı saygılı ve ailelerine karşı da saygın davranışı eksik etmezler…
Başroldeki kız ve oğlan, zirvesi belli olmayan mutluluk dağına birlikte tırmanmanın keyfine doyamazlar…
NİCE KEYFİNE DOYUM OLMAYAN TIRMANIŞLARA…
Tahmin ediyorum ki anlatımları birden bire sonlandırınca şaşırdınız… Evliliğimden bahsedeceğimi örnekler vereceğimi sandınız değil mi?
O zaman evlilik üzerine düşüncelerim olmaz “reçete” olurdu düşüncesindeyim…


MEHMET YÜCEBİLGİÇ
12HAZİRAN2008