12 Ekim 2011

TOROSLARIN BÜRÜCEK YAYLASI VE TARİHTE YAŞANANLAR...


POZANTI_BÜRÜCEK_TEKİR_GÜLEK… TARİHİ KORİDOR…


Bürücek Yaylası: Orta Toros dağlarının iki kolu, Bolkarlarla Aladağların birbirlerine Pozantı –Tekir arasında yanaştığı; Akdağ’ın yamaçlarına yamanmış, Adana’nın sarı sıcaklarından kaçan hali vakti iyi olan Adana’lıları serin bağrında konuk eden tabiat ananın coştuğu bir yayla…Bürücek yaylası…


Annemin doğa sevgisini aşıladığı yayla… Ancak Yayla derken… Adana’lılardaki yayla anlayışı, genel anlamda ki yayla anlayışından farklı, koyun, kuzu beslenip yağ, yün elde edilmiyor…Bu yaylalardan, Adana’nın sarı sıcaklarından kaçmak için yararlanılıyor…


Sevgili annemin yadigarı yayla yerimize…2003 yılında annemi kaybettikten sonra ilk kez gelebiliyorum…Adana’dan Bürücek’e doğru yolculuk esnasında… Doğal olarak annem ve çocukluğum geliyor aklıma, Göğüsgerenin otobüsü ile dört saatte yaylaya gelişimiz… Hem de iki üç kez mola verilerek…


“Gülek boğazının” darlığı içime ürperti verirdi… Ta ki Pozantıya kadar ki aman vermez virajlar…Torosların dar ve virajlı yollarına bir de otobüsün benzin kokusu karışınca hiç sormayın, otobüsün yarısı özellikle çocuklar kusmaya başlardı…


Sonra Tekir yaylası, içinden geçip Bürücek’e doğru yöneldiğimizde ; Annemle birlikte ellerimizde Tekir’deki göçerlerden aldığımız; tavuk ve horozlarla eve kadar yaya dönüşümüzü anımsadım…Hayır… Hayır anımsamadım…Tekrar yaşadım… Ya!...”Bürücek Çarşısında” ki “Kösenin oyunları ile” ateş başında kutlanan 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI etkinlikleri…Şimdi masal gibi geliyor..
Çarşıda ki,dernek yanındaki ulu çınar ağacının birbirine kaynamış dalı aynen duruyor...

Aynı şekilde çarşıdaki kahvehanenin içindeki çınar ağacının dalları da kaynamış durumda doğallığını koruyor...
Bürücek Yaylasında acaba değişiklik var mı? Doğa tahrip edilmiş mi ? Diye düşünürken yıllar önce yapamazlar, yıktırırlar dedikleri, ormanın kalbine bıçak gibi saplanmış apartmanın yapıldığını gördüm…Üzülmemek elde değil…
Neyse…Anılar zaman geçtikçe silineceğine, bende daha da belirginleşmeye başlamıştı…
Özellikle içinde “annem” olanların arınarak süzüle süzüle günümüze dek eriştiği ise başka bir gerçekti…


Çocukken dahi…Orman içinde yürürken hep tarihteki Bürücek’i ve Pozantı ile Gülek’e kadar kıvrıla kıvrıla uzanan vadiyi merak ederdim…


Sonraki yıllar… Bu merakımdan hiç birşey kaybetmedim…Yaptığım araştırmalardan bazılarını dikkatinizi çeker ümidiyle sizinle paylaşmak istedim…


M.Ö . 5 nci y.y da Amasya’lı Strabon tarafından yazılmış “Antik Anadolu Coğrafyası” kitabını okuyunca… Merakımın ne denli yerinde olduğunu da öğrenmiş oldum…


“Bölgede Kilikia Pylai : Kilikya kapıları, olarak adlandırılan “Gülek boğazı” yer almakta…

M.Ö. 2000 de Kilikya’lılar Gülek boğazındaki kayaları parçalayıp, Anadolu ile Suriye arasındaki başlıca gidiş-geliş yolunu ve geçidini açtıkları belirtilmekte.Kilikia Pylai (Gülek Boğazı) Helen dilinde Kilikya Kapıları (geçitleri) anlamındadır. (Strabon II 7,9). (1*)

M.Ö. 333’te Asya seferini yapan Makedonyalı Büyük İskender, bu dar boğazı gördükten sonra, güzel talihinden dolayı sevindiği kaynaklarda yer almakta...


Ramsay’a göre;” Gülek Boğazı”nın kaya duvarları o kadar yakındı ki 1833’te Anadolu’ya sefer yapan İbrahim Paşa toplarını geçirmek için bu kayaların bir kısmını açıncaya kadar, yüklü bir deve ancak geçebilirdi.(2*)
2000’li yıllarda ise; Otoyol yapılmadan önce 10m.genişlikte ve 85m. Uzunluğunda idi.

İlk çağlardan bugüne kadar ki geçmiş böyle iken….


Bürücek ve bölgenin tarihi ile ilgili araştırdıklarımı kısa kısa aktarmaya: Özellikle Birinci Dünya savaşı öncesi ve esnasında Adana için çok önemli olan “Kaç Kaç “ olaylarında ki Bürücek’in yeri ile…Milli Mücadelenin kazanılmasında ki etkin rolü…Sonra…Cumhuriyet döneminde ki Bürücek Yaylası ve benim hiç bilmediğim sosyal etkinlikleri…Demirtaş Ceyhun ve Metin Gören’in anılarından, devam etmek istiyorum…


Öncelikle…Birinci dünya savaşı öncesi…Bürücek yaylasına Adana’lıların nasıl göç ettiğini yaşayanların dilinden “Asım Özbilen’in yayımladığı Şahap Azmi Özçakır’ın anılarından”(3*) aynen aktarmak istiyorum…


"Develerle yolculuğu bilir misiniz siz?

Nereden bileceksiniz...

Bunlar benim anılarım, elli yıl öncesiyle ilgili.(Tahminen 1890) Develerle yolculuk, Birinci Dünya Savaşı sonuna dek süre gidiyor.

Bahar gelince, çevremiz zenginleri yayla hazırlıklarına başlarlardı. Yaylamız, Torosların göbeğindeki 'Bürücek' idi.


Yaylamız Bürücek, Adana'dan yüz kilometre uzaklıktaydı. Gülek Boğazı'nı geçince, Tekir yaylasına çıkınca Bürücek karşıda görünürdü. Yaylamızda kırk ev vardı. Büyüklü - küçüklü ve bağlı - bahçeli.
Develerle Göçe dönelim yine.

Birkaç aile, önceden anlaşarak, yolculuğa birlikte çıkarlardı. Bir de gelenek vardı: Gösteriş. Develere, ayaklarına dek uzanan ziller bağlanırdı. Başlarına da süslü başlıklar.


Baharla sıcaklar çökerdi Çukurova'nın üstüne. Yine de göç sabahın erken saatlerinde başlardı. Çan ve zil sesleriyle mahalle ayağa kalkardı. Aslında günün sıcağında yola çıkmak doğru değildi. Değildi ama, gösteriş geleneği de çiğnenemezdi ya... Mahallede bir gürültü, bir patırtı. Seyirler, helalleşmeler, uğurlamalar...


Erkekler avcı elbiselerini giyerlerdi. Süslü eğerli atlarına binerlerdi. Çifteleri, fişeklikleri omuzlarında.


Deve katarlarının önünde bir merkep bulunurdu. Öncü gibi…Yürüyüş konaklanarak devam eder. Böylece konak yerine varılır. Burası bir pınar başıdır. Gölgeliktir. Düzlüktür. Develerden inilir. Denkler çözülür. Çadırlar kurulur, ateşler yakılır. Yenilir, içilir. Gece yarısına dek istirahat edilir.


Sonra çadırlar sökülür, denkler yüklenir, ateşler söndürülür ve katar yola düzülürdü.

Böylece dört kez konaklamadan sonra, dördüncü günün sabahında yaylamıza kavuşabilirdik."



Bire bir anlatım ne ise yukarıdaki metni aynen almak istedim…Aynı düşünce ile…Birinci Dünya Savaşı esnasında Bürücek’te yaşaşananları anlatması açısından oldukça etkilendiğim bir bölümdür… Yine anlatan Merhum Şahap Azmi Özçakır’dır.


“1330 (1914) yılında İstanbul Sultanisinden (lise) mezun oldum. Yaz tatilini geçirmek üzere, memleketim Adana'ya dönerek anama, babama ve bir düzineyi bulan kardeşlerime kavuştum.


Osmanlı İmparatorluğunun siyasi ve askeri durumunda ve halk çoğunluğu arasında bir fevkaladelik görülmüyordu. Herkes işlerinde güçlerindeydi. 19 - 20 yaşlarında olan bizler ise Toroslardaki Bürücek yaylamızın çam, ladin ve çeşitli ağaçların süslediği ormanlarında, buz gibi suların fışkırdığı derelerinde, zümrüt yeşili yamaçlarında dolaşıyor, bir yandan da yüksek öğrenimimize hazırlanıyorduk.


Dünya barut fıçısı üstünde olunca yaylacıda huzur kalır mı? Aklı başında olanlar Adana'dan haberler beklemekteydi. Öyle ki, her an gözler Gülek Boğazı yönündeydi. Belki bir yolcu, belki bir haberci gelir diye...

Sıcak bir Temmuz günüydü. Biri bağırdı:

- Tekir'den bir kıratlı geliyor!..


Evlerimize koşuştuk, dedelerimizden kalma tek gözlü ve açıldığında bir metre kadar uzayan dürbünlerimizi alarak yolcuyu ormanlar arasında izlemeye koyulduk. Sonunda yolcu geldi. Kırat soluk soluğa ve kan ter içindeydi. Yolcu dediğimiz de, yaylamızdan, nüktedanlığı ile tanınmış rahmetli Arnavut Hüseyin Efendi'ydi. Atından inmesine fırsat vermeden etrafını sardık Hüseyin Efendi'nin.

Bir komutan gibi dimdik duruyordu, üzengiler üzerine ağırlığını vererek:
- Mektup falan beklemeyin benden, dedi. Sizler burada, dünya ile ilişkileri kesilmiş insanlar, haydin bakalım hepiniz Adana'ya. Umumi Seferberlik ilan edildi.


Şehirde, köylerde davullar çalıyor. 1305 (1889) doğumlulara kadar yarın, 1306 - 1310 (1890 - 1894) doğumlular da birkaç güne kadar askerlik şubelerine başvuracaklar...





Hüseyin Efendi atından indi. Aldık bir kenara, üşüştük etrafına. Yaşlılar bir tuhaftı. Biz gençlerin yüzleri gülüyordu. Seferberlik, cephe, düşman ve dövüşecektik öyleyse...


Hazırlığımız bütün gece sürdü. Azıklarımız, giyeceklerimiz ve atlarımız, hepsi, hepsi hazırdı. Şafakla ilk 53 kişilik kafilemiz hareket etti. Günlerce süren göç yolculuğumuzu bu kez bir günde tamamladık. Bütün bir tek günde. Adana'ya vardığımızda minarelerden yükselen yatsı ezanı, kutsal nağmelerini kalplerimize perçinliyordu.”(3*)
Adana ve bölge için…Unutulmaması gereken tarih; Fransızların işgal tarihi olan
“24 Aralık 1918 dir… 1918 ve 1919 yılında Ermeni mezalimi, soykırımı o denli artar ki…Adana’lı çoluk çocuk…Dört gün boyunca Toroslara kaçar… Kaçılan alanlardan biri de Bürücek Yaylasıdır…
Bu olaya tarihte “Kaç Kaç” olayı denir…(rahmetlik nenemden de çok dinlemiştim.) Bu olaydan kısa bir süre sonra…
“5 Ağustos 1920” de Ulu Önder Mustafa Kemal ve Mareşal Fevzi Çakmak; karargahı ile Pozantı’ya gelir ve “Pozantı Kongresini” yapar.


Tarihteki önemini vurguladığım… Gülek Boğazı; Fransız Komutan Menil Emir komutasındaki Ermeni taburu tarafından tutulmakta ve Türk’lerin Adana ile irtibatının kesilmesine yol açmaktaydı…Fransız Komutan Menil, Yeni teşkil olan Türk Kuvayı Milliye kuvvetlerince bozguna uğratılır ve Kar boğazı/Tekir bölgesinde esir alınır…
                                     KAR BOĞAZI-TEKİR
İşte Kuvayı Milliyenin bu başarılarından sonra Fransızlar yenilgiye uğramaya ve çekilmeye başlar ve 20 Ekim 1921 de TBMM resmen tanınmasına neden olur…(5*)


Şimdi, sırada bu kez canlı tanıklardan Futbol Dünyasının ünlü anlatıcılarından Metin Gören’in kaleme aldığı anı var: Ünlü Yazar ve Romancı Demirtaş Ceyhun…Harbiye’de okuduğum yıllarda; Adana/Bürücek’e gidemediğim zaman “Bürücek Yaylası” hakkındaki anı-yazıları ile teselli bulduğum Demirtaş Ceyhun’a ait anılar…(4*)

Bu kez, olduğu gibi değil benim ilgimi çok çeken satır başlıklarını sorular halinde yazacağım…


• “Bürecek Spor” futbol takımını hiç duydunuz mu? O zaman haberiniz olsun!


• Antrenörü…Ünlü yazar Demirtaş Ceyhun…Menajeri…Ünlü kebapçı Çolak Bayram usta…


• Farklı skorla…Yendikleri Takımın adı? Pozantı Spor…Hem de Pozantı’da.


• İki kamyon dolusu Bürücek’li taraftarla…Tam bir saatte varmışlar…Bürücekten Pozantıya…


• Bürücek Spor Futbolcularını kendine getirmek için…Demirtaş Ceyhun’un ürettiği slogan ne idi?


• BÜ-BÜ-BÜ-RÜ-RÜ-RÜ-CEK-CEK-CEK…


• BÜRÜCEK-BÜRÜCEK-BÜRÜCEK…

 
İnsan belirli bir erginliğe ulaşınca… Özellikle sanallaşan ve gittikçe soyutlaşan günümüzde, insani duygularının ne kadarını koruyabildiğini veya seviyesini ölçebilmek için; doğallığın bozulmadığı ve kendi ruhunun derinliklerine inebileceği yerlere ihtiyaç duyar… Bürücek Yaylası işte böyle bir yer…


Uzun yıllardır Bürücek Yaylası ve tarihteki yeri hakkında merak ettiklerimi sizlerle de paylaşmak istedim… İçimde ki his “iyi ki “ paylaştım… Diyor…


Son söz olarak; Bürücek Yaylası; benim için; Sevgili annem tarafından ilk doğa sevgisi ve tutkusu dersinin verildiği yer olarak aklımdadır…


Tüm Bürücek güzelliklerini yaşayıp ruhları hala Bürücek üzerinde dolaşanların…Ruhu şad olsun…


Mehmet YÜCEBİLGİÇ


2011 EYLÜL 23/24 BÜRÜCEK




Faydalandığım Kaynaklar:


(1*)Antik Anadolu Coğrafyası: Yazan Strabon M.Ö. 5 nci yüzyıl


(2*)Şahin Özkan (Gülek Boğazı -Gülek Yazıtı - Gülek Efsanesi - Araştırmacı Yazar )


(3*)Asım Özbilen’in yayımladığı Şahap Azmi Özçakır’ın Harp Anıları”


(4*)Metin Gören; Yazar , Bütün Dünya Dergisi


(5*)Türk İstiklal Harbi Tarihi: Türk Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları.


25 Ağustos 2011

ROTA İLE AYVALIK ADALARINDA BİR MAVİCİK YOLCULUK


"DENİZ ÜSTÜNDE,MACERA TEKNESİNDE DALGALARIN,RÜZGARLARIN İLK ÇAĞLARDAN BUGÜNE ULAŞAN SESLERİNE KULAK VEREREK...."
Kitabını okuduğum da; “seyahatin, tatilin", ne denli farklı anlamlar taşıdığının ayırdına varmıştım... Her bir kitabını bir solukta okuduğum... Bu yazar... Azra ERHAT’tır. Homeros’un destanını Türkçe’ye kazandıran, Ecce Homo (İşte İnsan) denemesi ile ün salan, Halikarnas Balıkçısı ve Atatürk’ün önerisiyle savunulan “ANADOLU’DAKİ BÜTÜN KÜLTÜRLER BİZİMDİR.” Tezini benimseyerek Anadolu’daki uygarlıkları gözler önüne sermiş bir yazarımız...


Mavi Yolculuk/Mavi Anadolu kitapları ile; Mavi Yolculuk kavramı ve tatil anlayışını Türk’lere tanıtmış ve yerleştirmiş bir yazarımız...

MAVİ YOLCULUK kitabını okuduktan sonra bu yolculuğu; denizin üstünde, Macera teknesinde, dalgaların, rüzgarların ilk çağdan bugüne ulaşan seslerine kulak vererek, bir yeri tarihiyle, doğa güzelliğiyle bire bir tanıştırdığı hatta özümsettiği adrenalin dolu bir keşif ve farklılıkları algılama olarak düşündüm diyebilirim…

Azra Erhat, bir Mavi Yolculuk'tan döndüğünde, denizden apartman katına girdiğinde neler yazmış biliyor musunuz?


‘‘Daha yirmi dört saat olmadı mavi yolculuktan döneli. Bakır tepsinin üstünde serili duruyor getirdiklerim. Odada bir deniz, bir yosun kokusu. Gökova'nın yellerine karışınca açıklık, “sağlık soluyan bu koku” apartman odasının dört duvarı arasında can çekişiyor, ağlardan güverteye sıçrayan balıklar gibi keskin fırlayışlarla çevresini arıyor sanki.''

Azra Erhat'tan Mavi yolculuğu’nu yıllar önce okuyup usumda böyle bir yolculuğu “hazırlıklı bir şekilde” deneyimlemek istemiştim… Gerçekten de Uzun süreli bir mavi yolculuk öncesi; denizde kısa süreli gezintilerle ve sonra bir iki günlük kısa konaklamalı maviciklerle tanışmanın ne denli önemli olduğunu deneyimlerimiz sonrasında daha da iyi perçimledik…
Rota Doğa Grubu ile kısa süreli “mavicik yolculuğumuza” Ayvalıktan başladık…


Cuma gecesi yolda geçti, sabah Ayvalık’a indiğimizde tekne gelinceye kadar Ayvalık’ı turladık… Özellikle daha önce yapamadığımız eski mahalleleri daracık sokaklardan geçerek gördük…

Sabahın ilk saatlerinde kimseyle karşılaşmayacağımızı düşünmüştük ancak öyle olmadı… Sokaklardan geçerken… Evlerde konuşulanlar sokaktan duyuluyordu… Demek ki dairede oturmaya o denli alışmışız ki yan dairelerden gelen sesler normal karşılanırken sokağa taşan sesler normal karşılanmıyordu…
Filiz&Macit’in böğürtlen suyu içme fikri… Bizi Koruk suyu ile tanıştırdı… Hem de Giritli Şeytan’ın Kıraathanesinde…


Sokaklar mis gibi ekmek ve simit kokuyor...

Ekmek fırınları ve simit fırınlarının çokluğu dikkatimizi çekti… Sokaklardan geçerken Kiliselerle Camilerin içiçe olmasından etkilenmemek elde değil…


Özellikle Tatlıevinde yediğimiz ve tadına baktığımız sakızlı kurabiye ve peynir tatlıları yine kendilerine has kol böreği tadılması gerekenler arasında…

Sabah indiğimiz de Pastanede kahvaltı yapmasaydık…
Paşa’nın yerinde çorba içerdik diye hayıflandık …Ama bir daha ki gelişimizde Paşa’da
Ayvalık’a özgü zeytin yağlıları deneyeceğiz….
Bu koşuşturma esnasında restore edilen Ayvalık evlerinin çoğunda “SATILIK” levhalarının asılı olması da dikkatimizi çekmişti…


O! Oldukça geç kalmışız… Filiz&Macit ve Esma&Kenan’larla sokak aralarından limana koştururcasına ilerledik…Teknede bekleniyorduk…


Ayvalık’tan adalara doğru yol almaya başlamıştık… Proğramımız şöyle idi;Ayvalık adaları arasında mavicik yolculuğunu yapacak ve bir adanın koyunda demir atıp geceyi geçirecektik… İsteyen adada çadır kuracak isteyen de teknede kalacaktı…Bakalım bu proğrama hava koşulları izin verecek miydi?


Mavicik Yolculuğu ile ayrıntıya girmeden; Ayvalık adaları ile ilgili yaptığım incelemelerden elde ettiğim bilgilerden bir bölümünü sizinle paylaşmak istedim…


İnceliğim kitap ve kaynakların en eskisi MÖ 7 NCİ YÜZYILDA YAZILMIŞ OLAN KİTAP…AMASYALI STRABON’UN GEOGRAPHIKASINDAN alıntılar ile ERKMEN SENAN’ın tual üzerine yaptığı tablo…“Hayallerde Apollon Adaları (Ayvalık)”





Cunda Adası;Ayvalık ve çevresindeki adalarla ilgili Amasyalı STRABON MÖ 7NCİ YY.da;Geographıka'da şunları anlatıyor ;
"Asia’yla(Anadolu) ile Lesbos(Midilli) arasında ki boğazda yaklaşık yirmi küçük ada vardır. Timosthenes'e göre bunlar kırk tanedir. Bunlara HEKATONNESOS Adaları denir. "Hekatonnesos APOLLONNESOS'a karşılıktır; çünkü HEKATOS, APOLLON'dan başkası değildir." Ve bütün yörede, Tenesos’a (Bozcaada) kadar Apollon aşırı derecede kutsanan bir tanrıdır.”

Erkmen Senan’ın incelemesin de ise şu bilgilere ulaştım: “Bu adalar üzerinde ve Ayvalık , Gömeç çevrelerinde Prof.Dr. Engin BEKSAÇ tarafından yoğun ve kapsamlı bir yüzey araştırması yapılmış ve yörede özellikle Roma dönemi keramik parçaları bulunmuştur. Cunda adası üzerinde bulunan PORDOSELENE veya ada anlamına gelen NESOS şehri bir iskan sahası olmuştur…Dolap adasında, Cunda'da, Çıplak adada, Maden adası ve Çakalya burnunda(HERAKLEİA) ilkçağ buluntuları ile karşılaşılmıştır.
                                                           AMASYA'LI STRABON
Cundanın ismi ile ilgili de önemli bir değerlendirme ise; YUND dağları buraya biraz uzak da olsa Bergama yakını Kınık'ın güneyinde ve Şakran(Gryneion) ve Antik AİGAİ kentinin çevresinde yer alır. Cunda ismi de bulunduğu formasyondan yani YUND DAĞI jeolojik formasyonundan gelmekte, YUNDA eski Luvi dilini çağrıştıran bir ad iken, değişerek CUNDA'ya dönüşmüş görünmekte…”
AYVALIK ve CUNDA ÇEVRESİNDEKİ ADALARIN ANTİKÇAĞ İSİMLERİ ise yazımın sonuna Ek not olarak koydum…
Siz yazımı okuyanlar da hak verirsiniz ki “Anadolu’muzu gezerken … Kimler bu kıyılarda yaşamış, hangi uygarlıklar gelip geçmiş? Toprak üzerinde ki kalıntılar kimlere ait? Kim bunlar? Efsanelerle birlikte bir yeri, bir kıyıyı görmek ve düşünmek Gülay’la bana ayrı bir haz vermekte…Heyecanlandırmakta…

Yoksa tekne kaptanından alacağınız bilgi…Üzülerek ifade edeyim ki… Her yer Rum’ların… Ya kodomanların? Ya da kime ait olursa olsun bana nelerin? İşte şu konak Komili’nin, şu adayı Sabancı’lar aldı, Şurada ki tarihi yerler de Koç’ların…Hepsi bu olmamalı?
Tüm bu düşüncelerimden sonra Azra Erhat’ın “Mavi Anadolu kitabı; doğaya ve gezginliğe bulaşanların okuması gerektiği kültürün, turizmin, tarihin bir arada karılmış bir kitabıdır.

Nerede Kalmıştık? Arayı fazla açmışım, ama önemsediklerimi de elde ettiğim bilgileri de sizinle paylaşmak istedim…


Tekne iç limandan yol almıştı…Esintinin fazla olması moralimizi bozmaya başlamıştı ki… Gülay’la birlikte şartlar ne olursa olsun keyif almalıyız modunda idik:
Sabah kahvaltısı servisi başladı,servisi yapan Miço Osman teknenin maskotu olmaya aday biriydi, keyifli bir kahvaltıyı Egenin çırpıntılı sularında yapmanın ayrıcalığını yaşıyorduk…
Gümüş koyuna demir attık, denize girdiğimde son zamanlarda böyle soğuk bir suyla karşılaşmadığımı hatırladım…


Yol yorgunluğu falan kalmamıştı… Denize Macit’te girince doğruca Ada kampinge doğru yüzdük, kamp alanı oldukça kapsamlı idi…

Karavan,çadır ve bungalov tipi alanlar ve çamaşır yıkama, mutfak ve kafe-restoran bölümleri düzenli … Özellikle de…Tuvaletleri çok temiz idi… Demek ki…Burada Çadır kampı kurulabilir… Dalış ve tekne turları buradan yapılabilir idi.


Burada ki keşif faaliyeti sona erdikten sonra…Tekneye yüzerek gittik ve tekne bu kez maden adasına yol aldı…Öğle yemeği burada yendi…

Martıların yemek artıklarına bu denli itbar etmeleri ne denli aç olduklarını gösteriyorlardı… Dikkatimi çeken şey diğer tekneden denize yemek artıkları döküldüğü an…
Bir tane martı bizim teknenin yanında kalmadı öylesine çevik bir hareketle hepsi uçup gitti ki şaşırmamak elde değil…bu nasıl bir gözetleme ve iletişim…

Bu koyda da yüzdük, deniz suyu yer yer kaynaklar nedeniyle soğuk ve ılık dı diyebilirim…


Buradan Küçük Maden adasına hareket ettik…Burası da oldukça serin idi…

Öğleden sonra …Geceyi geçireceğimiz İncirli adaya hareket ettik…
Kaptanların konuşmasından, tedirgin olduklarını hissettim…Hava akşamdan sonra patlama olasılığı yüksekmiş?Adaya demir atınca…

Güneşim batışını kaçırmamak için hızlıca adaya çıktık…

Güneşin batışı muhteşemdi…Bu muhteşemliği,” yoga asanası ağaç duruşu” ile süslemek gerekiyordu ve öyle de yaptım…

Akşam yemeğini bu kez bu adada yedik…Güverteye çıkıp denizin kızıllığını seyrediyorduk ki tekne hareket etti…


Gece, havanın patlayacağı haberi gelmişti… Doğruca gümüş koyu bölgesine dönüşe geçtiğimizde dalga tekneyi oldukça sallıyordu…

Koya ulaştığımız da hava oldukça sakinleşti ama koyda teknelerle dolu idi…
Denizin patlayacağını anlayan tüm tekneler burada idi…

Uyku tulumlarına girdik hepimiz güvertedeyiz,kimimiz uyku tulumunda, kimimiz ise polar battaniyelere sarılmış idik…

Gülay uyku tulumundan uzak durmak istese de uyku tulumuna girmesi için ısrar ettim… Bir süre tekne beşik gibi sallandığını hatırlıyorum…


Çok uzun süredir, çok erkenden uykuya dalacağım aklıma gelmemişti…


Anlayamadım, havadan mı? Yoksa çok soğuk suda yüzdüğüm için mi? Sabaha karşı uyku tulumunda olmama rağmen üşüyerek uyandım? Oysa üzerimde polar mont da vardı? Yazlık uyku tulumu yeterli olur diye düşünmüştüm?


Bu arada koyda ki diğer tekneden sarhoşların denizde birbirlerine eşşşek şakası yaptıklarını duydum… Etrafıma bakmaya çalıştım… Bir şey göremedim…

Sadece koydaki teknelerin yabancı bandralı tekneler olduğunu biliyordum ve bunları rahatsız etmelerinin daha önemli olduğunu düşündüm.

Gökyüzünde ki yarım ayın ışıltısı yeryüzündeki karanlığı gizemli hale sokuyordu…Bu anı fark ettim…Gülay’ın açıkta kalan kolunu örttüm…

Sabah tanyeri ağırırken yine uyandım…Güneşin kızıllığı öylesine nefis idi ki…Fotoğraf çekecek dinamikliği kendimde bulamadım, tekrar dalmışım…


Sabah kahvaltısını bu koyda yaptık…Kahvaltıdan aklımda kalan zeytin yağının tadı idi…


Kaptan denize girebileceğimiz ada olarak bu kez Kara/Akvaryum adayı seçmişti…

Bu adada Gülay’la birlikte daha çok yüzdük…Asef bu adada ki yüzme süresini kırk dakika daha uzattı…Deniz öylesine berrak tı ki bu kadar olur…

Artık denize ve o tertemiz havasına doymuştuk…Hava rüzgarlı olunca deniz de dalgalı idi… Bu nedenle kaptan güvenliğimiz düşünerek daha fazla açılamadı…

Biz de bu havadan istifade ile… Öğle yemeğini Cunda Adası limanında yiyelim bu arada Cunda adasını da gezelim dedik ve öyle de yaptık…


Cunda adasında Gülay’la geçmiş günleri yad ettik diyebilirim…Sakızlı dondurmasını yemeden geçemedik…

Alışveriş ve çarşıda dolaştıktan sonra yemek için tekrar teknedeyiz…

Yemek sonrası Cunda’da tekneden ayrılıp Süleyman’ın minübüsüne bindik…Ve ver elini İstanbul…


Kara yolculuğumuz esnasında usumdan geçenler şöyle idi; denizin kıpraşması,teknede ki sallantımız, suyun soğukluğu, rüzgarın kulaklarımızı dolduran esintisi,

yarım aylı gökyüzünün berraklığı, Samanyolunu Gülay’a tarif edişim…Büyük ayı ile Küçük ayıyı gösterdim ama pek itibar etmedi…Hatta Kutup Yıldızından bile etkilenmedi…Samanyolu kadar…


Midilli’nin bu nedenli yakınında olmak ve ışıl ışıl parlaklığı…Kısmen de olsa ormanla kaplı bir Cunda koyunda çam ağaçlarının kokusunu ciğerlerime çekmek…


Koylarda ki denizin berraklığı ve balıkların bir parça ekmeğe koşa koşa gelip parçalarken…Teknenin Miçosu Osman’ın oltasına bir küçük dahi olsa balığın takılmaması…Ve bu duruma Gülay’ın çok üzülmesi…


Teknede S. Paul Yolu yürüyüşü uzmanı Mustafa’nın doğum günü kutlaması ve yaş pastanın kesilmesi…

Koyda ki magandaların tüm taşkınlıklarına rağmen doğa tutkunlarını nirvanadan uzaklaştıramamaları…

Görkemli bir “Mavi yolculuk “için olmazsa olmaz koşulun teknenin mürettebatının bu yolculuğa uyumlu olması…Sonuç olarak;


Bu kısa süreli yolculuk denemesinde;Gülay’la birlikte,Kişinin/Kişilerin; yapılacak yolculuk öncesi neleri aradığını bilen “Hele hele erkeklerin ve kadınların aynasız günlere yelken açacak, daracık kamarada veya güvertede dipdibe uyku tulumu içinde veya bir polar battaniye ile sabahın ilk ışıklarını yakalayacak , dalgaların sallantısını kendisine dert edinmeyecek ruhsal olgunluğa erişmiş olarak bu yola koyulması gerektiğini düşündük….


Nice mavi yolculuklara…


Ruhun şad olsun Mavi yolculuk “Azra Erhat”


Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ


AYVALIK


20/21 AĞUSTOS2011


AYVALIK ve CUNDA ÇEVRESİNDEKİ ADALARIN ANTİKÇAĞ İSİMLERİ


Maden adası (PİRGO) 11.297 uzunluğunda


Küçük Maden Adası 1852m.


Cunda adası (NESOS,MOSKO,YUNDA) 44.818 m. uzunluğunda


Güvercin adası (ST.GİORGİo/KIZLAR MANASTIRI, PSİFİ) 370 m. çevre uzunluğunda, uzunluğu 210, en geniş yeri 51 m. Aya Yorgi Manastırıyla görülmeye değer.


Yumurta adası (KİLYOSTA,ELEOS PULO,TOPAN ADASI) 741 m.


Güneş adası (İLYOSTA,ELEOS,OİLİOS) "Midilli adasına en yakın Türk adasıdır" 3519 m.


Yuvarlak adacığı(KALAMO PULO)


Kara ada/Kamış adası (KALAMO,KALAMOS) 1297 m.


Poyraz ada/İncirli, Yellice (LEYAH) 3704 m.


Kılavuz ada (MOSKO PULO)


Tavuk adası (ST.YOANNİS, AYA YUANNU MANASTIRI) 463


Çıplak ada (CHALKİS,CİMNO) "Prof.Dr.Veli SEVİN aşağıdaki yapıtında Çıplak Ada'yı Küçük KİDONİA diye adlandırmış" 9.417 Metre çevre uzunluğuna sahip


Dolap adası (KROMİDO) 3334 M. Evangelista Manastırı var.


Hasır ada (SEFİRİ) 1852 m.


Kalemli adası (KALAMAKİ)


Kutu adası/Kara adası (KUDHO)


Balık adası, Büyük Karadada, Tavşan (PSARİANO) 2778 m.


Taş adası (KLAVO) 370 m.


Göz (KALAMOPULO)


Akoğlu adacığı (KOPANO)


Gizli kayalar (PETRO)


Yumurta adası (DASKALİ,DASKALİO)


Kız adası (ULYA) 1668 m.


İkiz Kayalar (DASKALİ)


Çiçek adası (ARGİSTRA,ANGİSTRİ) Gümüşlü Burnu karşısı, Gömeç yakını 2685m.