murathan mungan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
murathan mungan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2008

ROTA GRUBUYLA TEPE MANAYIR- HACILI YÜRÜYÜŞÜ

Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı.
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben,
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten.
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden,
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
Gözü kara cesaretimden.
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı...
Murathan MUNGAN

ENGELLER HAYATIN TA KENDİSİDİR... ŞAŞIRTICI KARŞILAŞMALAR BİZE KENDİMİZİ ÖĞRETİR…

Sabah 0530’da yataktan kalkar kalkmaz yaptığım ilk şey, pencereden dışarı bakmaktı…
Sabaha kadar devam eden fırtına ve çıkardığı ses; düzenli uyumama engel olmuştu, ama bir yandan da yağmuru engeller diye kendimi avutmuştum…
Perdeyi açmamla birlikte cama çarpan yağmur damlaları, gökyüzünü görmeme mani olmuştu… Sokak lambasının ışığı yağan yağmurun nedenli şiddetli olduğunu görmeme yetmişti.
“İçimdeki rahatına düşkün çocuk” durmadan mırıldanıp duruyordu, yağan bu fütursuzca yağmur altında yürüyüşe gidilir miydi?
Tabii ki gidilecekti…
Uzun bir süre yürüyüşe gidememiştim bir de Rota grubuyla ilk yürüyüşüm olacak idi…
Evden çıkıp Taksim’e vardığımda yedek ayakkabılarımı ve diğer malzemelerimi almayı unuttuğumu fark ettim…
Bu doğal bir sonuçtu ve şimdiye kadar noksanlıkları tamamlayan sevgili Gülay’dı… O olmayınca aksamalar, yürüyüş havasına girmeler de zor oluyordu…
Atatürk Kültür Merkezi önünde Rota Yürüyüş Grubunun aracını beklerken; şiddetli bir gök gürültüsü ve ardından bardaktan boşanırcasına yağmur kısa bir sürede ıslanmama neden oldu…
Şaşkınlık üzerine şaşkınlık… Şaşkınlığım, araca binip Gebze/Tavşanlı’daki kahvaltı molasında dahi devam ediyordu…
Usumda; moleküller gibi, birbirine bağlı içleri bomboş baloncukların oluşturduğu düşüncesizlikler zinciri vardı… Ne iyi ne de kötü tam bir “hiçsizlik” durumundaydım…
Oysa “doğaylabaşbaşalığı deneyimlemenin” bir bedeli olduğunun, biraz sonra atacağım adımlarla usumdaki boşlukları anlamlandırmayı, varsa yaşamımdaki eksiltilmişlikleri giderebilmenin farkındalığını yakalamam gerekirdi…
Yolculuğumuz dar dönemeçli yollarda devam ediyordu, bir ara dalmışım, araç bir ara havalanma molası için Osmanlı sapağında durdu, dönemeçten etkilenmeyen yok gibiydi…
Araçtan indiğimde baharın yeşilliği ile yüz yüze geldim, tarlalardaki ekinler filizlenmiş, alabildiğine ovalar, ıslak ıslak kokan tarlalar hoş geldiniz diyordu adeta…
Usumdaki içi boş baloncukların birer birer renklendiklerini hissettim…
“İçimdeki rahat çocuk”; yeter artık buradan yürüyüşe başlayalım, şu dönemeçli yollarda gitmeyelim diye tepinip duruyordu…
Sonuçta Tepe Manayır köyüne vardık, Gebze’ye bağlı küçük bir köy, geçimini odun kömüründen sağlıyor… Köye iner inmez köylü kadınların çamaşırlarını iplere astıklarını gördüm, sevinmedim dersem yalan olur, çünkü bu işaret havanın iyi olacağının habercisi idi…
Nazan Hanım, odun kömürü nasıl yapılıyor bir bilen anlatsa deyince, ben de merak ediyordum, gittim kahvehanede bu işin erbabını sordum ve biri, bize yardımcı olacağını söyledi.
Pek meraklı bir şekilde odun yığının etrafında anlatılanları dinledik, oldukça ilginç ve meşakkatli bir uğraşı gerektiriyordu… Beş ton odundan bir ton odun kömürü elde edebilmek için…
Rota grup rehberi Selim Bey; köylüden güzergâh teyidini yaptıktan sonra yola koyulduk, tepeyi aştıktan sonra Koca Dereden karşıya geçerek Hacılı, Göksu istikametine gidecektik… Bir buçuk km. yürüdükten sonra sel nedeniyle Kos kocaman olan Koca dereyi geçemedik, yapılan planda uygulanamaz olmuştu oldu… Selim bey; arkadaşların da fikrini alarak, dereye paralel tepeleri aşarak öncelikle ağıla sonra Hacılı’ya gitmeye karar verdi.
Tepeler sık baltalık meşe ormanı, içine girdiğinizde yürümeye olanak vermiyor, bir de dikenli sarmaşıkların tuzağına düşerseniz yandınız…
Ağılın yamacında verilen mola sonrası yürüyüşe devam edildi... Bu tepe diğerlerine oldukça hâkim bir konumda idi, yürüyeceğimiz maden ocağına kadar olan araziyi kendi kendime değerlendirdim, belki lazım olur dedim…
Yürüyüşe kısa bir mola Pınar da verildi. Pınardan sularımızı içtikten sonra yol üçe yöne ayrılıyordu, burada Selim Beye şayet sık meşelik tepelik alanlardan devam edersek, hem zorlanırız hem de karanlığa kalırız dedim, bu yol yerine iki tepe sonrası boyun bölgesinden aşağı Maden ocağına inebiliriz diye tahminimi söyledim.
Önde hızla yürüyorum, yerde patika ararken, aman Allahım! Ne göreyim, ağacın dallarına boynuzlarından asılmış ve orada iskelet halindeki asılı duran koçu görünce öylesine şaşırdım ki… Doğrusu şimdiye kadar böyle bir durumla karşılaşmamıştım…
Kim, neden asmıştı veya kurban etmişti, bu hayvanı?
Bu “ŞAŞIRTICI KARŞILAŞMA” bana birden antik çağda ölü rüzgârı canlandırmak için tanrılara kurban edilen adakları aklıma getirdi…
İki tepenin çöküntü yaptığı boyun bölgesinden, çatak(derenin küçüğü) boyu ilerleyerek dere kenarındaki maden ocağına kolayca indik…
Koca Derenin, yağan yağmurun da etkisiyle İlkbaharın coşkusunu yaşadığı gürül gürül akışından belli oluyordu. Bu coşkuya bizde katıldık, terimizin ıslaklığı derenin serinliğiyle birleşince içimde bir huzur hissettim.
Artık usumdaki boşluklar teker teker anlamlaşıyordu: İşte bu noktada yaşamda ki eksiltilmişlikler; her bir çiçeğin, otun, ağacın sürgün veren taptaze filizleri ve çağlayan Koca Derenin gürül gürül sesi ve serinliğiyle doluyordu…
İşte ilkbaharın karanlık ve ıslatan yağmurlu sabah saatlerinden sonra bu ilk aydınlık saatlerinde bu güzellikleri deneyimleme olanağı veren Ulu Tanrıya şükretmemek anlamsız olurdu…
YAŞADIKLARIM, YAŞAMDA TEK DÜZE BİR AKIŞ OLMADIĞINI, ENGELLERLE, İSTEMİMİZ DIŞINDAKİLERLE DOLU OLDUĞUNU…
HATTA AYRINTILARDAKİ GERÇEĞİN BİLDİĞİMİZ, YILLARCA ALIŞKANLIK HALİNE GETİRDİĞİMİZ GERÇEĞE HİÇ Mİ HİÇ BENZEMEDİĞİNİ KANITLIYORDU…
Bundan 250 yıl önce yaşayan: İnsanın doğadaki varlığını, yapısını, bitkilerdeki değişimi, toprakla bitkilerin birlikteliğindeki doğa özelliklerini bilimsel çalışmalarıyla ortaya koyan ünlü bilge edebiyatçı Goethe’nin de söylediği gibi; BELKİ YAŞAMIN DOLAŞIMINDAKİ “ŞAŞIRTICI KARŞILAŞMALAR” BİZE ÖZELLİKLE KENDİMİZİ ÖĞRETECEKTİ… BELKİ DE İNSAN, KENDİNDE ÇOĞALINCA DÜNYAYA GENİŞ AÇIDAN, DAHA BİR “HOŞGÖRÜ”YLE BAKABİLECEKTİ…
Birden, Goethe’nin “hoşgörü” düşüncesinde; kendisinden yaklaşık 550 yıl önce doğan düşünce akımıyla devrine ve
sonrasının insanlarına din farkı gözetmeksizin yaşama sevincini “hoşgörü” sentezi ile yerleştiren “Mevlana”nın etkisi altında kaldığını anımsadım…
Nerede kalmıştık! Der gibisiniz?
Düşünce, diğer düşünceyi çağrıştırıyor… Ne yapayım?
Durun söyleyeyim…
Dere kenarında fotoğraf çekimleri, ancak bu kez çok fotoğraf çekemedim. Yazımda da Zühre’nin çekmiş olduğu fotoğraflardan kullandım, kendisine teşekkür ederim. Sonra biraz dinlenme derken Koca dere kıyısından yola koyulduk, bu kez bu bölgede daha önce yürüyüş yapmış olan bir kişi(sanırım Adnan bey) rehbere bundan sonraki yolu bildiğini kendisinin yardımcı olacağını söyledi, onun öncülüğünde yürüyüşe devam ettik…
Ben de yanımdaki bayan arkadaşa; gittikçe derin ve yamaçları oldukça dik vadiye girdiğimizi çıkışımızın zor olabileceğini, belki de geceye kalabileceğimizi, buna benzer bir olayı Eğe Bölgesinde eşimle birlikte yaşadığımızı anlatıyordum…
Hatta bölgedeki yüksek gerilim ve telefon hatlarının yakınında mutlaka bir patika olması gerektiğini buradan da yamacı çıkabilecek bir patika bulabiliriz diye bahsediyordum…
Sonuçta, baş taraftan yol bitti diye bir ses geldi… Grup tekrar geriye döndü, ben tahmin ettiğim yere doğru köpeği de yanıma alarak patika girişi aramaya başladım ve tahmin ettiğim yerde çalılıklarla gizlenmiş belki de yüz yıllar öncesi kullanılan bir patika buldum ve buradan hava kararmadan yukarı tırmandık…
Hava kararmak üzere iken Hacılı’ya vardık.
Doğruca köy kahvesine burada çay ve dinlenme sonrası Şile üzerinden İstanbul’a dönüyorduk: Araçta, Uğur Bey yapılan toplam masrafın 400 YTL, olduğunu bunun 350 YTL, sinin araca verildiğini diğer bölümü ile çay masrafının karşılandığını söyledi… Bu yolculuğun maliyeti: Adam başı 15YTL idi…
Şaşırmadım dersen yalan olur, bugün şaşkınlık günümdü…
Yeni bir yürüyüş grubu olmalarına karşın şeffaf kurallarını devam ettirebilirlerse ne mutlu onlara…

Bizimle beraber yürüyen Köpeğimiz de Hacılı’da kaldı, çok kısa bir süre içinde mutlu bir sona erecek beraberliği sanırım yakalayacaktır…
Mehmet YÜCEBİLGİÇ