3 Temmuz 2012

GÖBEKLİTEPE DÜNYANIN İLK TAPINAĞI


URFA-GÖBEKLİ TEPE...

AYAKİZLERİ İLE GÜNEYDOĞU GEZİMİZ ESNASINDA İNSANLIK TARİHİNİ DEĞİŞTİRECEK HATTA EZBERİMİZİ BOZACAK YERLERİ GÖRMEMİZ VE O HAVAYI SOLUMAMIZ... BEN DE ÖYLESİNE ETKİ BIRAKTI Kİ... BU BÖLGE "GÖBEKLİTEPE" İDİ...

Bu bölgenin neden önemli olduğunu araştırdığım da oldukça ilginç ve şimdiye kadar öğrendiğimiz tarih bilgilerimizi alt üst edecek verilerle karşılaştım...

Kısa kısa şöyle anlatabilirim....

·        Şanlı urfa’nın 15 km yakınında bulanan Göbeklitepe höyüğünde ortaya çıkarılan 12000 yaşında  tarihin en eski ve ilk “kutsal anıtsal tapınağı”...


·        Dünyada antik çağ bilgeliğinin sembollerinden ve ülkelerine turizmde ekonomik ve kültürel ayrıcalık olanaklar taşıyan;  İngiltere’deki Stonehenge anıtlarından ve Mısır Piramitleri’nden binlerce yıl daha öncesinde inşaa edilmiş…

·        Edilmiş ama? Bu muhteşem tapınak inşaa edildiği dönemde;  “neolotik (yeni taş dönem devrimi” oluşmamış…Yani, tarihöncesi insanının, avcı-toplayıcı düzeni terk ederek, yerleşik yaşam biçimine geçtiği ve tarım yapmaya başladığı evreye henüz gelinmemiş,

·        Kısacası, Göbeklitepe’nin her biri usta bir zanaatkâr olduğu düşünülen sakinleri, büyük bir işgücünün eserini ortaya koyarken; ne hayvanların işgücünden yararlanabilmiş  ne de ellerinin altında madeni aletler varmış?

·        Ne de tarih öncesi toplumlarda sosyal sınıfın ve farklılıkların henüz  olmadığı,

·        İşte bu bölgeyi kazan ekip başı Klaus Schmiddt’in kitabında ki savı; Tüm insanlığı ilgilendiren ve bugüne kadar insanlığın oluşumu ile ilgili teorileri alt üst edecek görüşlerini  ise özetle şöyle açıklıyor:

·         “Göbeklitepe; kült kompleksinin anıtsal niteliği dikkate alındığında,  belki de çevre yerleşimlerden de ziyaretçi çeken bir tür hac merkezi görevi görüyordu ve  uzun yıllar tüm enerjilerini ve güçlerini bu merkez için adayan sistemli ve çok büyük  bir işgücü oluştuğu göze çarpıyor olması. “

·        Göbeklitepede ki insanlar etrafında gördüğü öğeleri, bunlarla ilgili görsel düşüncelerini önce taşa kazıdı. Plastik sanatların taşa kazınmasının ve ilk örneğini hayata geçirdiler.

·        Arkeologlar, boğa, tilki, yaban domuzu, yılan, turna, yaban ördeği, ceylan, yaban eşeği kabartmalı tapınakları ve sırlarıyla Göbeklitepe'yi yazı ve çanak-çömleksizlik tarihini aydınlatacak en önemli kaynak olarak görüyor.

·        Sanat Tarihi Uzmanı Sait Rızvanoğlu da, " Göbeklitepe’nin arkeoloji dünyasına bomba gibi düşmesinin daha önemli bir nedeni olarak,

·        İnsanoğlu; bir milyon yılı aşkın bir zaman dilimi boyunca süren " avcı ve toplayıcılığa dayalı gezginci bir yaşam biçiminde yaşıyordu

·        “ Neololitik dönemle,beslenmeden yaşam biçimine, toplumsal örgütlenmeye, ekonomik ve inanç sistemine kadar değişime uğrayacak şekilde  yerleşik hayata geçmeye çalışıyordu.

·        Arkeologlar bugüne kadar insanoğlunun yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörün””Ekolojik nedenler veya Güvenlik ve yaşamlarını koruma ve açlık güdüsü olduğunu söylüyordu.

·        Bu görüş;  Göbeklitepe'de  yıkıldı. İnsanların ilk yerleşik hayata geçtiği ? dönemde dinsel kutsal bir tapınak yapılıyor.

·        Bu durum, sadece açlık ve korunma içgüdüsüyle değil,

·        dinsel” ihtiyaçlar dolayısıyla da yerleşik hayata geçildiğini gösterdi. Genel tabu yıkıldığı için bu bilgi devrim sayılır.demektedirler…

UZMANLAR SONUÇ OLARAK ŞÖYLE DİYOR:
BURADA Kİ EN ÖNEMLİ DERS ALINMASI GEREKEN NOKTA;  GÜCÜN, ŞU ANDAKİ GİBİ MODERN TOPLUMLARDA BULUNMAYAN GÜCÜN; SOSYAL HİYERARŞİLERİ OLMAKSIZIN BİÇİMLENEBİLEN VE SÜRDÜRÜLEBİLEN BİR  TOPLULUK OLMALARIDIR.

BAKALIM TÜRKİYE'M DE DAHA NELER BULUNACAK...?
GÜLAY&MEHMET YÜCEBİLGİÇ
TEMMUZ 2012
İSTANBUL

14 Mayıs 2012

BEREKETLİ HİLAL TOPRAKLARINDA..GÜNEYDOĞU GEZİSİ

AYAKİZLERİ İLE YILLAR SONRA “BEREKETLİ HİLAL” TOPRAKLARINDAN GÜNEYDOĞU ANADOLU’DAYIZ...
Güneydoğu’ya gitmeyeli onbeş yıl olmuştu... Özellikle Gülay’la tekrar oralara gezgin gözüyle gitmeyi, sokaklarında gezmeyi, esnafıyla konuşmayı, dar sokaklarından çığlık atarak geçen rüzgârı dinlemeyi ya da antik çağdan kalan taş duvarlarına dokunmayı,

son zamanlarda şehir efsanesi olarak kulaktan kulağa yayılan olumsuz tevatür söylencelerin, doğruluğunu yerinde görmeyi nedenli istedim, ama en önemli isteklerimden biri de uzun yıllar merak ettiğim ve

Batı ve Orta doğu uygarlıklarının doğduğu ve insanlık tarihinin şekillendiği; ilk kez arkeolog ve bilim adamı  James Henry Breasted tarafından kullanılan “BEREKETLİ HİLAL” topraklarını görmek ve Ayakizleri’nin Naif başkanı Hüseyin Beyin  deneyim ve bilgileriyle donanmak idi..

İşte bu düşüncelerle... İstanbul’dan, Adana Şakir Paşa havaalanına ayak bastığımızda; bambaşka bir heyecan kaplamıştı içimi... Mezunu olduğum Adana Erkek Lisesi hemen yanı başımda... O günler, okuldan kırmak isteyenlerin ıssız ve boş tarla olarak tercih ettiği yer; Adana Şakir Paşa Havaalanı bölgesi idi...
Şimdi öyle mi? Her taraf bina... Bir de Gülay’la havaalanı dışında oturup çay içebileceğimiz bir mekân olsaydı çok iyi olacaktı... Havaalanı çevresinin düzenlenmeye ihtiyacı var...
Ayakizleri’nin naif başkanı ve grup İstanbul’dan otobüsle kara yolundan geldi... Havaalanında  buluşarak ilk mola yeri Urfa- Halfeti’ye doğru yol almaya başladık...

Dikkatimi çeken yer Bahçe yakınlarında başlayan Nur(Gavur ) Dağlarında açılan tüneller Nurdağı kasabasına kadar ulaşımı oldukça olumlu yönde etkilemiş... Gavur dağlarının çocukluk yıllarından hatta Gaziantep – Urfa karayolunun 1999-2011 yılları arasında yapıldığını düşünürsek... Karayollarında oldukça olumlu mesafe kat edildiğini anlamış oluruz...

Gaziantep- Nizip bölgesine yaklaştığımızda antepfıstığı bahçelerini görmeye başladık... Urfa bölgesini terk edinceye kadar da bu manzara devam etti...
Artık sıcaklar kendini göstermeye başladı ve şişmanın yerinde ilk molayı verdik...Doğruca taze meyve sularına....

Antep fıstığı bahçelerine bakar ve fotoğrafını çekerken... Ortaokuldaki öğretmenimin sözlerini hatırladım...
” Antepfıstığını ya varlıklılar diker ya da “torun” için dikilir…

Çünkü bunlar öylesine nazik ve hassas ağaçlar ki bu hassasiyetleri ,dioik bir bitki..Yani erkek çiçekle dişi çiçekler farklı ağaçlar üzerinde bulunuyor olmasındandır…
On dişi ağaca bir erkek ağaç ekmezsen tozlaşma (döllenme) olmaz. Gençlik kısırlığı uzun sürer (10-12yıl)bu verimsizliğe her çifci dayanamaz…
Gerçekten de fıstık bahçelerine baktığımızda hiç de alışık olmadığımız bir Temizlik, düzen ve bakım görülmekte idi…”

Birecik bölgesinden geçerken   “Birecik Barajı” tüm ihtişamıyla kendini göstermişti... Bir çırpıda bu görünümü kaydettim... Barajın bölgeye etkisini gözlerimizle görecektik...

Halfeti girişinde kuşbakışı tepeden görünümü, sanki antik çağlardan beri çoğu kavimlerin istilasından kendini saklamak istercesine dağlar arasındaki vadi derinliklerine yamanmış bir saklı kent görünümünde idi...
Halfeti ilçesi merkezi, gölde dubalar üzerindeki mütevazı bir lokantada yemek molası verildi...
Şimdiye kadar tatmadığımız bir balık “Şabut balığı” kalkan balığının tadına benzettik ama yerel kebap sosu ile yapıldığı için;  

balıktan daha çok kebap tadına benziyordu... Yemek sonrası turistik bir tekne ile göl turuna çıktık...
Tüm merakımız; Birecik Barajının 1985-2000 yıllarında yapımı ile sular altında kalan eski Halfeti ve tarihi Rum kaleyi görmek idi...

Yöre halkı göle ve gölün havasına uyum sağlamış... Kaptanımız Mehmet, Bodrum’lu kaptanlara taş çıkartır yapıda idi...

Gölde ilerlerken, dağlarda eski yerleşim yeri Rum kale ve Eski halfetiyi antik çağlarda, ilerden korumak amaçlı yapılan, ileri karakollarını ve bu karakollarla bağlantılı mağaralar görülebiliyor idi...

Sol yanınıza düşen Rum kale akıllara durgunluk vermekte...

Rumkale'yi gizemli ve ilginç yapan şeylerin başında, İsa'nın 12 havarisinden biri olan Johannes'in İncil'i burada ( eskiden ziyaret edilebilen bir mağarada) yazmış olması geliyor. Eski halfeti ise ayakta kalan camisi ile insanın içine ayrı bir ruh hali katıyor…
Halfeti sonrası ver elini Urfa’ya hareket ettik…Urfa’ya girişimiz de oldukça şaşırdım… 15 yılda bir şehirin bu denli geliştiğine inanamadım…Modern binalar aynı Birecik barajı gibi şehrin havasını değiştirmiş idi…
Manici otele yerleştikten sonra hemen otelin yanıbaşında bulunan ve dinler tarihini; bünyesinde barındıran balıklı göl ve HALİL-ÜR RAHMAN CAMİİ ,

RIZVANİYE CAMİİ,MEVLİD-İ HALİL (DERGÂH) CAMİİ

Hz. İbrahim Peygamberin yanı başındaki mağarada doğduğuna inanılan

*bu camiin tarihi geçmişine göz attığımızda paganlıktan İslam dinine kadar
beş büyük evre geçirmiş olduğunu görürüz...


    * İlk olarak Seleukoslar dneminde alana bir pusperest tapınağının yapıldığı,

*Yahudilik döneminde aynı alana bir havranın yapıldığı,

*Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde  aynı alana bu kez kilise inşaa edildiği..


*Son olarak da İslam fethinden sonra alana camii inşaa edildiği bahsedilmektedir...

Kutsal yerler ziyaret edildikten sonra Urfa sokaklarında gezerek ciğerciye gittik…




Gülay’la ciğeri yerken birbirimize baktık…Urfa’nın damak tadı…Belki de ayrıntı ama Adana’nın iki ciğer bir kuyruk dizilmesine hiç uymuyordu…
Özellikle de ciğer ve onun lezzetini artıran kuyruk yandığı takdirde acımsı bir tat alırsınız ki… Buna ciğer kebap denmez…Hep Adana lezzetini aradık…




Çayda olduğu gibi…Ağızımız öylesine Karadeniz çayına alışmış ki anlatamam… Urfa’da ve diğer yörelerde yaygın olan kaçak çay tabir edilen “Seylan çayı”na uyum gösteremedik…


Artık günün yorgunluğu kendisini hissettirmeye başlamıştı…
Doğruca konakladığımız yöre dokusuna uygun inşaa ve çok iyi dekore edilmiş “MANİCİ OTEL” e hareket ettik…
























YARIN YİNE URFA'DAYIZ…BU KEZ…


GÖBEKLİ TEPE ÖREN YERİ-
HARRAN-URFA KALESİ VE
SIRA GECESİ....
GÜLAY & MEHMET YÜCEBİLGİÇ

NİSAN 2012