EVLİLİĞİMİZİN 37NCİ YILI GERİDE KALIRKEN… DEDEGÖL DAĞI
TIRMANIŞINDAKİ DURULUK…
Yıllardır, Dedegöl Dağına tırmanış arzumuz bu yıl
gerçekleşti. Eğirdir Turizm Tanıtma ve Doğa Sporları Derneğinin 18 nci “ETUDOSD
DAĞCILIK ŞENLİĞİ” ne katılmaktan ne denli memnun ve keyifli olduğumuzu
anlatamam.
Son yıllarda Eğirdir ve bölgede ki St. Paul yolu doğa
yürüyüş keyfini; Sevgili Zühre Acar’ın yönlendirmesi ile etkinliklere katılan
doğa dostlarıyla doğaylabaşbaşa olmaktan ayrı bir keyif aldık.
Bu arada bölgeyi adım adım tanımamızda öncülük eden
Sevgili Çiğdem ve Mustafa Kuş çiftini anmadan yazıma başlamak olamaz…
Tırmanışı
gerçekleştirdiğimiz , 2998 metre rakımlı
DEDEGÖL DAĞI ,Dedegül doruğu, haritalarda Anamas Dağları adı verilen dağ
grubunda yer alır. Söylenceye göre doruğa adını veren gülleri, erenlerden
sayılan bir “dede” dikmiş, zamanla doruk “dedegül”, dağın genel adı ise
“dedegöl” adını almış.
Kuzeyinde ise bilimsel anlamda “speleoloji” adı
verilen, mağaracılık bilimi literatüründe önemli bir yeri olan, haritalandırma
ve keşfi süren “Pınargözü” mağarası bulunmakta.
Araştırdığım kaynaklarda, Beyşehir Gölü’nü besleyen
kaynaklardan olan Pınargözü mağarasından çıkan suyun ısısı Ağustos ayında 5-8
C’. Dedegöl dağının 1550. metresindeki Pınargözü mağarasına, bilinen 6,5 km uzunluğuyla, araştırılması ve
girilmesi oldukça zor olduğu ve suyun içinde alabalıkların bulunduğu belirtilmekte…
Bu bilgileri yerinde görmek için 1700 m. rakımdan 1500 m. rakıma Pınargözü su
kaynağına yürüdük. Görüntü serin ve muhteşemdi..
Beyşehir ve Eğirdir
Gölleri arasındaki bölgede yer alan Dedegöl Dağlarında zümrüt yeşili ormanlar,
göçerlerin yaylaları, bereket dağıtan akarsular, mağaralar ve gökyüzüne yükselen
dağlar ile iç içe geçmiş olduğunu tırmanış esnasında ve iniş esnasında adım
adım yudumlamak, bir daha unutmamak için adeta hafızamıza kazımak istedik…
Tırmanış esnasında, göz kırparak kendini belli eden Beyşehir gölünü fotoğraf makinama kaydetme
telaşımı, dengemi kaybedip düşmemek için harcadığım çabayı unutamıyorum…
Çünkü Dağcılıkta ilk derste, yüksek konsantrasyon ve
ilginin dağıtılmaması öğretilir… Bunun için kolunuzdaki saat veya gps ile veya
fotoğraf makinası ile uğraşmak en tehlikeli uğraşlardan sayılır…
Dedegöl Dağı tırmanışına başlamadan önceki gün; konuşlanma
alanına çadırlarımızı kurarken yağmur ve fırtına karşısındaki telaşıma rağmen
Gülay’ın dinginliği beni oldukça dengelemişti…
Aslında bu tür davranışlara alışık olmalıydım…
Birimiz telaşlıysa diğeri mutlaka dingin idi…
37 yıllık evlilik sürecimizde hayata dair, ne yağmur, fırtınalar ve yıldırımlarla
karşılaşmıştık! Her defasında birbirimize destek olmuş birbirimizin yağında
kavrulmuş hepsinin de Allah’ın izniyle azimle üstesinden gelmiştik …
UluTanrıdan tek isteğimiz bu dayanışmamızın ve sargınlığımızın
devamı ve kem gözlerden öte olmasıydı…
37 yıllık evlilik sürecimizi 12 Haziran 2014 günü kutlamayı
düşünsek de bu tırmanışı evlilik yıldönümümüze
adamıştık…Ve bu 37 nci yıl dönümünü Dedegöl’le anmak istemiştik.
Yağmur altında Çadır kurulmuş ve yemek yeme,
dinlenme, etrafı keşif faaliyeti
başlamıştı…Dostlarla yarenlik etme başlamıştı…
Sanırım en güzel ve etkileyici
olanıda burasıydı…
Onbeş yıldır içinde bulunduğumuz bu camiada ki eski
dostlarımızla dağlarda veya tırmanışta karşılaşmak …
Kamp ve
konuşlanma alanında; Isparta valiliği tarafından yapılan destek öylesine
çoktu ki…Etudosd dernek yetkilileri, Yenişar Kaymakamı, Jandarma, Sağlık ekibi
hepsi dağda ve Dağcıların yanı başında idi..
Akşam yağmur
öylesine yağdı ki; sabah dağa tırmanışın mümkün olmayacağını dahi
düşündüm… Sabah saat 0300 de çadırdan dışarı çıktığım da bazı grupların
hareketlendiğini ve sabah dağıtılacak mercimek çorbasını içmek için hazırlık
yaptığını gördüm…
Gökyüzü çok da açık olmasa da yağmur dinmişti…Tek tük bulut
görünüyordu.
Sabah tırmanışına, mercimek çorbası gaz yapar
düşüncesi ile bir muz yiyerek başlamak
zorunda kaldık…
Gözümüz, alacakaranlığın
yerini alacak güneşin doğuşunda
…Kulağımızda ise; Dedegöl Dağına tırmanışta deneyimli dağcıların söylediği;
“ Şu ilk“Z” tırmanışını tamamladın mı? Zirveye çıkış yolun açılmıştır. Şayet bu
bölgede bir zorlukla karşılaşırsan tırmanmak için ısrar etme sözü çınlamakta
idi…
Şükürler olsun tempoyu kendimize göre ayarladık ve
rakımlar bir bir kat edilirken , yakaladığımız güneşin doğuşunda ki ilk
pozumuzu çektirdik…
Nefes ,kalp ve
kasların kontrolu tek tek sanki otomatik olarak kendiliğinden kontrol
ediliyordu…
“Z” tırmanışı zorlanmadan tamamlanınca sormayın
keyfimizi…Demek ki akşam anlatılanlar bizi bayağı etki altına almıştı…
Bu bölgeden sonra tırmanış esnasında güvenli yerlerde
durarak manzarayı seyretmek bambaşka bir keyf veriyordu.
Yükseldikçe bir gördüğümüz manzara diğeriyle yer
değiştiriyor ve bu kez biraz önce içinden geçtiğimiz bulutlar aşağılardan
bizlere el sallıyorlardı…
Güneşin görmediği alanlarda karlar duruyordu. Bir ara
aşağıya doğru gözüm takıldığında yaptığımız işin nedenli pamuk ipine bağlı bir
iş olduğunu anımsadım…
Risk olmaz
mı? Ancak risk alınmadan da bu keyf de yaşanmaz ki…
Derken yanımızdan
elinde su şişesi ile ekstrem bir dağcı
zirveye doğru koşarkendaracık patikada koşusunu kolaylaştırmak için yol
verdik..
Demek ki
risk herkese göre dereceleniyordu!
Dağcılık ; çoğu kez tartışıldığı gibi bir spor mu dur?
Yaşa bağlı mıdır?
Sanırım spor değil ? Yaşa da bağlı değil? Yüreğinin ve
can dostunun gücüne bağlı! Kabullenebileceğin riskleri kapsayan
Zaman zaman da kabullenme sınırını zorlayan risklerle
karşılaşabileceğin türden yürek hoplatmalarla dolu “Bir yaşam biçimi”…Bu yaşam
biçimini ne kadar içselleştirirsen dağda kalma süren ve alacağın risk de o
denli artar diyebilirim.
Ters lale
Söz gelimi Türkiye’mizin gurur abidesi 8000 m.
liklerin fatihi Tunç Fındık’ın 8000 m. lik zirvelerin peşinde ölüm riski
olamasına karşın koşmasında ki neden “yaşam biçimi” olmasından kaynaklanıyor
olmasındandır.
Dağda
karşılaşacağın zorluklara alışkanlık kazanmak ve katlanmak aslında kişinin “nefsini terbiye” etmesinden
başka bir şey değildir.Mücadele, doğanın kendisiyle değil kendi doğanla mücadeledir.
Gündelik yaşamımızda;
sergilenen erdemlilikten uzak yönetimler; nasıl ki
kişide, psikolojik olarak zihinsel yorgunluk, huzursuzluk, sinirlilik,
dikkati toplamada güçlük çekme, fiziksel olarak da genel kırgınlık ve güçten
düşme halleri yaşatıyorsa…
Bu
zorluklara sinirlenmeden, kırmadan dökmeden, katlanma ve bu zorluklar
karşısında sabredip dayanıklılık
gösterme becerisini sanırım biraz önce bahsettiğim “nefsi terbiyeden” elde etmek ve deneyimlemekten geçmektedir…
Ulaşılacak sonuç; ruhen ve bedenen olgunlaşmayı
bedeninde hissetmek ve kişilere onlar ne/neler yapıyor? Diye bakmadan
mukayeseye girmeden çevrene olumlamalarını yansıtabilmektir…
Ne mutlu ki bu
deneyimleri kazanıp olgunlaşmayı ruhunda hissedenlere ve bu erdemlilik
zirvesinde yol alanlara…
Bu sonuç ki
kişiyi dağlarda yürümeye ve zirvelere bakmaya yöneltir…
Tırmanışın
sona ermesi ve inişe başlama aslında dağlara tırmanışın en zorlu etabıdır…
Çıktığın yolculuk kendinin ve yanında seninle aynı
havayı soluyan benzer acıları çeken ve buna katlanıp yolundan dönmeyen can
dostunun yolculuğudur…
Bu yolculuk aslında yaşam yolculuğunun ta kendisidir…
Başkasına
gösteriş için inmeye kalkar ya da iniş yoğunluğundan uzaklaşır, hafife alırsan
başına, aklına gelmeyen olumsuzlukları çağırmış olursun…Aceleye kapılır inişi
vaktinden önce bitirmeye kalkarsan da aynı olumsuzlukları çağırmış olursun…
Ruhen konsantrasyon ta ki konuşlandığın alana
gelinceye kadar bırakmaman gerekir…Bu
düşünceyle hareket ettiğinde doğada ki kuşundan, börtü böceğine kadar hepsinin
sana yol gösterdiğini fark edersin…
Faaliyet
sona erdiğinde artık sen yoksundur…
Dingin,
dinamik doğanın tüm enerjisini depo etmiş, bu güç ve sabırı sana bağışlayan
Yaradanına sadece şükür eden bir başkasısındır.
Sabahın alacakaranlık başlangıcında başlayıp gün
sonuna yaklaşırken yaşadığımız zorlu ve gayret isteyen bu tırmanış ve iniş
esnasında; Gülay’la birlikte bu güç ve sabırı bize sağlayan yaradanımıza ne
kadar şükür etsek az olduğunun idrakine varmanın engin huzuru içinde idik …
Dedegöl dağı tırmanışı sağlimen tamamlanmıştı…
Ancak en zor yeri sanırım çadır ve eşyalarımızın toplanması ve yol durumuna getirilmesi idi…
Gülay’la birlikte dinlenmeden hatta yemek dahi yemeden
vucudumuzun sıcaklığıyla tüm eşyalarımızı toplamış ve Eğirdir’e gitme durumuna
gelmiştik…
Eğirdir belediyesince sağlanan otobüsle Eğirdir’e
hareket ettiğimizde Dedegöl’e seneye tekrar gelebilmenin dileğiyle, kamp
yerinden ayrıldık…
Yorgunluk hem beni hem de Gülay’ı öylesine uykuya
daldırmış ki…Eğirdir’e vardığımızda uyandık diyebilirim.
Yorgun ancak dingindik…Keyifliydik…
UluTanrıya Seneye Dedegöl Dağı tırmanışına güç ve
kuvvet vermesi için dua halindeydik…
Can Dostum, Sevgili Gülay’ım; evliliğimizin 37 nci
yılını gerimizde bırakırken; benim arzum için bana yoldaşlık yapıp benimle
tırmandığın için teşekkürler…
Mehmet YÜCEBİLGİÇ
24/25 MAYIS 2014
İSTANBUL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder