21 Kasım 2013

35 NCİ İSTANBUL AVRASYA MARATONUN ANATOMİSİ

İSTANBUL KOŞUYOR;

35 nci İstanbul Maratonun anatomisi…
 

İstanbul Maratonu; İstanbul Büyük Şehir Belediyesince organize edilen ve onbinlerce kişinin, 42 km. lik maraton,10 ve 15 km.lik koşu ve 100000 kişinin katıldığı söylenen Halk yürüyüşü gibi çeşitli branşlarda katıldığı

Dünya çapında bir etkinlik olduğunu bilinir.

Akıllara esas çentik atan olay ise; çok kırılgan olan İstanbul trafiğinin akıl almaz şekilde etkilendiğini sadece çeken bilir diyebilirim…

İstanbul’un dört bir yerinde Reklam panolarında yer alan “İstanbul Koşuyor!” 35 nci İstanbul Maratonu pankartları ilgimi çekmiyor değildi…

Birgün Sevgili Gülay’ım; Mehmet, İstanbul Maratonununa katılalım mı? Diye sorunca çok şaşırdım: Çünkü hemen hemen tüm doğa ve dağ faaliyetleri etkinliklerini teklif eden bendim… Bu kez Gülay’dan gelen teklifin üzerine balıklama atladım diyebilirim… Şimdiye kadar deneyimlemediğimiz bir sportif etkinlikti…

Bu yönü ile de temel yaşam ; “bilinmeyenlerde ki deneyim: Her zaman kişinin; algısını artırarak, kuvvetli ve zayıf yönlerini ortaya çıkarır, oluşabilecek acılar, katlanma eşiğini yükselterek,  benliğini olgunlaştırır ve  akıl almaz keyifler almasını sağlayan Ulu Allah’a  “şükretme erdemliliğine” ulaştırır”… felsefemi sınama olanağı sağlayacaktı.

İşte bu Temel yaşam felsefemle, daha neleri elde edecek? Nelerle karşılaşacaktım?

Kısa sürede “İstanbul Koşuyor” masalarının nerelerde olduğunu tespit edip, 8 km lik Halk koşusunun göğüs numaralarını her ikimiz içinde aldım.

Parkurun nerede başlayıp bittiği ve otobüsler çalışmadığına göre nasıl gideceğimizi de öğrendikten sonra, hava durumuna göre giysilerimizi ve küçük bir sırt çantasıyla yürüyüş başlangıç noktasında kendimizi bulduk…

Altunizade köprüsü yakınlarında grubumuzla buluşmayı planlamışken insan seli bizi önüne kattı ve kendimizi Halk Yürüyüşü Birinci grubun içine götürdü diyebilirim…
 

İstanbul B.B Şehir belediyesi zabıtaları ve sarı önlüklü görevlilerin çokluğu oldukça dikkat çekici olmasına karşın… Polisin alıştığımız fazlalığı yerini yer yer Sakallı ve dini giysili görevlilerin alması bazı kişilerin dikkatinden kaçmadı.

Bazı konuşmalar aynen şöyle idi… Bu kılık kıyafetle de görev yapılır mı? Bunlar nereden çıktı, Hatta bir kaç kişi yanlarına gitti siz neredensiniz vb. Sorular sordu. Hakikaten görevli miydi? Yoksa korsan mıydı?


Gülay’la birlikte elimizde, Atatürk ve Türk bayraklı flamalar hatta sırtımda da Atatürk’lü Türk bayrağı ve balonlar yer almakta idi…Kalabalık öylesine en önde olan Gülay’la beni itmeye başlamıştı ki zabıtalar engelleri biraz daha açarak ortamı rahatlattılar.
 
Hemen sağ yanımızda anonslar yapılıyor ve protokol bekleniyordu… Her kesimden halk Yürüyüşte yer almakta.. Saat 0930 da halk yürüyüşü başlayacak diye anons yapıldıktan sonra kalabalıkta ki  dalgalanma daha da arttı… Bir bakıyorsunuz kalabalık yırtılarak koridor açılıyor, bir bölgeden gelen büyük şehir belediyesine yakın grup olduğunu belirterek en öne geçiyor…

Kısacası, burada bile dini grup kisvesiyle ayrıcalık kazanıp yürüyüş kolunun en ön saflarında yer almak doğal bir hal almış… Demek ki bu kisve her yerde geçer akçe olmuş?
 
Kameramanlar, bir biri ardına kalabalığı çekiyor ve burnumuzun dibine kadar sokuluyorlar…

Bu arada Gülay elinde fotoğraf makinası ile yaşlı bir ninemizin ve dedemizin fotoğrafını çekmek için ön bariyerlerin ötesine geçti…

Geri dönerken sarı önlüklü bir görevlinin, Gülay’a yaklaşarak birşeyler söylediğini gördüm…Tedirgin olmadım dersem yalan olmaz…
 
Yanıma geldiğinde görevlinin kendisine; hanım efendi sizin elinizde Atatürk bayrağı var bu televizyonlar sizi çekmez! Demiş?

Gülay da önemli olan, onların çekmesi değil o bayrağı yüreklilikle elimde yürüyüşün sonuna kadar taşıma erdemliliğini gösterebilmektir.

Aynı tedirginliği yürüyüş bölgesine ilerlerken bizim gibi elinde “Atatürk’lü bir Türk Bayrağı” taşıyan beyle kızının ,baba bu zabıtalar bayrağımıza bir şey derler mi? Diye seslendiğine kulak misafiri oldum…

Bu nasıl iştir, kendi kendime sormadan edemedim! 1980 yılında bir aşiret lideri gibi çoğu halkımızın evlatlarının ya da torunlarının ismini “Evren”  koyduklarını anımsadım…

Dün dündü… Bugün de bugün …?

Bu düşüncelerim kısa sürdü…Yürüyüş bölgesine girişte Görevlilerin herkese Türk Bayrağı dağıttığını görünce yüreğime su serpildi diyebilirim!

Belediye Başkanı ve Valinin gelişi anons edildi… Görevlilerin zabıtalar dahil cansiperane bariyer oluşturmaları dikkate değerdi…Belediye başkanı konuşmasından sonra İstanbul valisinin konuşmasında arkadaki gruplardan yuhalanma sesleri duyuldu…

Ve belediye başkanının üçüncü kez tetiğe bastığı tabanca ateş aldı ve yürüyüşe katılan bizler yürüyerek değil koşarak çıkış yaptık…

Gülay’la bu noktadan itibaren artık etrafı izlemekten ziyade “İstanbul ve yürüyüşün” tadına varacak şekilde İstanbul Köprüsünde ki ayrıcalıklı halin tadını çıkarmaya başladık…

Ancak bahsetmez isem üzerime yük olur… Engellilerin bu yürüyüşe katılmaları övülmeye ve bizlerin ders almasına vesile oldu onları yürükten kutluyoruz…

Gülay tempoyu artırdı..biraz geride kalınca da kopmamak için Gülay’a ayak uydurdum. Bu arada Koşan grubun arkasına düştük diyebilirim…
 
Trafikte ecel terleri döktüğümüz yolları yürüyerek ve daha önce de dikkatimizi çekmeyen yerlerin de fotoğrafını çekerek yürüyüşümüze devam ettik…
 
Yürüyüş esnasında  yakın arkadaşlarımızla karşılaşmamız bizim için ayrı bir süpriz oldu…

Dolmabahçe sarayında ki polislerin nöbet değişimi oldukça seyirci çekmişti… halkın konuşmasında ki ortak ses doğal olarak askerin nöbeti daha farklıydı ama bunlar da askere benzetilmiş.

Dolmabahçe İnönü stadı önünde 8 km lik yürüyüşümüz sona erdi…

 
Yürüyüş etkinliği içinde yer alan bando grubunun oyun havaları ayrı bir renk katmıştı…

Gülay’la bu yürüyüş bizi kesmedi… Gel bunu 10 km ye çıkartalım…Eminönüne kadar gidelim dedik…
 
 
 
 
Karaköy’e yaklaştığımızda Gülay’a bir süpriz yapmak istedim…

Çoktandır isteyip de GaziAntep’li Köşkeroğlu Lokantasında bir iskender kebap yedirmek istesem de kısmet olmamıştı…
 
Doğruca bu lokantaya gittik… Gerçekten İskender Kebap yemeyi unutanların mutlaka uğraması gereken bir yer…

Sonra Karaköy-Galata köprüsü ve Eminönü’nden Kadıköy’e yol almak üzere vapura biniyoruz…

Vapurda Boğaz köprüsü karşımızda nerelerden nereye yürüdüğümüzü düşündüğümüzde yorgunluğumuzdan önce aklımazda kalanları şöyle sıralayabilirim…

Seneye Allah izin verirse; 10 Km. lik koşuya katılarak o kategoride de kendimizi sınamak,

Trafikten arınan başta boğaz köprüsü olmak üzere tüm yollarda hür bir şekilde yürümek,

Istediğimiz alanda istediğimiz pozu yakalayabilmek için oyalanabilmek…
Tramvay hattından isteyip de çekemediğim fotoğrafları çekebilmek,
Yürüyüşün başından sonuna kadar Atatürk’lü bayrağımızla ve balonlarımızla yürüyebilmek,
 
Yedisinden yetmişine halkın içinde çok güzel bir atmosferde yürümek,
Yürüyüşten ziyade maraton ve koşulara ödül 1 milyon dolar olunca 20000
Kişiden büyük bir çoğunluğun yabancıların yer almasına şahit olmak,
 
Paranın böyle etkinliklerde çok önemli bir cazibe merkezi olduğu gerçeğini bir kez daha yakından görmek,

Önemlilerden biri de İSTANBUL’u ayrıcalıklı olarak adım adım yaşayabilmek. Ve engellilerin bu etkinliğe fiilen katılmaları…

Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ

17 KASIM 2013

İSTANBUL KOŞUYOR…BİR YÜRÜYÜŞÜN ANOTOMİSİ...


 

 

14 Kasım 2013

ST. PAUL YOLU YÜRÜYÜŞÜ


  SAİNT PAUL YOLU YÜRÜYÜŞÜ...
Bu doğa yolunda yürümeyi kendim seçtim, sevdiğim de ben seçtiğim için seçti...”                                                                                                                                 

ST. PAUL YOLU YÜRÜYÜŞÜ

St.Paul yolunu yürümeyi yıllardır düşünürüm...Bu yolu,2004 yılında Likya yolunu yürümeye başladığımızda öğrenmiştik...

KATE CLOW(KARDELEN KAR)
“St Paul yolu; 2004’te Kate Clow(Kardelen Kar) tarafından tasarlanıp gönüllülerin de katkısıyla açılan ve Türkiye’nin ikinci uzun mesafe yürüyüş parkuru; Antalya(Selge) ile Isparta (Yalvaç) arasındaki önemli antik kentler üzerinden geçiyor. Her ne kadar gps’siz ve kitapsız tamamlanması mümkün olmayan bu yol olduğu söylenmekte ise de...Bizim yaptığımız gibi bu yolun oluşturulmasında emeği geçen Rehberimiz MUSTAFA KUŞ ile yürümemiz her türlü sorunu öteliyor…Telefonu .0533 6370611”
                                           DENEYİMLİ  REHBERİMİZ MUSTAFA KUŞ
St.Paul yolu hakkında ön bilgiyi hatırlattıktan sonra; yıllar sonra Sevgili Zühre’nin St. Paul yolunu “ucundan yürüme fikri” ile İstanbul’dan gece yarısı yola koyulduk… Yolculuğumuz boyunca Dursun kaptanın güvenilir sürüşü ile rahatça kestirebildik… Afyon’da mola sabaha karşı verildi…
                                                            AFYON
Afyon’un nedense yıllardır benim ve Gülay’ın üzerinde ki soğukluk hissi pek değişmedi diyebilirim… Aklımıza gelen ilk şey sucuk-ekmek; kaymaklı ekmek kadayıfı ve tandır çorbası…
EĞİRDİR
Mola sonrası yaklaşık dört saatlik yolculuk sonrasında Eğirdir’e vardık… Burada havanın gülümseyen yüzünün Göldeki yansımasını görünce yolculuğun yorgunluğu sanki uçuverdi… Sanki saatlerce yolculuğu biz yapmamıştık…
                                                               EĞİRDİR    GÖLÜ  
Birden gözlerimin önüne ; Eğirdir’de  30 Ağustos 1970 tarihinde  ilk kez yapılan EĞİRDİR GÜL VE GÖL FESTİVALİ’NE;  Adana Demir Spor Kulübünün genç Milli bir yüzücüsü olarak katılışım geliverdi… O günlere ait hatırladığım   Eğirdir Festivalini hazırlayan ekip çok başarılıydı.

Türkiye’nin en ünlü milli ve ünlü sporcularını Eğirdir’e toplayarak  üç gün süreli spor şenliği yapıldı… Adana Demir Spor’un Yüzme ve su topu takımı Eğirdir gölünde çeşitli yüzme ve su topu gösterileri yapmıştık…Fatih Terim’in de Futbol genç takımında yer aldığı o günlerde emekleri geçen ve hakkın rahmetine kavuşanlara içimden Allah’tan rahmet dilemek geldi…



Bir ses beni daldığım Eğirdir gölünün mavi yeşil sularının dışına çıkartıyor… Zühre kimlerin hangi pansiyonlarda kalacağını ve kahvaltının nerede yapılacağını bildiriyor…
                            Tesislerin işletmecisi ve sahibi akşam yemeği için hazırlıkta
 
Biz Fulya pansiyonda kaldık, Çarli pansiyon yemekler için ortak kullanım mekânıydı... Fulya pansiyonda kalacağımız oda Eğirdir gölüne nazır içerisi, İşletmecilerin kendisi tarafından dekore edilmiş çok güzel ve tertemiz bir odaydı…

Hatta kullanılan tuğla ve tahtalarda İbrahim beyin ifadesiyle etraftan topladıkları çıkma malzemelermiş…
 
Çarli pansiyon da yine Eğirdir gölüne nazır…Kahvaltı yaparken gözüm Ta…Tam karşı kıyıda Bülbül yuvası gibi duran Sivri dağın gölgesinde ki ve Gülay’la birlikte akşamları bu dağın heybetinden ürperdiğimiz…
 
K.K.K.lığı Dağ ve Komando Okulu ve Kolaylık tesislerine takıldı… Dalmışım ….Yıllar sonra bir turist gibi seyretmenin de keyifli olduğunu içimden geçiriyorum… Kendime soruyorum? Şimdi bu halinle keyifli misin? Evet! Çok iyi ve uyumlu doğa ve doğanın keşfini yudumlamak için yola koyulmuşlarla beraberiz… Kahvaltımızı yaptık, kahvaltı oldukça güzel hazırlanmıştı…

Dikkatimi çeken yabancıların da pansiyonda bulunmasıydı… İşletmeci, yerliden çok yabancıların olduğunu söyleyince şaşırmadım… Aynı şeyleri Likya yolu yürüyüşünde de duymuş hatta yaşamıştık…Türk çocukların bizlere Hello…Hello demelerinden…

Zühre, tüm planlamaları Eğirdir’den tanıdığımız bölgeyi karış karış bilen Mustafa Kuş’un yaptığını söylediğin de aklımdan, bu yürüyüşün pek de “ucundan” olmayacağını geçirdim ancak bu fikrimi Gülay’dan sakladım.Keza bir buçuk yılı aşkın zorlu doğa yürüyüşlerini yapamadık. Bu ayrılıktan sonra doğa ile yakından temasımız bu yürüyüşle olacaktı...
 
Doğrusu bu yolu yürüyen doğa yürüyüşçülerinin anlattıklarını hatırlayınca da çok iyi bir kondisyona ihtiyaç olduğu ortadaydı! Kahvaltı sonrası ilk günkü proğrama başladık.Rehberimizin hazırladığı proğram açıklandığında yanılmadığım ortaya çıkmıştı...St Paul yolu yürüyüşü zorlu geçecekti…
 
  • Birinci gün; Karazindan Mağarası ve Yazılı Kanyon yürüyüşü
  • İkinci gün;  Çimenova-Beydili-Çukurca yürüyüşü
  • Üçüncü gün;  Kesme köyü- Kasımlar kasabası yürüyüşü
  • Dördüncü gün; Adada antik kenti ve Kral yolu yürüyüşü ve İstanbul’a dönüş.
Dursun Kaptanın aracıyla Karazindan Mağarasının yolunu tuttuk…Aksu vadisine yaklaştığımızda uzaktan yamaçta kayaların arasında mağara görülebiliyordu.





KARAZİNDAN MAĞARASI;KÖPRÜ VE MAĞARA ÖNÜNDEKİ EURYMEDON KUTSAL ALANI

Adı üstünde mağaraya girerken el veya kafa feneri bulundurmakta fayda var. Yürürken bazı bölümlerde lambalar yanmıyor.
 
Yanımızda bulunan kafa lambaları oldukça işe yaradı… Yerler kaygan zemine dikkat… Ve kasksız yürünmemesi gerekli…
 
Diğer mağaralardan ayrı özellikleri kendini gösteriyor… Mağara ve alanla ilgili  derlediğim özet bilgileri sizlerle paylaşmak istedim…

Karazindan Mağarası; Aksu ilçenin 2 km kuzeydoğusunda Aksu Çayı vadisindedir. Çay kıyısını takip eden ve daha yukarıdaki yaylalara giden yol Zindan Mağarası’nın önünden geçmekte. Otobüs dahil her türlü araçla bu yoldan Zindan Mağarasına ulaşılabilir.

Zindan Mağarası Romalılardan bu yana bilinen ve kullanılan bir mağara. Yerinin çok uygun olması nedeni ile belki Romalılardan önce de kullanılmış olması muhtemel. Mağaranın toplam uzunluğu 765 m kadardır.

Zindan Mağarası, mağara tipleri arasında, yatay ve yan aktif bir mağara tipi özelliğine sahiptir. Zindan Mağarası’nın bulunduğu Göller Bölgesi yurdumuzun en yoğun karstikleşmiş alanlarından birisidir

Zindan Mağarası’nın geniş ve düzgün ağzı Aksu Çayı’ndan 12 m daha yukarıdadır. Düzgün bir tünel profili gösteren ağız 8 m yüksekliğinde ve 12 m genişliğindedir.

Hemen girişten sonra mağara iki dirsek yaparak kuzeye yönelir. Bu kısımda taban toprak ve küçük kaya blokları ile kaplıdır. Tavan 20 m ye kadar yüksektir ve burası yaz kış yarasa kolonilerinin barındığı bölümdür.

50 ila 105 m arasında kısa, dar ve basık tüneller vardır. Buralarda yürünemez. Taban sulu ve çamurdur. Zindan Mağarası içinden kış ve bahar aylarında kuvvetlenen, yaz aylarında zayıflayan bir yeraltı deresi akmaktadır. Mağaranın sonundan çıkan su, mağara içinde 300-400 m aktıktan sonra düdenlerde kaybolmaktadır.

Mağara 765 metre uzunluğu olan, içindeki ilginç sarkıt ve dikitleriyle, cildi güzelleştirdiği söylenen tabii yeraltı deresinden akan suyu ile çok dikkat çekmektedir. Mağaraya içinde yer alan renkli ışıklı taşlar ve mikroklimatik ortamda ayrı bir nitelik kazandırmaktadır.


Karazindan mağarasını gezdikten sonra Yazılı Kanyon Yürüyüşü için hareket ettik…Yolda Sipahiler Köyü muhtarlığı kahvehanesinde bir mola verdik…
 
Burada geçirdiğimiz yarım saat içinde öncelikle kıraathanenin adı gibi; okuma,çay,oyun salonunun temizliği dikkatimi çekti…

Doğal olarak bizlere karşılıksız olarak  gösterilen unuttuğumuz Türk’ün Misafirperverliğini görünce şaşırdık diyebilirim…

Sonra köylünün;  elinde elma ve erik sandığı ile bizlere alma ve erik ikram etmesi… Hem de parasız…

Biz İstanbul’dan gelenleri öylesine keyiflendirdi ki artık İstanbul’un şahsi menfaat kokan bu düşünce olmadan yaşanmayacakmış gibi bir olguya büründüren havasından çıkmaya Anadolu’nun buram buran insanlık kokan havasına giriyorduk…

Havanın değiştiği de ekipte ki…Gergin yüz hatları yerini doğal hatlara ve  parlamaya, gerginliğe alışan kaşlarımız birbirinden uzaklaşmaya başlıyordu… Arkadaşlar arasında ki yapılan şakalar, atılan kahkahalar dab u duruluğun işaretleriydi…

Pürneşe içinde yola koyulduk … İstikamet…Yazılı Kanyon…

DEVAM EDECEK… 

GÜLAY&MEHMET YÜCEBİLGİÇ

EKİM 2013