Mesut kaptanın midibüsüne bindiğimde saat 2200’yi, Tuzla’yı geçtiğimizde 2300’ü gösteriyordu.
Aracımızda yirmi dört Ayakizi doğa tutkunu; Sakarya, İzmit, Bursa il sınırlarını içine alacak şekilde icra edilecek gece yürüyüşü öncesi, kimi uyumak için çabalıyor kimi ise, benim gibi, birbirleriyle yarenlik ediyordu.
Midibüsümüz karanlığı yırtarak yol alıyor, Gebze, Kocaeli, Sakarya geride kalıyordu. Pamukova’yı geçtikten sonra sağa saptık ve tırmanmaya başladık, tırmandıkça yükseliyor, Sakarya ovası ışıl ışıl ayaklarımızın altında, gökyüzü ışıl ışıl başımızın üstünde kalıyordu.
Bakacak Köyü sağımızda idi; Hüseyin Bey Uzan’ların çiftliği olduğu yeri, yanan ışıklardan kerteriz alarak anlatıyor.
Bu arada arkadaşlardan biri, gazetede bu gece “meteor yağmuru” olacağını okuduğunu anlatıyordu.
Ben de bu gece “ay ışığı”nın olmayacağını “zifiri karanlık” olacağını anlatıyordum.
Yürüyüşe başlayacağımız Kemaliye köyüne gelmiştik, araçtan indikten sonra, kısa bir yürüyüş hazırlığını müteakip yürüyüşe başladık
Geriye dönüp ilk pozu çekecektim ki öylesine güzel bir görünüm vardı ki sanki ateş böcekleri, (Hüseyin beyin tabiriyle “ateş böcekleri mangası”) beni takip ediyordu.
Zifiri karanlıkta, tepe lambaları sadece önümüzü aydınlatabiliyordu.
Ali bey her zaman olduğu gibi “uç” görevini yapıyordu, koşar adım yürüyüş hızı; zaman zaman Hüseyin beyin “Ayakizi nida”larıyla yavaşlatılıyor, grubun kopması önleniyordu.
Yolda tarlasını sulayan köylülerin yürüyüş grubumuzu görünce çıkardıkları hayret ile şaşkınlık ifade eden bağrışmaları ile köpeklerinin havlamaları kulağımdan çıkmıyordu.
Kayın ağacı çoğunluklu orman yolunda, Ayakizleri yürüyüş grubunun ayak seslerine, yanı başımızda akan Patlak derenin gürül gürül sesi karışıyordu. Buralara kuraklığın uğramadığına öylesine sevindim ki anlatamam.
Uluyan köpek seslerinin yerini uluyan baykuş sesleri almaya başlamıştı. Ayak sesleri ve ışıklardan ürkerek bizden uzaklaşan domuz ve uzaklaştıktan sonra ulumaya başlayan çakal seslerini duyabiliyordum.
Köylünün hayret dolu haykırışı, aklıma geldikçe; gerçekten bu zifiri karanlık, ıssız Koz pınar dağlarının başında ne işimiz vardı?
Aslında amaç belliydi: Sarı sıcakların tesiriyle yapılamayan doğa yürüyüşünü bu serinlikte yapmak idi.
Benim tek amacım vardı: “Şafak sökerken ve güneşin doğuşu” arasındaki “gizemli anı” görüntüleyebilmek ve yaşamak, deney imlemekti.
Bunun için gerekli bilgileri almıştım: Şafak saat 0540’ta sökecek, Güneş saat 06 09’da doğacaktı.
Yürüyüş tempolu olarak yaklaşık bir saat sürdükten sonra saat 0300’de kısa bir mola verildi, oldukça terlemiştim ve burada üşüdüğümün farkına vardım, sırt çantamı çıkartıp üzerimi değişmeye üşendim.
Karanlık olmasına rağmen kümelere doğru makinemi doğrultup deklanşöre bastım. Fotoğraflar, nasıl çıkacaktı ya da çıkacak mıydı?
Uykusuzluğa rağmen kahkaha sesleri eksik olmuyordu. Yürüyüş başlayalı onbeş, yirmi dakika geçmeden bir mola daha verildi ancak bu mola dinlenme için değil “Patlak dere”nin kaynağına geldiğimiz içindi.
Hüseyin Beyin her zaman ki gibi nazik ve ılımlı uyarısıyla, herkes sularını doldurdu.
Yürüyüşe başladık rampa ile birlikte alan da açılıyor, gökyüzü tüm güzelliği ile karşımıza çıkıyordu, Hüseyin beyin bu sefer önde bulunan Ali Taş beye “ışıkların söndürülmesiyle” ilgili uyarısı duyuldu.
Artık gecenin gizeminde “doğaylabaşbaşaydık”, tepe lambalarının sönmesiyle yerdeki ateş böcekleri mangası gökyüzüne uçuvermişti.
Rakım 1205 m. sanki samanyoluna daha yaklaşmış gibiyiz. Biraz sonra kısa bir mola daha verildi, “gökyüzünü keşif” molası. Tüm gözler pür dikkat gökyüzünde.
Grupta düşen yıldızları (meteor taşlarını) gördükçe sevinç çığlıkları, göremeyenleri daha dikkatli bakmaya teşvik ediyordu.
O sırada meteor düşüşünü tam çıplaklığıyla gördüm, sanki arkasından gittikçe azalan sonra gözden kaybolan bir ateş yumağı püskürtüyormuş gibiydi.
O kadar üşümüştüm ki molada üzerimi değiştim, polar