3 Eylül 2010

ANADOLU DAĞCILIKLA BOZCAADA'DA GÜNEŞE TUTUNMAK

BOZCAADA… GÜNEŞE TUTUNMAK…


(Beynimiz, yeni tecrübeler keşfettiği sürece insan genç sayılır. William Gladstone).

Nasıl bir tatil istersiniz…?

Nerede? Ne zaman? Kiminle? Maliyeti ne kadar?

Düşündüğünüzü ve bağırarak bir şeyleri anlatmak istediğinizi; hatta içlerinizden bazılarının ne tatili kardeşim!… Vb. sözlerle serzenişte bulunduğunuzu duyar gibiyim…?

Ben bu yazımda… Doğanın içinde çok da ekonomik olarak alışkanlıklar dışında bir tatilin yapılabileceğini ve … Yaşananları dile getirmek istedim…

Kiminle yaşadın bu kısa süreli alternatif tatili?

Anadolu Dağcılık ve Doğa Sporları kulüp üye ve misafirleri ile…

Öncelikle… Biraz sonra yazacağım konsepte göre tatili yaşamak için, şayet çift iseniz; bunu birlikte istemeniz, tek iseniz; aşağıda özünü belirteceğim davranış biçimlerini benimsemiş (çok da fazla sayıda olmasa da olur) kişilerle beraber olmanız şart…

Keza… İçinde… Sabahları geç kalkma ve yan gelip yatmanın olmayabileceği… Çadırda yatmanın konfor sayılabileceği… Sabah… Erken saatlerde güneşin doğuşunu karşılayıp batırıncaya kadar tüm olumsuzluklardan arınmış doğayı ve yaşanmamışlıkları ve naifliği keşfetmeye dayanan bir tatil anlayışı…

Öyle bir anlayış ki…“Keşfettikçe zenginleşen, zenginleştikçe “kendini bilmenin” farkındalığını yakalayan, az ile yetinen ve birlikteliği yakaladığı kişilerle uyum içinde, keyfi yudumlamaya dayanan bir düşüncenin; bilgilerin ve bilimlerin verebileceğinden daha çoğunu deneyimlemek ve uygulayabilmek… Heyecan ve keyif almak…

Bu düşünce ve uygulama biçiminde… Aykırı düşüncede olanları benimsetmek yoktur… Sadece uyumluluk vardır… Uyumlu olmayanlar o çemberin dışındadır…

Anadolu Dağcılık üyeleri ve misafirleri ile; Bozcaada yollarındayız… Daha önce görevli olarak gitmiş ve beğenmiştim… Ancak Gülay görmemişti… Bu doğanın güzide ve tarih kokan köşesini görmesini çok istemiştim…

Geceyi yolda geçirip… Sabah, Geyikliden Feribotla… Bozcaada’ya geçtik… Feribotla, Bozcaada’ya yaklaştığımızda… Bizleri öncelikle Limana böğrünü dayamış “Bozcaada Kalesi” Selamladı… Hoş geldin dedi…

Çarşı içinde kısa bir alış verişten sonra kalacağımız… Adanın tek kamp yeri işletmeciliği yapan “ADA CAMPİNG” e hareket ettik…

Kamp bölgesi… Bungalov tipi karavanlar, çadırlar ve çadırını kendileri kuracaklar için doğa içinde yerler sağlayacak tarzda büyük ölçüde doğa bozulmadan… Oluşturulmuş bir yer…

Gülay-Engin ve Ben çadırlarımızı kurmaya başladık… Doğrusu… Gülay’la çadırı kurarken keyif süreci başlamıştı… Ve bu sürecin daha da olgunlaşacağını hissetmiştim…

Çadırlar kurulmuş ve Sulubahçe sahilinde denizi keşif başlamıştı…

Sapsarı kumla örtülü sahil tenha ve bakir… Billur gibi deniz suyu, berraklık o denli net ki suda ışığın kırılmasını görebiliyorsunuz…Su ısısı serin ama üşütmüyor… İnsanı, Diri ve dingin kılıyor… Saatlerce denizde kalabilirsiniz… Yorulduğunuzda kıyıya çok da yanaşmanıza gerek yok… Çünkü deniz kıyısı mesafelerce oldukça sığ durumda…

Güneş oldukça etkili ilk gün etkisi altında kalmadan biraz da çevreyi tanımak için Ayazma sahiline yürüdük… Manzara tanıdık geldi… Öyle kalabalık ki… Tüm tatil için adaya gelenler… Sanki Bu sahilde…

Restoran… Güzel bir mekânda… Yörenin yiyeceklerinin tadına baktık… Ekip uyumlu… Sohbet koyu… Ayrıldıktan sonra tekrar deniz sefası…

Akşam… Adanın Polente burnunda güneşin batışını seyretmek için hareket ettik… Rüzgar güllerini gördükten sonra burna doğru yürüdük… Güneşin batışını seyir için gelenlerin kalabalıklığını görünce… Çok hoşuma gitti… Bölgeye ayrı bir hava vermişti…

Türkiye’de de artık insanlar doğa olaylarını görmek için böyle davranış içine girebiliyorlardı… “Güneşten bana ne!…” Anlayışından sıyrıldıklarına seviniyor insan…

Güneşi batırdıktan sonra doğruca Ova yolundan ada merkezine limana gittik… Merkezi gezdikten sonra… Köftecide soluğu aldık… Köfteci… 30 kişilik dürümü duyunca fenalık geçirdi… Ben on tane köfte siparişini peşi peşine almamışım… Sana güveniyorum… Köfteyi ben kararım…

Sen ocak başına geç soğan orda… Biriniz pişirin… Biriniz dürüm yapın… Kasa da orada paraları da sen topla dedi ve dışarı çıkıp köfte karmaya başladı… İş başa düşmüştü… Birinci… Grubu ben ve bir arkadaşla birlikte tamamladıktan sonra

 ikinci grubu Anadolu Dağcılığın Başaralı Rehberi Ajda’ya devrettim… Limanda çay ve kahve faslından sonra… Ada kampinge hareket…

Sabah erken saatlerde kalkabilen grup… Sahilde Ajda’nın yaptırdığı kültürfizik hareketlerini tekrarladık… Sonra yoga… Ve denizde yüzme… Bu proğram erken kalkabilenler için; iki sabah da tekrar etti…

Uzun süredir sahilde yoga yapamamıştım… Güneşin doğuşuna “güneşe selamla” şahit olmak… Gözlerini kapayıp iç sellik dünyanda… İlerlerken… Hemen yanı başında… Geçmişten geleceğe seslenen Bozcada sahilindeki deniz suyu orkestrasının tınısını, ruhunda hissetme ve suniliklerle iletişimi kesme.

Dalgaların müziği; bedeni, devindiği sesli hazneye yeniden daldırmakta… Dinleyicisine, aldığı nefes ritmi ile birlikte varoluşu ve nice tadamadığı deneyimlerin uyum ve sebatla alınabileceğini hatırlatmakta…İdi...

Kahvaltıyı müteakip… Eralp, Hanife ve Gülay ve ben… Ada tepeciklerinin bir bölümünü kapsayan doğa yürüyüşü yaptık… Çok keyifli ve yeni deneyimler elde ettik…

Örneğin… Armut ile başlayan yeme faaliyeti incir ve bağından ve dalından kopartılan üzümlerle devam etti… Bir salkım üzüm ve üç adet incir yemekle insan kesilir mi? Biz kesildik…

Yol üstünde karşılaştığımız çok güzel bir çiftlik evi gördük… Tanrı misafiri olarak girdiğimiz bu çiftliğin butik tatilcilere açık olduğunu ve kendi müşterilerini kabul ettiğini sahipleriyle konuşunca buranın “PELAZZİ ÇİFTLİĞİ” olduğunu öğrendik… Son bahçemizi gezin ve meyvelerin tadına bakın dediler…

Bahçe… Öylesine güzel düzenlenmiş ki… Hem zevkli hem de profesyonelce… Tüm meyve ağaçlarına rastlamak mümkün… Şeftali, böğürtlen(özel dikilmiş), muşmula, elma, incir, sebzeler… Kümes hayvanları, keçi, kuzular aklıma gelenler… Bunlar ancak inanın bir taneden sonra meyveleri yiyemedik…

Buradan orman içine yürümeye başladık… Orman içinde yürüyüş ilerledikçe daha keyifli olmaya başladı… Bir müddet sonra… Tepenin askeri zirvesine mevzilerin kazıldığını gördüm… Bu mevziler uçaksavar ve makinalı tüfek mevzileri idi… Bir müddet sonra askerleri arazide kullandığı, arazi yemekhanesi ile karşılaştık… Olağan üstü şartlar için hazırlanmış olduğunu düşündük…

Sonra bir çeşme ile karşılaştık… Orman bekçisi ile sohbetler ve çeşmede elimizi yüzümüz yıkadıktan sonra yürümeye devam ettik…

Yol boyunca üzüm bağlarında öylesine dalından üzüm yedik ki... Artık bağlara giriyoruz... Ama yiyemiyoruz. Sadece fotoğrafını çekiyoruz… Yol boyunca butik otellerle karşılaşıyoruz…

Bu arada doğa yürüyüşü ve dağcılıkla ilgilenenlerin dikkatini herşeyden fazla çekecek... Portatif yataklı çadırı görünce...Öylesine ilgimizi çekti ki...Bu karyola-Çadırı sizinle paylaşmak istedik... Buradan Ayazma mevkiine indik… Ve yürüyüşü Ada kampingde sonlandırdık… Dinlenmeden sonra deniz keyfi…

Akşam bu kez Güneşi adanın en yüksek tepesi Göztepe’de batıracaktık… Öyle de oldu… Birbiri ardına kaç poz çekildi… Seyrettiğimiz o manzaranın etkisini hep yanı başımızda taşımak için…

Döneceğiz… Fakat bizim… Otobüsün manevra yapacağı alan çok dar…

Tepeye çıkarken de Adanın en yüksek tepesi ve Gözlem yeri turistik bir mekân… Bu tepeye çıkışla ilgili hiçbir uyarı yoktu… Her şeyimiz gibi Allaha kalmış… Eleştirmeyeyim dedim ama… Burnumuzun dibinde ki adaları örnek alsalar yeterli… Görev yapan belediye başkanı da bilmem kaç dönem… Başkan seçiliyor muş… Alışkanlıkların değişme zamanı çok gelmiş de geçmiş…

-Peki, o koskoca otobüs nasıl döndü daracık alanda?

-Kim yardımcı oldu?

Analar ne doğuruyor. Kendi turist ekibini bırakarak gelip bizim kaptanı cesaretlendirip, manevra yaptırıp aşağı inmesini sağlayan diğer tur kaptanı… Oldu…

Tepeden indik… Akşam sahilde balık yemek için restoranın yolundayız… Rehberlik yapan Ajda Hanım gezi boyunca öylesine özverili idi ki… Her şey tıkırında gitti...

Yemek sonrası ada merkezinde gezildi… Çaylar içildi…


Ertesi gün… Sabah kültürfizik, yoga, deniz sefası ve de sahilde oyunlar... Filim çekimlerini aratmayan roller ve çekimler...Yapımcı..Aysun...Roldeşleri...

Kahvaltıyı müteakip kısa süreli bir dağ bayır dolaşması… Güneş ve deniz sefasının devamı… Adadan ayrılmadan bir şarap fabrikası gezildi… Modern şekilde yapılmış… İtalya bağlantılı çalışıyorlar… Adaya özgü şaraplar alındı...Şarap çeşitlerini anlatan kişi ciddiyetle dinlendi...

Buradan limana hareket edildi… Feribotun kalkış saatine kadar Gülay'la Bozcaada’nın meşhur “eski Rum mektebini” görmeye gittik… Şimdi Ege Oteli olarak kullanılıyor.İçeri girip gezdik… Çok değişik duygular içine girmemeniz mümkün değil… Tarih kokuyor…

Feribottayız… Bozcaada’dan ayrılırken… Aklıma atalarım geldi… Bizlere bu billur gibi adayı emanet bırakan atalarım… Yedi düvelle nasıl baş edip… Lozan da masa başında bu adayı kaybetmemek için Atatürk’ün direktifiyle… Ter döken İnönü başkanlığında ki atalarım aklıma geldi… Onlara nedenli minnet borçlu olduğumuzun bir kez daha ayırdına varıp teşekkür ettim… Teşekkür edecek nesillerin yok olmamasını Ulu Tanrıdan diledim…

Yönelimlerinin peşinde olan ben ve eşim; bunca yıldan sonra bağımsız bir ruha gereksinme duymaktayız… Böylelikle kaynağı felsefeden, sanattan ve bilimlerden de öte bir şeyde kendini var etme düşüncesi ve arayışı içindeyiz...

İşte bu arayış peşinde olan ben ve eşime; aradığı hazzı, tüm gezi boyunca, yakalama fırsatı veren Sevgili Aysun, Ajda ve Ayfer’e teşekkürlerimizi sunuyoruz…

MEHMET YÜCEBİLGİÇ
İSTANBUL-2010-AĞUSTOS

21 Temmuz 2010

MUFİL KANYONUNUN DERİNLİKLERİNDE..

MUFİL KANYONUNUN DERİNLİKLERİNDE… DOĞAYLABAŞBAŞA OLMAK…İstanbul’da, bunaltıcı sıcaklar birbirini kovalarken serinlikler diyarında kaybolmak…

Bu kez rota Kocaeli Güneyindeki Mufil Kanyonu… Samanlı Dağlarının aralarında saklı kalmış… Bir derin vadi… Dere tabanının etrafından dolaşmak mümkün olmayınca da Kanyonu oluşturuyor…
Son bölümlerde… Serin dere ile birleşiyor… İşte bu parkur doğanın pasta dilimi gibi ikiye yarıldığı bir aralıktan geçişle Serindere’de sonlanıyor… Mufil kanyonu genel olarak doğa yürüyüşçüleri tarafından sıklıkla kullanılmıyor… Riski çok fazla… Bir de hamallığı…
Yapılan etkinliğin zorluk derecesini Kürşat Öner beyin hazırladığı tabloda da görebiliyoruz…
 Yuvacık barajını, Tepecik köyü-İnönü yaylasını geçerek orman girişinde araçlardan indik... Bu kez erken saatlerde 1030 da yürüyüş başlangıç noktasındayız…Öncelikle kumanyalar dağıtıldı...

Kanyon girişine ulaşmak için bir saat orman içinden yürüdük… Parkuru iki yıl önce yürüyen İki Ali (Ali Alpar ve Ali Çelik) ve ben öndeyiz dereye iniş patikası vardı kaybolmuş.

Sonra dere içinden yukarı doğru baktığımda; yağmurların  etkisiyle doğa ana öylesine coşmuş ki patikayı bitkilerle kapatmış…

Orman içinde dere boyu yürürken dozerlerle patikaların yol haline getirildiğini gördük… Dere, kaynağında: Öyle acımasızca boğulmuş ki… Derenin tam ortasından köprü ve menfez yapılmadan… Toprak ve kayalar doldurulmak suretiyle… Yol yapılmış…


O güzelim doğa öylesine dozerlerle altına üstüne getirilmiş ki üzülmemek elde değil…
 Şelalede bir fotoğraf çektirerek dere yatağına girmeye başladık… Elimde fotoğraf makinesi suya düşürmeden gördüklerimi kaydetmek istiyorum…


Ta ki… Suya düşünceye kadar da çekebildim… Bundan sonraki fotoğrafları… Grubumuzun gönüllü fotoğraf destekçisi Derviş İmirzalioğlu’ndan yararlandım…

İlerledikçe… Kabalakların devleştiğini görüyorum… Ağaçlar yemyeşil, bu yıl yağmurların fazla yağışı etkisini göstermiş…
Dere içine girdikten sonra vadi yamaçlarında ilerlemeniz mümkün değil o denli sık ve yoğun… Gerek orman gülleri gerekse… Diğer ağaçlar, sarmaşıklar ve çalılıklar… Derenin içinden ilerlemek zorundasınız…


Şayet dağcılık eğitimi almışsanız… Tüm… Teknikleri uygulama şansı var… Öyle bir kanyon…

Serindere kanyonu ile bu kanyonu karıştırmamak gerekir… Mufil Deresi… - Örnek Köyüne yaklaşırken… Serindere ile birleşiyor…
Dere tabanı suyun çamurlu akması nedeniyle görünmüyor… Suyun milli(killi-kumlu çamur) olmasının yanında yağmurların da etkisi ile yosunlaşmış, bastığım tüm kayalar, taşlar kayıyordu… Kaç kez düştüm… Bilemiyorum? Aklıma gelmişken “düşme” olağan bir durum…

Doğa sporları ile uğraşanların sık sık karşılaştıkları bir durum… Doğal olarak düşmenin de çeşitleri çok… Uğraşılan Doğa sporuna göre de… Düşme çeşitliliği var… Kanyon/dere içinde ki; teknik de bana öğretilen “ kayanın üzerinden geçişlerde kayanın şeklini al” …” Yan geçiş yapıyorsan… Kayaya/Dağa yaman” idi…


Dolayısıyla düşüşler/tökezlemelerde sık sık kontrollü düşüş oldu… En çok tercih ettiğimde sırt çantası dâhil derenin derin olan bölümlerinde buz gibi sular içinde akıp gitmek oldu... Bu arada deneyim olarak kask kullananlar için bir tavsiyem var… Kaskınız delikli olsun…(Dağ tırmanışlarında kullanılan yeni üretilen sürüm)Kapalı olmasın… Suya tam düşüşlerde… Kaskınız suya girdiğinde su rahatça boşalabilsin…


Kanyonda ilerledikçe; İnsan eli ve ayağının değmediğini gördüğünüz andan itibaren… Havanın serinlediğini hissediyorsunuz… Gökyüzü zaten yağmur ormanları gibi ulu ağaçların dalları ve yaprakları ile örtülü durumda…


Doğa ve siz… Yanınızda ki ile isterseniz… Sohbete durun… Mümkün mü? Doğal olarak Gülay’ımın yanında olmasını çok isterdim…
-Mehmet Bey yağ çekiyorsunuz dediğinizi duyar gibiyim…
- İnanın yağ çekmiyorum… Sadece içimden geleni yazıyorum…

-Hemen aklıma Barış Yaylalının;

-Abi… Yazının bir yerine mutlaka Gülay ablayı yerleştiriyorsun, sözü geldi…

- Ne yazıyordum? Aklımı çeldiniz…


Öncelikle herkes kendi emniyetli geçişini sağlamakla sorumlu… Doğaldır ki… Zor durumda olanlara öncülük yapan arkadaşlar da vardı… Onlara teşekkür etmemekle haksızlık yapmış olurum… Kimler? Selim Ok… Ali Alpar… Necati Ok… Ali Çelik… Ve yeni tanıdığım adının özelliklerini yansıtan Kutsal Zafer Şahin hoca… Profesyonelliği ile göz doldurdu diyebilirim…


Engel üzerine engel… Ve yol bitmeler… Kaç kez eğildim ve doğruldum… Kaç kez yan geçiş veya açıklığı bir yılkı ağacıyla geçtim… Kaç kez omuzlarımı kullanarak geçiş yaptım… Bunların etkisini kilometreler arttıkça hissetmeye başladım… Yorgunluk kendini göstermeye başlamış tüm bedenimi ele geçirmek üzere… Ama sağduyu; bu olağanüstü bitki örtüsünün dinamik ve pozitif etkinliğini teneffüs etmemi sağlıyor… Zaman zaman yalpalasam da ruhum bedenime hâkim… Önümdeki gölete dalıyorum… Buz gibi… Bu buz gibilik bir müddet daha keklik gibi sekmemi sağlıyor… Sonra yine buz gibi suya dalış…


Bu bitki örtüsünün( flora) yanında hayvan varlığı (fauna)ise oldukça cılız… Bir ara su yılanı bir kere bir kere de tatlı su yengeci gördüm… O kadar… Başka hayvana rastlayamadım…

Özellikle kanyon yürüyüşleri veya geçişlerini; Alpin dağ tırmanışı kadar keyifli oluşunu “kişinin ezberini bozduğu için seviyorum..”


O kişinin şaşkınlık hali var ya… İşte o anı seviyorum…

Çoğu kişilerin alaycı bakışlarla gülümsediği “şaşkın hali”; bence bu hal “kişinin içinde bulunduğu Andan çıkış Anıdır… Heyecan anıdır… Yeniden karar verme, adımların atılmasında, yeniden derlenip toparlanma anıdır… Beklenilmeyen bir durumla karşılaşma anıdır…


Bakış açınızdaki alışkanlıkların alt üst olduğu andır.
Hayatınızın içinde orada burada serpilmiş halde vardı da siz mi farkında olmadığınız?
Veya yakalayamadığınız, dinamik ve cesur duruşların sergilenmeye başladığı andır…

Kısacası “ezberin bozulduğu andır”… Kişinin adrenalinin artığı andır…


Önemli olan bu anı olumlu yönde kullanabilmektir… Keyif… Olumlu kullanım sonucu başlar… Kendini tanıdığın ve kendinle baş başa kaldığın andır…


Bu an… Kişinin; tüm edinimlerinden uzakta, hayatın artık çıplak olduğunu, kendi çıplaklığını hissettiği andır…

O!!! Artık yüzüme sıcak hava çarpıyor… Serinlik azaldı… Havanın kokusu da değişti…
O!!! Her tarafta bira kutuları, piknik artıkları…
O!!! Kendini insan diye adlandıranların atıkları…


Sabahın 1030’dan beri… Doğanın içindeyim, suların içinde yürüyor, emekliyor, tırmanıyorum… Bunun sekiz saatini kanyon içinde çoğu zamanda gökyüzünü görmeden yeşil bir dünyadan… İnsanların kirlettiği bir dünyaya adım atıyordum…
Kendimi arınmış bir dünyadan; şahsi kazanç ve zevki için; her şeyin yapılabileceği ve öngörüldüğü bir dünyaya yolculuk yapan ancak bu dünyada da doğadan aldığı tüm doğallıkları kılcal damarlarına kadar depolayan bir fani olarak hissettim…


Bu keyfi almama yardımcı olan… Başta Ayakizleri’nin Naif insanı, başkanı Sevgili Hüseyin bey olmak üzere tüm ekip arkadaşlarıma sevgiler ve doğası bol olan süreç diliyorum…


MEHMET YÜCEBİLGİÇ

İSTANBUL-2010-TEMMUZ