7 Haziran 2014

EVLİLİĞİMİZİN 37 NCİ YILINDA DEDEGÖL DAĞI TIRMANIŞINDAKİ DURULUK ( 2998 M.)


EVLİLİĞİMİZİN 37NCİ YILI GERİDE KALIRKEN… DEDEGÖL DAĞI TIRMANIŞINDAKİ DURULUK…

 

Yıllardır, Dedegöl Dağına tırmanış arzumuz bu yıl gerçekleşti. Eğirdir Turizm Tanıtma ve Doğa Sporları Derneğinin 18 nci “ETUDOSD DAĞCILIK ŞENLİĞİ” ne katılmaktan ne denli memnun ve keyifli olduğumuzu anlatamam.

Son yıllarda Eğirdir ve bölgede ki St. Paul yolu doğa yürüyüş keyfini; Sevgili Zühre Acar’ın yönlendirmesi ile etkinliklere katılan doğa dostlarıyla doğaylabaşbaşa olmaktan ayrı bir keyif aldık.

Bu arada bölgeyi adım adım tanımamızda öncülük eden Sevgili Çiğdem ve Mustafa Kuş çiftini anmadan yazıma başlamak olamaz…

Tırmanışı gerçekleştirdiğimiz , 2998 metre rakımlı DEDEGÖL DAĞI ,Dedegül doruğu, haritalarda Anamas Dağları adı verilen dağ grubunda yer alır. Söylenceye göre doruğa adını veren gülleri, erenlerden sayılan bir “dede” dikmiş, zamanla doruk “dedegül”, dağın genel adı ise “dedegöl” adını almış.

Kuzeyinde ise bilimsel anlamda “speleoloji” adı verilen, mağaracılık bilimi literatüründe önemli bir yeri olan, haritalandırma ve keşfi süren “Pınargözü” mağarası bulunmakta.

Araştırdığım kaynaklarda, Beyşehir Gölü’nü besleyen kaynaklardan olan Pınargözü mağarasından çıkan suyun ısısı Ağustos ayında 5-8 C’. Dedegöl dağının 1550. metresindeki Pınargözü mağarasına,  bilinen 6,5 km uzunluğuyla, araştırılması ve girilmesi oldukça zor olduğu ve suyun içinde alabalıkların bulunduğu belirtilmekte… Bu bilgileri yerinde görmek için 1700 m. rakımdan 1500 m. rakıma Pınargözü su kaynağına yürüdük. Görüntü serin ve muhteşemdi..

Beyşehir ve Eğirdir Gölleri arasındaki bölgede yer alan Dedegöl Dağlarında zümrüt yeşili ormanlar, göçerlerin yaylaları, bereket dağıtan akarsular, mağaralar ve gökyüzüne yükselen dağlar ile iç içe geçmiş olduğunu tırmanış esnasında ve iniş esnasında adım adım yudumlamak, bir daha unutmamak için adeta hafızamıza kazımak istedik…

Tırmanış esnasında,  göz kırparak kendini belli eden  Beyşehir gölünü fotoğraf makinama kaydetme telaşımı, dengemi kaybedip düşmemek için harcadığım çabayı unutamıyorum…

Çünkü Dağcılıkta ilk derste, yüksek konsantrasyon ve ilginin dağıtılmaması öğretilir… Bunun için kolunuzdaki saat veya gps ile veya fotoğraf makinası ile uğraşmak en tehlikeli uğraşlardan sayılır…

Dedegöl Dağı tırmanışına başlamadan önceki gün; konuşlanma alanına çadırlarımızı kurarken yağmur ve fırtına karşısındaki telaşıma rağmen Gülay’ın dinginliği beni oldukça dengelemişti…

Aslında bu tür davranışlara alışık olmalıydım…


Birimiz telaşlıysa diğeri mutlaka dingin idi…

37 yıllık evlilik sürecimizde hayata dair,  ne yağmur, fırtınalar ve yıldırımlarla karşılaşmıştık! Her defasında birbirimize destek olmuş birbirimizin yağında kavrulmuş hepsinin de Allah’ın izniyle azimle üstesinden gelmiştik …

UluTanrıdan tek isteğimiz bu dayanışmamızın ve sargınlığımızın devamı ve kem gözlerden öte olmasıydı…

37 yıllık evlilik sürecimizi 12 Haziran 2014 günü kutlamayı düşünsek  de bu tırmanışı evlilik  yıldönümümüze  adamıştık…Ve bu 37 nci yıl dönümünü Dedegöl’le anmak istemiştik.

Yağmur altında Çadır kurulmuş ve yemek yeme, dinlenme,  etrafı keşif faaliyeti başlamıştı…Dostlarla yarenlik etme başlamıştı…
 
Sanırım en güzel ve etkileyici olanıda burasıydı…
 
Onbeş yıldır içinde bulunduğumuz bu camiada ki eski dostlarımızla dağlarda veya tırmanışta karşılaşmak …

Kamp ve konuşlanma alanında; Isparta valiliği tarafından yapılan destek öylesine çoktu ki…Etudosd dernek yetkilileri, Yenişar Kaymakamı, Jandarma, Sağlık ekibi hepsi dağda ve Dağcıların yanı başında idi..

Akşam yağmur öylesine yağdı ki; sabah dağa tırmanışın mümkün olmayacağını dahi düşündüm… Sabah saat 0300 de çadırdan dışarı çıktığım da bazı grupların hareketlendiğini ve sabah dağıtılacak mercimek çorbasını içmek için hazırlık yaptığını gördüm…
 
Gökyüzü çok da açık olmasa da yağmur dinmişti…Tek tük bulut görünüyordu.

Sabah tırmanışına, mercimek çorbası gaz yapar düşüncesi ile bir muz yiyerek  başlamak zorunda kaldık…

Gözümüz, alacakaranlığın yerini alacak güneşin doğuşunda  …Kulağımızda ise; Dedegöl Dağına tırmanışta deneyimli dağcıların söylediği; “ Şu ilk“Z” tırmanışını tamamladın mı? Zirveye çıkış yolun açılmıştır. Şayet bu bölgede bir zorlukla karşılaşırsan tırmanmak için ısrar etme sözü çınlamakta idi…

Şükürler olsun tempoyu kendimize göre ayarladık ve rakımlar bir bir kat edilirken , yakaladığımız güneşin doğuşunda ki ilk pozumuzu çektirdik…

Nefes ,kalp ve  kasların kontrolu tek tek sanki otomatik olarak kendiliğinden kontrol ediliyordu…

“Z” tırmanışı zorlanmadan tamamlanınca sormayın keyfimizi…Demek ki akşam anlatılanlar bizi bayağı etki altına almıştı…

Bu bölgeden sonra tırmanış esnasında güvenli yerlerde durarak manzarayı seyretmek bambaşka bir keyf veriyordu.

Yükseldikçe bir gördüğümüz manzara diğeriyle yer değiştiriyor ve bu kez biraz önce içinden geçtiğimiz bulutlar aşağılardan bizlere el sallıyorlardı…
 
Güneşin görmediği alanlarda karlar duruyordu. Bir ara aşağıya doğru gözüm takıldığında yaptığımız işin nedenli pamuk ipine bağlı bir iş olduğunu anımsadım…

Risk olmaz mı? Ancak risk alınmadan da bu keyf de yaşanmaz ki…

Derken yanımızdan  elinde su şişesi ile ekstrem bir dağcı zirveye doğru koşarkendaracık patikada koşusunu kolaylaştırmak için yol verdik..

Demek ki risk herkese göre dereceleniyordu!

Dağcılık ; çoğu kez tartışıldığı gibi bir spor mu dur? Yaşa bağlı mıdır?

Sanırım spor değil ? Yaşa da bağlı değil? Yüreğinin ve can dostunun gücüne bağlı! Kabullenebileceğin riskleri kapsayan

Zaman zaman da kabullenme sınırını zorlayan risklerle karşılaşabileceğin türden yürek hoplatmalarla dolu “Bir yaşam biçimi”…Bu yaşam biçimini ne kadar içselleştirirsen dağda kalma süren ve alacağın risk de o denli artar diyebilirim.
Ters lale

Söz gelimi Türkiye’mizin gurur abidesi 8000 m. liklerin fatihi Tunç Fındık’ın 8000 m. lik zirvelerin peşinde ölüm riski olamasına karşın koşmasında ki neden “yaşam biçimi” olmasından kaynaklanıyor olmasındandır.

 

Dağda karşılaşacağın zorluklara alışkanlık kazanmak ve katlanmak aslında kişinin “nefsini terbiye” etmesinden başka bir şey değildir.Mücadele, doğanın kendisiyle değil kendi doğanla mücadeledir.

Gündelik yaşamımızda; sergilenen erdemlilikten uzak yönetimler;  nasıl ki  kişide, psikolojik olarak zihinsel yorgunluk, huzursuzluk, sinirlilik, dikkati toplamada güçlük çekme, fiziksel olarak da genel kırgınlık ve güçten düşme halleri yaşatıyorsa…

Bu zorluklara sinirlenmeden, kırmadan dökmeden, katlanma ve bu zorluklar karşısında sabredip  dayanıklılık gösterme becerisini sanırım biraz önce bahsettiğim “nefsi terbiyeden” elde etmek ve deneyimlemekten geçmektedir…

Ulaşılacak sonuç; ruhen ve bedenen olgunlaşmayı bedeninde hissetmek ve kişilere onlar ne/neler yapıyor? Diye bakmadan mukayeseye girmeden çevrene olumlamalarını yansıtabilmektir
 
Ne mutlu ki bu deneyimleri kazanıp olgunlaşmayı ruhunda hissedenlere ve bu erdemlilik zirvesinde yol alanlara…

 


Bu sonuç ki kişiyi dağlarda yürümeye ve zirvelere bakmaya yöneltir…

 


Tırmanışın sona ermesi ve inişe başlama aslında dağlara tırmanışın en zorlu etabıdır…

 


Çıktığın yolculuk kendinin ve yanında seninle aynı havayı soluyan benzer acıları çeken ve buna katlanıp yolundan dönmeyen can dostunun yolculuğudur…

 

Bu yolculuk aslında yaşam yolculuğunun ta kendisidir…

Başkasına gösteriş için inmeye kalkar ya da iniş yoğunluğundan uzaklaşır, hafife alırsan başına, aklına gelmeyen olumsuzlukları çağırmış olursun…Aceleye kapılır inişi vaktinden önce bitirmeye kalkarsan da aynı olumsuzlukları çağırmış olursun…

Ruhen konsantrasyon ta ki konuşlandığın alana gelinceye kadar bırakmaman gerekir…Bu düşünceyle hareket ettiğinde doğada ki kuşundan, börtü böceğine kadar hepsinin sana yol gösterdiğini fark edersin…


Faaliyet sona erdiğinde artık sen yoksundur…

Dingin, dinamik doğanın tüm enerjisini depo etmiş, bu güç ve sabırı sana bağışlayan Yaradanına sadece şükür eden bir başkasısındır.


Sabahın alacakaranlık başlangıcında başlayıp gün sonuna yaklaşırken yaşadığımız zorlu ve gayret isteyen bu tırmanış ve iniş esnasında; Gülay’la birlikte bu güç ve sabırı bize sağlayan yaradanımıza ne kadar şükür etsek az olduğunun idrakine varmanın engin huzuru içinde idik …

Dedegöl dağı tırmanışı sağlimen tamamlanmıştı…
 
Ancak en zor yeri sanırım çadır ve eşyalarımızın  toplanması ve yol durumuna getirilmesi idi…
 
Gülay’la birlikte dinlenmeden hatta yemek dahi yemeden vucudumuzun sıcaklığıyla tüm eşyalarımızı toplamış ve Eğirdir’e gitme durumuna gelmiştik…

Eğirdir belediyesince sağlanan otobüsle Eğirdir’e hareket ettiğimizde Dedegöl’e seneye tekrar gelebilmenin dileğiyle, kamp yerinden ayrıldık…

Yorgunluk hem beni hem de Gülay’ı öylesine uykuya daldırmış ki…Eğirdir’e vardığımızda uyandık diyebilirim.
 
Yorgun ancak dingindik…Keyifliydik…

UluTanrıya Seneye Dedegöl Dağı tırmanışına güç ve kuvvet vermesi için dua halindeydik…


 

Can Dostum, Sevgili Gülay’ım; evliliğimizin 37 nci yılını gerimizde bırakırken; benim arzum için bana yoldaşlık yapıp benimle tırmandığın için teşekkürler…

 

Mehmet YÜCEBİLGİÇ

24/25 MAYIS 2014
İSTANBUL

 

5 Mart 2014

TUĞÇE'MİZİN YAZDIĞI EHL'İ AŞK KİTABININ BİZE YAŞATTIKLARI

TUĞÇE’MİZİN YAZDIĞI EHL’İ AŞK KİTABININ BİZE YAŞATTIKLARI


Tuğçe’nin ikinci deneme-şiir türü kitabı Sokak Kitapları tarafından yayınlandı... Kitap Evi diyorum... Çünkü ilk şiir kitabı ilk ve ortaokulda iken yazdığı şiirleri kitap haline getirtip arkadaşlarına ve yakınlarımıza büyük bir coşkuyla dağıtmıştık...

Ben ve Gülay; doğal olarak Ehl’i Aşk kitabının yayın biçiminden çok etkilendik... Bu kitap klasik bir anlamda kitap yayımı değildi...Mesaj veren bir mektubu andırıyordu...

Özellikle onca yıldır felsefe tasavvuf eser okuru bendeniz şiirlerini okurken acele davranmaktan kaçındım... Derinlerde ki anlamı yakalayabilmek için...

Her bir satırın anlamı mısraa tamamlanmadan doğada ilerliyorcasına karşıma daha bir başka anlam ve kavram çıkarttığını... Mısraları tekrar dönüp okuduğum da fark ediyordum.

Şiirin hayır hayır, denemenin, gönülden dökülenlerin; anlamının, başka başkalaştığını; sığ vadilerin cılız akan dereciklerinden, kanyonların derinliklerinde gürül gürül çağlayan bir akarsuya dönüşüp yüreğimin kabartısı, takırtısıyla ayırdına varabiliyordum...

Giriş sayfasını; ilk okuduğumuzda anne ve baba olarak bu düşünceyi düşündüren ve bu ilhamı verene, şükretmeyi kalben diledik...

Ülkemin varlıklarını kişisel çıkarları için; en kutsal varlık ve düşünceleri bile kullanarak ve istismar ederek, akıl almaz hilebazlıklara girişen baba ve evlatların bulunduğu ve Türkiye’min tarihine kara leke olarak yazılacakların kol gezdiği şu günlerde...

“Hiçlik yoluna”, adım atmanın hazzını; belki her bir kitap için toplanacak” beş’er liranın” cebine hiç harçlık girmeyen, ya da okutulacak kimliği ve ünvanı belirsiz bir yavruya yol gösterecek olmasıyla yaşamanın sevincini, bizlere de tattırdığı ve gözlerimizi yaşarttığı için Tuğçe’mize teşekkür ettik... Gurur duyduk...

Bu hissiyatımız sadece anne ve baba olarak sadece bize mi ait? Diye düşünmedik değil?
Ehl’i aşk kitabını, eş ve dostlarımıza sunduğumuz da ilk sayfayı okuyanların; gözlerinin yaşardığını ve bizlere dönerek lütfen çok etkilendim... 


Ağlamak istiyorum, Kendimi tutamadım, Böyle bir giriş ve duyguya hazır değildim, Sanki hazırlıksız yakalandım, Böyle duygular da yaşanabiliniyor? Demek ki böyle düşünen ve kalpleri pırıl pırıl çarpan gençlerimiz var! Ne mutlu! Böyle bir evladı yetiştirdiğiniz için... Sözlerini duyduğumuzda...

Ya da kitabın daha ilk sayfasında okumaya dalıp bizimle konuşmayı unutan dostlara... Ya da bir adet alıp sonrasında telefonla bana daha çok gönderin ben de dağıtarak bu gönül kervana katılmak istiyorum diyen dostlarla karşılaştığımızda bu duygunun sadece bizlere ait olmadığını gördük...

Kitabın basım ve eşe dosta dağıtımını yapmanın verdiği hazzın yanında:  Tuğçe’mizin,  ” Sokak Kitapları ” yayın evi tarafından CNR Kitap Fuarında ki imza günlerine davet edilmesi Tuğçe’de ayrı bir heyecan yaratmıştı... Gülay da heyecan içinde idi... Ben ise bu heyecanı doğrusu onlar gibi “o an” idrak edememiştim... Ta ki o anları yaşayana kadar...

2 Mart 2014 günü yapılacak olan imza günü için daha önce planladığımız etkinlikleri iptal ederek, CNR kitap Fuarına yola koyulduk. İstanbul’da yaşamamıza rağmen ilk kez gidiyorduk. “İmza gününün” ne anlama geldiği, kişinin içinde açılmayan kapıları nasıl açtığına heyecanla şahit olduk...

Tuğçe’min; bu önemli gününde bulunanlarla ve bulunamayanların telefonlarıyla ne denli sevinç içinde olduğunu görmenin keyfini Gülay’la birbirimize bakarak paylaşıyorduk...
Tuğçe; sanki kitap fuarında değil ucu bucağı görünmeyen bin bir çiçekle bezenmiş doğanın yemyeşil bağrında koşar gibiydi...

Tuğçe’nin içinde bulunduğu sınırlı şartlarla bu “hiçlik yolunda” attığı adımı kutsal bir adım olarak nitelendiriyor, ilerleyen süreçte bu girişimlerin daha da artacağına ve biz anne ve babasına gururlar yaşatacağına inanıyoruz...

Ehl’i aşk yolunda sen de bize ışık tuttuğunun farkında olmanı isteriz...
Yolun ve baht’ın açık olsun....

Sevgili Kızımız...
Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ
MART İSTANBUL