DAĞCILARIN
MABEDİNDE TREKKING…
“”Aladağlar; Adana,Niğde,Kayseri illeri
sınırları içinde yer almaktadır. 1995 yılında Milli Park olarak ilan
edilmiştir. Yüz ölçümü 54.524 hektardır.
Toros sıradağlarının en yüksek zirvelerine sahip olan Aladağlar jeolojik olarak en ilginç yerlerinden biridir. “”
“”Adana, Niğde ve Kayseri illerinin sınırları içerisinde yer alan Aladağlar, Orta Torosların en yüksek kütlesidir.
Ana yapısını kalkerin oluşturduğu Aladağların oluşum serüveni 205 milyon yıl öncesine, Jura Jeolojik dönemine kadar geri gider.
Kütle 18 milyon yıl önce başlayıp 10 milyon yıl önce sona eren “WÜRM” buzulları tarafından aşındırılarak oluşumuna devam eder.
Yedigöller bölgesinin topografyası ve doğudan ve batıdan içerilere kadar giren “U” şeklindeki derin vadiler, bu dördüncü zaman buzullarının ayak izleridir.
Batı yamaçları doğu yamaçlarına göre daha dik olan Aladağlar kütlesi 3700 metre üzerinde dört zirvesi 3500 metrenin üzerinde 50'den fazla zirvesi ile dağcılar için kutsal bir alandır adeta…
En yüksek zirvesi 3767 metre yüksekliği ile Kızılkaya’dır. Diğer zirveler sırası ile Demirkazık (3756 m), Emler (3723m), Kaldı(3734 m), Alaca (3588 m), Direktaş (3510 m), Güzeller (3461 m), Küçük Demirkazık (3425m) ve diğerleri...”
Benim Aladağlar’la ve doğa ile
tanışmamı sağlayan ve yaşam idolüm rahmetli annemdir.
Niğde; daha önceki yazılarımda detaylı
anlattığım gibi Adana’lıların yazın sarı
sıcaklardan kaçarak adeta sığındıkları bir şehirdi…
Daha okul öncesi yaşlarda
annemin; Niğde ve Toros ve Bolkar Dağları çevresindeki; özellikle doğal alanları gezdirmesi ve bu
bölgelerde yaylalara gitmemiz hiç aklımdan çıkmadı...
Bu yerlerden biri de Çamardı
köyü idi, köyün tam karşısında ta uzaklarda, küçücük yüreğimi adeta hoplatan
çıplak, yalın ve yalçın kayalıklarla bezenmiş dağlar vardı …İşte o dağlar
ALADAĞLAR’dı!
Benim için daha çocukluk yıllarında ki
aklımla; “heybetli ve keskin yalçın
kayalıkların hakim olduğu yazın dahi kuytuluklarında karı bağrında saklayan
üzerinde güney toroslar gibi ağaç dokusu pek olmayan bu gizemli Aladağlar ; ruhumda:Duruluğun,
yalınlığın, doğruluğun, yiğitliğin, zorluğun, mücadelenin, ayrıntılara dikkat
etmenin, mağrur ancak bir o kadar da kalenderliğin ve mütevazılığın timsali
olmuştur.
Yıllar önce Aladağlar sevdalısı;
Sevgili Faik Kayhan ile Aladağlar hakkında konuşmuş ve bir de bu dağlara
kendisi ile gitmeyi çok arzu etmiştim…
Bu arzuma yıllar sonra da olsa Haziran
ayında Faik Kayhan ve Eşi Esin Kayhan’la kurdukları DAĞ TREK Dağ ve Doğa
Etkinlik Grubu ile kavuştum diyebilirim…
Aladağlar; genel olarak Dağcılık
konusunda ihtisas yapmış ve teknik eğitim gerektiren tırmanışların yapıldığı
bir alan. Bu dağlarda ki etkinliklerde
kişilerin can güvenliği yönünden mutlaka ekibin başında deneyimli bir rehberin
bulunması şarttır.
İstanbul’dan özel bir otobüsle hareket
ettik, Yolda sabah kahvaltısını yaptığımız mola yeri de beni çocukluk ve delikanlılık çağıma götüren
“AĞAÇLI TESİSLERİ” idi.
Adana’dan Ankara istikametine ya da tersi istikamette
yaptığımız yolculuklarda en temiz ve düzenli tesis idi.. Şu anda da özellikle
tuvaletleri örnek gösterilecek bir tesis durumunda.
13 saat süren bir yolculuk sonrası
Demirkazık Köyünde idik…Yol yorgunluğunu atalım, biraz dinlenelim diye bir
düşünce olmaksızın…Faaliyet devam ettik…
Demirkazık köyünde; Esin Kayhan ve
Uğur Sarısoy liderliğindeki
Emler,Karasay ve Eznevit zirvelerine tırmanış
yapacak grup bizden ayrıldı… 15 kişilik grubu traktöre bindirerek uğurladık…
Aladağlar’ın vadilerine girerek keşif
yapacak trekking grubu ise 21 kişi idi…Başımızda rehber Faik Kayhan olmak üzere
doğruca Çukurbağ köyünde kalacağımız dağ evine hareket ettik…
Ecemiş çayının
üstünde ki köprüyü geçince yemyeşil bağ ve bahçelerin bezendiği Çukurbağ köyüne
vardık köy girişinde Faik KAYHAN daha önce Traktörcü Mehmet’in eşine
hazırlattığı köy böreklerini almak için eve yöneldik…
-Köy inanın tam köy kokuyordu?
-Nasıl mı?
-Tezek kokusu yollarda ki tezeklerden
mi geliyordu?
-Hayır, hayır; Çukurbağ köyünün
özelliği , AHIR evin içinde genellikle alt katta…Böyle
durumda 300 evin olduğunu öğrendim…
-Eve vardığımızda; börekler
hazırlanmış mis gibiydi…Dikkatimi çeken Evin tertemiz oluşu idi…Evin kadını,
fotoğrafda da göreceğiniz gibi çok mütevazi idi…
Çukurbağ köyü; 1985 yılındaki nüfusu
1059, 2012 sayımlarına göre 699 kişilik nüfusa düşmüş, dağcıların çok sevdiği
ana rahmi gibi koruyucu bir köy özellikle de dağda mahzur kalmış dağcıların
korunduğu dinlendiği, bekleştiği vefalı insanların bulunduğu bir dağ köyü…
Çukurbağ köyü denince akla ilk gelen TIRMANIŞ
ORG. den Ömer Burhan Tüzel’in belirttiği gibi; DEV YÜREKLİ DEV ADAM Mehmet Ağa
(TAŞYALAK) Allah rahmet eylesin…
Kalacağımız dağ evi daha içine girmeden tüm
heybeti ile muhteşem görünüyordu.
Otobüsten
eşyalarımızı alıp tahsis edilen odalara koyduktan sonra sırt çantalarımızı
sırtlayarak; ilk gün kü Parkur, Emli boğazı öncesi Kazıklı Ali kanyonu idi.
Traktörle yolculuk öylesine keyifli
idi ki yürüyüş öncesi kendimizi masaj koltuğunda sandık… Sanırım traktördeki bu
yolculuk 13 saatlik yolculuğun tüm uyuşukluk ve rehavetini gidermişti…
Çukurbağ’lı Dağcı rehberi, Traktörcü, Askerliğini Komando
olarak Hakkari’de yapan, İstanbul yaşamından sıkılıp tekrar köyüne dönen ancak
şimdiden tüm dağcıların her derdine merhem
“Mehmet Abisi”
olan çalışkan ve fedekar karakterli Mehmet Şenol ;
traktörüyle ilerleyebileceği alana kadar götürdü ve Kazıklı Ali Kanyonuna yürüyüş başladı…
Kazıklı Ali Kanyonu Dağcıların “Temel Dağ
ve Kaya Tırmanış” eğitimlerini aldıkları mükemmel bir Kanyon; hatta açılan
rotalar üzerinde ki boltları (sabit emniyet noktaları) görmek de mümkün oldu…
Insanın bu hazır rotalarda tırmanış
yapası geliyor… Böyle bir merakımız yok değil…Ama Gülay’ın en sevdiği ise (free
solo) yakın tırmanışlar…
Buradan sonra Emli vadisine yürüyüşe başladık… Allahım böyle bir güzellik olur
mu? Nasıl anlatayım hangi kelimelerle mutlaka yaşanması gerekir…
Emli vadisine yürüyüş başlangıcında
bir çeşmenin başında yemek molası verildi, molada köyde yaptırılan “köy
börekleri” afiyetle yenildi…
Ve Emli vadisine yürüyüş başladı,kızıl çam ağaçları
vadi girişinde adeta bizi hoşgeldiniz dercesine karşıladı ancak asalak ökse
otları ile bezenmiş olanlar ise hayatta kalma mücadelesi veriyor idi…
Kızıl Çamların genellikle hasta
oluşları ve bunun karşısında bir şey yapılıyor olmaması Sarımehmet’in düzünde
ki ölümle pençeleşen koyunu anımsattı…
Ölmek üzere kayanın dibine bırakılan
koyunu görünce;yağmurdan çadırı içine giren çobana bağırdık..
-Burada bir koyun sanırız hastalanmış?
-Evet, o koyunu biz bıraktık,dün
veterinerden aldığımız ilaçları verdik, fayda etmedi,
-o koyun orada ölecek haberimiz var!
-Biz hayretler içinde baktık? Sanki
insanlarımıza farklı davranılıyormuşcasına?
Emli vadisine sağlı ve sollu
Aladağların zirveleri öylesine hakim ki bu zirvelere tırmandığınız vakit Emli
vadisi mutlaka sizlere el sallayacaktır.
Emli vadisinde kısa süreli de olsa
yağmura yakalandık…Ama çobanın çadırına girmektense dışarıda üzerimizde ki
yağmurlukla kalmayı yeğledik…
-Dönüşümüz de aklımızda ki tek soru
neden bu yol bitmedi???
-Biz ne kadar çok yol yürümüşüz?
Ertesi sabah Cımbar Boğazı yürüyüşü
tırmanış desem daha doğru olur…Sabah erken saatlerde başladı…
Kanyon tırmanış eğitimi için mükemmel
bir alan yürüyüşümüzle birlikte yavaş yavaş yükselme de başlamıştı…
Sabahın erken saatleri olmasına karşın
boğaz girişi oldukça rutubetli ve hava basık
iken ilerledikçe boğazın serin iklimlendirme etkisini hissedebiliyorduk.
iken ilerledikçe boğazın serin iklimlendirme etkisini hissedebiliyorduk.
İki dik duvar arasında ilerleyişimiz devam ederken zaman zaman daracık bir
aralıktan gökyüzünün maviliği görünüyordu…
Bastığımız ufalanmış iri taş ve kaya parçaları üzerinde sekerek ilerlerken yan duvarlara da kaya kopmalarına karşı fazla yanaşmamaya dikkat ediyorduk.
Bastığımız ufalanmış iri taş ve kaya parçaları üzerinde sekerek ilerlerken yan duvarlara da kaya kopmalarına karşı fazla yanaşmamaya dikkat ediyorduk.
Her zorlu
alandan çıkışta biraz soluklanıyor daha sonra büyük bir moralle ilerleyişimize
devam ediyorduk…
Boğazın çıkağına yanaşırken küçük ama
hayat dolu bir su kaynağında bir küçük mola daha verdik…Sanki yer altından
çıkarcasına boğazdan dışarı çıktığımızda sıcak bir hava bizi bekliyordu…
Bunalmadık dersem yalan olur…
Ta ki arpalık yaylasında ki buz gibi
pınarbaşında elimizi yüzümüzü yıkayıncaya kadar…Teke pınarı mevkiinde foğraflar
çekildikten sonra Büyük ve Küçük
Demirkazık
Zirvelerinin eteklerinden yürüyerek Sokullupınara doğru yol aldık,
Narpuz vadisi girişine Gülay ve Faik Kayhan’la birlikte çıktık , buradan çevre
çıkış güzergahlarını inceledik…
Bundan sonra ki hedefimiz Allah izin
verdiği takdirde “ALADAĞLAR TRANS” idi…
Sokullupınar Kamp alanında Traktörcü
Mehmet Şenol’un hazırlattığı çayın tadını anlatamam…
İkinci günde planlandığı gibi
olumsuzluk olmadan proğramımız tamamlanmıştı…Buradan Demirkazık Köyüne
Traktörle gittik, Traktörle yolculuk başka bir dünyada yolculuk yapmak gibi …
Yıllardır hasretini çektiğim…Bu görkemli hemen hemen içinde
altmış ayrı dağ bulunduran ALADAĞLAR’dan ayrılırken; usumdan, bilinen tarihi
itibariyle; M.Ö 1800 den başlayarak 1000 yıl süreyle Hititlerin bilahare M.Ö
710
Tarihinde Asur
İmparatorluğu hakimiyetine giren bu stratejik toprakların önemini:Tevrat kutsal
kitabından öğrendiğimde oldukça şaşırmıştım.
“”Toros dağlarında(Bolkar+Aladağlar) “Taballılar” denilen bir
kavmin yaşadığı ve demir ve gümüş madenini işledikleri belirtilmektedir.””
Asurlular ise; M.Ö 710 yıllarında bu bölgeyi
elegeçirmelerinde ki esas amaçları; buradaki demir ve gümüş madenlerini ele
geçirip bugün kü Ortadoğuya hakim olmaları yatmaktaydı…(strateji hiç
değişmiyor!)
Tarihi incelemelerimde, diğer dikkatimi çeken husus ise; bölge
M.Ö. 17 nci y.y.Romalılara geçinceye kadar sırasıyla Frigler; Medler;Persler;İskenderin Kapadokya
Krallığı ve Bergama krallığı yaşamış…
Ancak burada ki özellikle” Taballılar” kavimin yaşayışlarına
hemen hemen hiçbir Eğemen devletin karışmamış olmasıdır.Aynı Osmanlı
İmparatorluğunun uyguladığı
Strateji gibi….
Aladağlar; tarih boyunca Türkler dışında tüm milletlerin ilgisini çekip akla gelen
tüm alanlarda inceleme ve araştırma yapılmıştır.
Özelikle 1800 yıllara kadar İngiliz hakimiyeti alanında ki bu
topraklarda ki inceleme ve araştırma yapma ,imtiyazı bu yıllardan sonra
Alman’lara geçmiştir..
Bu alanlarda ki yok oluşumuz? Sanırım?
Osmanlı İmparatorluğu esnasında Türk’lere; kültür,sanat,inceleme
ve araştırma alanları dışında verilen esas görevin “askerlik ve fetih “olmasıdır.
ALADAĞLAR’DA TREKKING OLMAZ DENSE DE YAPAN
YABANCILAR BİZLERİ GÖRÜNCE ŞAŞKINLIKLARINI GİZLEYEMEDİLER?
ALADAĞLAR’DA TÜRKLER TREKKING YAPAR MI?
BU OLANAKLARI SAĞLAYAN DAĞ TREK GRUBU KURUCUSU
FAİK KAYHAN’A
TEŞEKKÜRLERİMİZİ SUNARIZ.
Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ
İSTANBUL
HAZİRAN-2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder