2010 KIŞI GERİDE KALIRKEN...ULUDAĞ'DA KAYAK
Kış ayları geride kaldı derken; bir haftalık Kış tatili yapma fırsatı bulduğum da hemen değerlendirmeyi düşündüm… Sıradan bir tatil değil hem oğlum ve gelinimizi görecek hem de yıllardır hayalini kurduğumuz Uludağ’da kayak fırsatı yakalayacaktık…
Yıllardır… Meslekte alışkanlık olacak… Otomobilimizin tekeri dönmeden tatile çıktığımıza inanamazdık… Henüz bu düşüncenin etkisini üzerimizden de atmış da değildik… İstanbul’dan Bursa’ya doğru yola çıktığımızda griye çalan gökyüzü ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmur peşimizi Bursa’da da bırakmadı…
Ertesi gün erken saatlerde Bursa’dan Uludağ’a doğru yola çıktığımızda tek düşündüğüm şey… “Düşünü kurduğum şey; eşimle birlikte kayabilecek miydik?”
Ne derler… Bir şey 40 kere söylenirse olurmuş… Ama ben bir de bunun üzerine otuz yıllık bir bekleyişi koyuyorum…
Otele yerleştikten hemen sonra; hep birlikte öncelikle kayak yapmaya ruhen hazırlanma için;
çevreyi dolaşmaya çıktık… Her taraf bembeyaz telesiyejler dolu… Koşar adımlarla zirveye çıkarcasına peşi peşine yukarı tırmanıyor… Kimi kayakçıların yüzündeki endişe kiminin de güven açıklıkla okunuyor… Kayak pisti dolu… Snowboardcular kayakçıları öylesine biçiyor ki... Akıl almaz… Aynı pisti kullanıyorlar…
Köknarlar, mavi ladinler… Geceki donun etkisinden yeni yeni kurtuluyorlar… Üzerlerindeki beyaz konfetiler bir bir dökülüyor… Bir altındaki dalın üzerine… Zirveye doğru çıktığımız da gökyüzünün tüm görkemi karşımıza çıkıyor… Hemen koşuyoruz… Birbiri ardına bu güzellikte yer almak için pozlar veriyoruz…
Tüm benliğimle doğaylabaşbaşa’lığı yudumluyorum…
Nefesimi öylesine yavaş alıp verdiğimin sonradan ayırdına varıyorum… Bu buz gibi berrak ve büyüleyici havanın ve tüm görkemi ile karşımda uzanan dağlarla bezenmiş manzaranın gizemini bozmaktan korkuyorum…
Sanki nefesimin hırıltısından tüm bu güzellikler korkup kaçacaklar hissi, daha yavaş nefes almamı ve konuşmamamı sağlıyor…
Bana hemen doğanın uçlarında Yoga, Reiki, Tai çi veya Sofi yetenekleri deneyimleme çabası içindekileri anımsattı…
İçimdeki biri şöyle konuşuyor: “Yaşam tüm tantanalara rağmen devam ediyor… Ve sen bu tantanalar içinde “ruhunu arındırma” peşindesin… Otuz yılı aşkın… İçinde yetiştirdiğin ancak soldurmadığın… Soldurmak derken şunu demek istiyorum…
Aslında benliğinde taşıdığın ama kullanmaya pek de vakit bulamadığın potansiyelin ayırdına varmış ve geçen süreci “ yazık ettiğimiz yaşam olarak algılamıyorsun” … Ve bu felsefenin oluşmasında, tüm sıkıntılı anlarında dahi destekleyen, seni yolda bırakmayan ve şuanda her şeyi paylaşmayı hak eden sevgili eşin…”
Birden Ta uzaklarda! Siyah kar yüklü bulutlarla ak bulutlar birbirleriyle yer değiştiriyor… Ne kadar da hızlı yürüyorlar… Bu bulut katmanında ki hareketlilik, Uludağ’ın önümüzdeki günlerde daha da beyaza bürüneceğini muştuluyordu… İşte bu andan yararlanmak da bize düşüyordu… Ancak her zaman olduğu gibi abartıya kaçmadan… Abartı bildiğiniz gibi göreceli bir kavram…
Kimi günde dört saat kayar kimi yarım saat… Katlanabileceğin seviye önemli… Keyif almak için katlanmak şart mı? Diye sorduğunuzu duyar gibiyim… Katlanma olmadan keyif olmaz... Genel kural bu…
İsterseniz… Yaşadıklarımızla birlikte anlatayım… Birinci ve ikinci gün… Kayakta Unutulanların hatırlanması… Ve zorlanmalar… Kasların devrik çalışması nedeniyle gece uyumak isteseniz de uyuyamamanız… Sonra ki günler… Şans eseri eski dostlarla karşılaşmalar ve kayağı çok iyi bilen arkadaşlardan teknikleri öğrenmek ve uygulamak… Dönünceye kadar kaymak ve kaymak…
Bu arkadaşların öğretisinde tüm teknikleri bir bir uygulamak… Onların adını anmazsam sanırım… Ayıp olur… Sevgili hocamız… Ve arkadaşlarımız… “Orhan Ünal ve Hasan Üner”… Verdikleri emekler için çok teşekkür ediyoruz… Ekip ruhumuzu pekiştiren Ömer Emine ve Uğur Ufuk arkadaşlarımızı unutmak mümkün değil...
Kayaklar üzerinde karlara bürünmüş doğanın içinde kayarken: Birbiri ardına ayak başparmaklarından başlayıp kaval kemiklerinin bota yaslanması, dizlerin uyumlu kırılmaları, kalçanın daima dağa dönük olması, göğüsün vadiye bakması, vücudun geri kalanının dik ve kolların güvenli olarak yanda oluşu, karşılaştığın olağanüstü durumlarda tüm dikkatin geçeceğin kadar alana ve ileri verilmesi…
Tüm bu hareketlerin bir estetik ve denge içinde yapılması… Uyumu yakaladığın an… Meditasyondan farklı bir durumla karşılaşmıyorsun… Doğa içinde uçan sen… Ve yanında sevdiğin… Aslında tüm bu anlattıklarıma odaklanma; korkunun kovulmasına neden oluyor… Riski göğüslerim diyorsun… Elde ettiğin ve zorluklar içinden çıkartıp tattığın tat bir başka lezzette oluyor… Kısacası; Olumlu düşünmek ve inanmak, kendine ve can dostuna güvenmek…
İçinden şüphe ve korkuyu atamadığın an… Kayamazsın… Düşersem, bir yanım burkulur ya da kırılırsa… Sa’ları uzatabiliriz… Riski göze almadığın an… Odadan dışarı çıkamazsın… Doğaldır ki riskin de önem dereceleri var, kabul edilebilir olanı veya kabul edilemez olanı, her şey sende ve yanında ki “eşinde” (body), can dostunun desteğinde…
Kayakla kaymayı; ufak tefek düşmeler, incinmeler haricinde, tamamlandığında; yorgunluğun sadece bedeninin her bir katmanında olduğunu duyumsuyor ve ah vah… Diyebiliyorsun… Bu ahlar vahlar keyfi ötelemiyor… Çünkü… Ruh zinde, beyin ve zihin kar aklığında dingin…
İşte o an iyi ki otuz yılı aşkın süre bugünün hayalini söndürmedim diyorsun…
Hayatın aslında sanıldığından çok daha kolay olduğunu hissediyorsun…
Ve kendini daha iyi “tanımaya” ve sonra” yanındakini fark etmeye” başlıyorsun… Güneşin ara sıra göz kırptığı… Çamlarla bezenmiş doğanın bağrında… Mavi ladinin dalları üzerindeki konfeti yağmurunu andıran kar tanelerinin arasından bakarken…
MEHMET YÜCEBİLGİÇ
BURSA
07/14 MART2010