İTALYA… İTALYA… BİR KEZ SEYAHATLA OLUR MU?
RÖNESANS’IN DOĞDU ÜLKE…
14-24MAYIS2011
İtalya gezisine ilişkin yazıma başlarken ne yazayım diye düşünmeye başladım… Amacım… Yazımı okuyanları tarih tüneli içerisine sokmak değildi… Klasik bir gezi yazısı yerine, psiko-sosyal yönden nelerden etkilenmiştik… Rönesans’ın doğduğu ve adeta o yıllarda müzeye çevrilen İtalya, eserlerini koruyabilmiş ve yaşatabiliyor muydu? Biz Türkler ne yapmıştık…
İtalyan’lar la ilgi temel düşüncemiz sanırım… Rahat, sorumluluktan ve zor işten kaçan, disiplin veya kurallara uyma yönünde oldukça zorlanan… Ve batının köylü toplumu ve kolay kazanma peşinde olan ancak… Güzel giyinen sanat ve kültür faaliyetlerine özellikle de felsefeye düşkün bir toplum olarak bilinirdi…
On günlük gezimiz boyunca… Nelerle karşılaştık… Sevgili Gülay’la başımıza neler geldi… Bunlardan bahsetmeyi daha yazılabilir buldum… Şöyle ki günlük uyku saatimiz beş en fazla altı saatti… Yaptığımız yürüyüş günlük kaç kilometre idi düşünün…
Kardeşim… Siz neyin peşindeydiniz… Dediğinizi duyar gibiyim… Evet, neyin peşinde olduğumuzu yazımın sonuna geldiğinizde daha iyi anlayacaksınız sanırım… Ama bu bizim bu seyahatten beklentilerimiz idi…
Keza Ünlü felsefeci ve yazar Alain de Botton; Ünlü Fransız yazar ve denemecisi Proust dan da alıntılar yaparak; yurtdışına seyahat edenleri iki gruba ayırıyor…
Turistler ve Gezginler: Peki farklılıkları nedir? Derseniz?
Turistler: Sürprizden nefret eden bir kafa yapısına sahip oluşları ile gezginlerden ayrılıyorlar… Gördükleri her şey beklentilerine cevap vermesi koşuldur… Şüpheden, belirsizlikten, düşüncesizce oluşan olaylardan hoşlanmazlar… Yiyecekleri yemeğin menüsünü dahi hazır isterler. Kısacası kesin ve anlaşılabilir olan şeylerden yanadırlar. Bir özellikleri de peşin hükümde bulunmayı tercih etmeleri.
Gezginler ise; peşin hükümde bulunmadan gezmeyi alışkanlık haline getirenlerdir. Düşünceleri var olan koşullarla çelişirse daha az hayal kırıklığına uğrarlar… Farkları… Bilinmeyenler karşısında gösterdikleri yaklaşımdır… En önemli özellikleri ise alışkanlıklarına darbe vurmalarıdır.
Siz hangi gruba giriyorsunuz diye sanırım sormazsınız?
Hemen cevap vereyim…
Her türlü koşula ayak uydurabilen ancak adrenalini ve sürprizi bol olan alışkanlıkları dışında hareket etmekten keyif alan, ruhunda keşif olan ve kendi çitlerimizi aşma duygusunu taşıyan gezginler grubuna dâhiliz…
Bu bilgilerden sonra… Planlama ve beklentiler hakkında da biraz bilgilendireyim…
Ayakizleri’nin naif başkanı Hüseyin Bey, İtalya gezi planını iki yıl önce oluştururken… Kendisinden “Como bölgesini” de ilave etmesini istemiştim… Bir önceki yazıma bakarsanız… Rota grubuyla yaşadığımız Venedik Karnavalı etkinliğinin de özellikle Venedik bölümü üzerinde ki etkisi büyük idi... Çünkü Sevgili Zühre ve Rota Grubu, Venedik Karnavalını önümüzde ki yıllarda Venedik’te kutlamak istiyordu… Bu gezi bir yerde onun ön hazırlıkları da sayılırdı…
Diğer bir düşüncem de önümüzde ki yıllarda İtalya Alplerinde en az beş günlük bir hiking, kamplı, dağ yürüyüşü faaliyeti yapmak idi…
Okuduğunuz gibi İtalya gezisinden çok şeyler umut ederek başlamıştık… Bu arada altı ay önce başlayan İtalya ile ilgili incelemelerim…
Boş kaldığımız zaman İtalya sokaklarında Gülay ve bize katılan arkadaşlarla birlikte rahat gezmemizi veya diğer şehirlere gitmemizi sağlamıştı…
Sabaha karşı İtalya’ya hareket için; Atatürk Havaalanına gidişimiz bilahare Roma’ya uçuşumuz rüya gibi geçti… Heyecan sanırım valizlerin tek tek tartılması sırasında oldu… Çift dahi olsanız bir kişi tek valizle 23 kğ la sınırlı… Üzeri cezalı ödemeye tabi imiş… Sorunsuz… Pasaport kontrolü ve valizlerin alınmasıyla Roma’ya hareket ettik…
Nihat Bey ETS’ nin rehberi… Ama ne rehber… Büyük bir çoğunluk asker emeklisi sandı… Ben de dâhil olmak üzere; oldukça kurallara bağlı ve uygulatan ve deneyimli, 30 yıllık rehber kısacası rehberlerin hocası olduğunu anlatımlarından öğrendik… Birinci gün gezisi; Vatikan’dan başlamakla birlikte gece dâhil tüm Roma’yı dolaştık diyebilirim… Vatikan: 600 yılı aşkın süredir papanın ikametgâhı, Mussolini’nin 1029 yılında imzaladığı Laterano anlaşmasıyla İtalya’dan bağımsız özerk bir bölge…
San Pietro Bazilikasına; Sant’Angelo Köprüsünden geçerek geldik… Hemen karşımızdaki Castel Sant’Angelo’nun fotoğrafını otobüsümüzün içinden çekebildim…Bu kalenin öyküsü oldukça hazin biz Türkleri ilgilendiren yönü, Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Cem Sultan'ın da sürgün geçirdiği yılların bir kısmına ev sahipliği yapmış olmasıdır.
San Pietro bazilikasını gezmek için o sıcak altında sıranın bize gelmesini bekledik… Öylesine kalabalık ki… Gelenlerin çoğunun kutsal amaçlar (hac) için geldiği belli oluyordu…
Nitekim öyle gelen gruplara diğer kapılardan giriş önceliği verildiğini ve meydana park etmek yasak olduğu halde araçlarına da park izni verildiğini rehberimizden duyuyoruz…
Heykeltıraş Bernini’nin eserlerini seyretmek apayrı bir duygu… Açık hava müzesi gibi ya… Bazilikanın içerisi… Roma Katolik kilisesinin en büyüğü en ihtişamlısı olduğu söylendi… Bazilikanın en değerli eseri olarak tanıtılan Michelangelo’nun Pitea’sı (Meryem, kucağında ölü İsa ile) dramatik bir his veriyor insana…
12 Havariden biri olan Aziz Petrus’un bronz heykeline yanaşamıyoruz… Hacıların ayini varmış. Ancak dikkatimi Kubbenin altında Bernini’nin baldakeni(sayvan) çekiyor… Daha ilerde ise Catedra di San Pietro çekti…
Kilise içerisinde öylesine eser var ki nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz… Çok gösterişli adeta insanı muhteşemliği ile diz çöktürüyor…
Hıristiyanlığın özellikle de Katolik inancında ki esas amacın da bu düşünce olduğu esas düşünce tarzı…
Vatikan’dan ayrılıyoruz…Bugün proğram oldukça yoğun…Roma şehir turu, sonra şehrin belli başlı yerlerini gezeceğiz…
Bölüm 2 de ROMA şehrini adım adım geziyoruz…Devam edecek.
Mehmet &Gülay YÜCEBİLGİÇ
01HAZİRAN2011
italo calvino etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
italo calvino etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
9 Haziran 2011
26 Mayıs 2008
"BİR KIŞ GECESİ EĞER BİR YOLCU" ADLI ROMAN İLE "SEN NE DİLERSEN" İSİMLİ FİLM
YAPACAKLARINLA KENDİNİ ŞAŞIRT
Birkaç haftadır, doğadan uzaktayım, Gülay’ın da Ankara da bulunduğu bu süreçte neler mi yaptım?
Aklımda iz bırakan iki şey…
Birincisi; Kızımla baş başa seyrettiğim “SEN NE DİLERSEN” filmi,
İkincisi; Okuduğum “BİR KIŞ GECESİ EĞER BİR YOLCU” isimli roman…
Doğrusu bu ikisiyle de edindiğim ve beni ortak düşüncede buluşturan “ŞAŞIRTICI ALIŞKANLIKLAR” edinimimi paylaşmak istedim…
Birincisi; Yönetmenliğini Cem Başesgioğlu’nun yaptığı, Tuğçe için daha da önemlisi, küçüklüğünden beri idolü olan,
Zeynep ablasının (ZEYNEP ERONAT) 2006 yılında Adana Altın Koza ve Ankara Uluslararası Film Festivallerinde ödül aldığı film: Filmi sinema ortamında seyredebilmek için, salonda gerek ışık gerekse ses düzeni ayarlamasında oldukça özen gösterdi… Filmi seyredeli otuz dakikayı geçmişti ki… Sıkıntıdan patladım, hala filmin konusunu kavrayamamıştım… Belli etmemeye çalışıyordum…
Keza kendisini yandan izlediğimde pek keyifli ve filmin içine düşercesine izliyordu… Biraz da onun anlayıp keyif aldığı bu filmi, ben neden anlayamamış ve konuya takılıp kalmıştım…
Film ile Kızımın filmi iştahla izlemesi arasında sıkışmış kalmışken… Daha da duramadım…
Kızım! Ben konuya giremedim, kim hangi rolü oynuyor, parça parça sahneler, kim, hangi sahnede, ne bileyim? Daha çok soru soracaktım ki?
Sözcükler ağzımda kaldı…
Baba! Konuya “takılma” henüz film bitmedi ki, oyuncuların rolüne, makyajlarına, mekâna, görüntüleri çekime alırken kadrajlamaya ve çevreye bak…
Tamam dedim… Dedim de gözüm ekrandaki “SEN NE DİLERSEN” filmindeyken…
İkinci us ekranımda ise; çocukluğumdan beri seyrettiğimiz… Filmler sırasıyla akıp gidiyordu… Sinemada filmi seyretmeye başladığımın ikinci dakikasında sadece ben değil sinemadaki tüm seyirciler… Konuyu çözümlerdi… Ya oğlan ya da kız fakir veya zengin veya tekerlekli sandalyede olurdu, babaları evlenmelerine ya yardımcı olur genellikle de karşı çıkardı… Oğlan kızı kaçırırken kızın babası görecek diye Allahım! Bütün sinemadaki seyircilerle birlikte nasıl bağırır, çığlıklar atardık anlatamam…
Şimdi ise; öyle değil film bulmaca gibi; eskiden olduğu gibi “hazır lob” yok, filme kendini vereceksin, aklında sorunların varsa unutacaksın, hatta tuvalete dahi gidip ara vermeye kalkmayacaksın… Ne demek çekirdek çitleme, kuru yemiş yeme dikkati dağıtırsın…
Sonra da filmi anlamak için başlangıçta gösterilen yönetmenin adında takılıp kalırsın…
Alışkanlıklarımın tersine arınmış bir şekilde seyre daldığımda… Film ortaya çıkıverdi…
Film de, Kızımın dediği gibi, Makyaj da, roller de yerli yerine oturmuştu usumda…
İkincisi ise; İtalio CALVİNO’nun “BİR KIŞ GECESİ EĞER BİR YOLCU” isimli romanı okurken edindiklerim…
Yazar, Küba’da İtalyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldikten iki yıl sonra İtalya’ya taşınırlar, 1985 yılında hayatını kaybedinceye kadar sayısız ödül alan, bana göre feylesof düşünceli biri.
Romanı da filmde yaptığım gibi dikkatle takip etmez, alışıldık bir roman gibi okumaya kalkarsanız… Roman okuma keyfinizi yitirebilirsiniz…
Öncelikle Kitabı okumaya başlamadan tavsiye edebileceğim… Yazarın da belirttiği… “RAHATLA… TOPARLAN… ZİHNİNDEKİ DÜŞÜNCELERİ KOV GİTSİN. SENİ ÇEVRELEYEN DÜNYA BIRAK BELİRSİZLİK İÇİNDE YOK OLUVERSİN” komutları, koşulsuz yerine getirdikten sonra okumaya başlamaktır…
Eskiden olduğu gibi alışkanlıklarınızın esiri olmuşsanız… Okuduğunuz şeylerin ayan beyan ortada olmasına alışmış bir okur iseniz…
Okumaya çalıştığınız romanı yarıda bırakmak zorunda kalırsınız…
Ben de yarıda bırakmaya ramak kalmak üzere iken; yazarın verdiği telkinlere- aynı kızımın filmi seyrederken verdiği taktikler gibi- uyarak okumaya başladığımda kitabın nedenli ustaca yazıldığını anladım…
Nasıl mı? Yazar sana roman kahramanı rolünü benimsetiyor… Kahraman, erkek okur sonra kadın okur… Romanı yazar değil sen yazıyorsun hayır…hayır hem de Sen oynuyorsun…
Tek düze bir anlatım yerine birbirine benzemeyen konularda ve yazarların yazdığı on adet roman girişi diyebilirim…
Romana başladığım da deneme tadında demiştim, sonra öykü yok yok roman, inceleme ne bileyim? Tüm edebi yazı türleri usumdan aktı gitti tanımlayamadığım… Ayrı tat ayrı bir lezzette, daha önceleri yemediğim yemek, görmediğim doğa tadında bir eser idi…
Öylesine şaşırmıştım ki… Tekrar tekrar yazarın kendi romanı ile ilgili eleştirilere verdiği cevabı okudum…
Bildiğimiz veya öğretilen yıllarca gerçek haline getirdiğimiz “ALIŞKANLIKLARA” hiç mi hiç benzememe karşısında… Yine şaşırdım…
Böylesine düşüncelere nasıl ulaşabiliyorlardı… Onun alışkanlıkları yok mu idi?
O kendisini şaşırtmaktan keyif almış… Ama beni de şaşırtmıştı bir bilinmeyen türle…
Aklıma bir yazarın şu cümleleri geldi…
KENDİNİ YAPACAKLARINLA ŞAŞIRTACAKSIN…
SONRA DA BU HAYATIN NE KADAR İÇİNDESİN,
ONU DÜŞÜNECEKSİN…
Tüm bu okuduklarım; inanın, kendini doğada yönünü kaybetmiş bir doğa gezgininin veya dağcının yönünü bulmada ki gayretini anımsattı…
ŞAŞIRMA, HEYECAN, MÜCADELE VE YENİ DENEYİMLER EDİNME...
MEHMET YÜCEBİLGİÇ
26MAYIS2008
Birkaç haftadır, doğadan uzaktayım, Gülay’ın da Ankara da bulunduğu bu süreçte neler mi yaptım?
Aklımda iz bırakan iki şey…
Birincisi; Kızımla baş başa seyrettiğim “SEN NE DİLERSEN” filmi,
İkincisi; Okuduğum “BİR KIŞ GECESİ EĞER BİR YOLCU” isimli roman…
Doğrusu bu ikisiyle de edindiğim ve beni ortak düşüncede buluşturan “ŞAŞIRTICI ALIŞKANLIKLAR” edinimimi paylaşmak istedim…
Birincisi; Yönetmenliğini Cem Başesgioğlu’nun yaptığı, Tuğçe için daha da önemlisi, küçüklüğünden beri idolü olan,
Zeynep ablasının (ZEYNEP ERONAT) 2006 yılında Adana Altın Koza ve Ankara Uluslararası Film Festivallerinde ödül aldığı film: Filmi sinema ortamında seyredebilmek için, salonda gerek ışık gerekse ses düzeni ayarlamasında oldukça özen gösterdi… Filmi seyredeli otuz dakikayı geçmişti ki… Sıkıntıdan patladım, hala filmin konusunu kavrayamamıştım… Belli etmemeye çalışıyordum…
Keza kendisini yandan izlediğimde pek keyifli ve filmin içine düşercesine izliyordu… Biraz da onun anlayıp keyif aldığı bu filmi, ben neden anlayamamış ve konuya takılıp kalmıştım…
Film ile Kızımın filmi iştahla izlemesi arasında sıkışmış kalmışken… Daha da duramadım…
Kızım! Ben konuya giremedim, kim hangi rolü oynuyor, parça parça sahneler, kim, hangi sahnede, ne bileyim? Daha çok soru soracaktım ki?
Sözcükler ağzımda kaldı…
Baba! Konuya “takılma” henüz film bitmedi ki, oyuncuların rolüne, makyajlarına, mekâna, görüntüleri çekime alırken kadrajlamaya ve çevreye bak…
Tamam dedim… Dedim de gözüm ekrandaki “SEN NE DİLERSEN” filmindeyken…
İkinci us ekranımda ise; çocukluğumdan beri seyrettiğimiz… Filmler sırasıyla akıp gidiyordu… Sinemada filmi seyretmeye başladığımın ikinci dakikasında sadece ben değil sinemadaki tüm seyirciler… Konuyu çözümlerdi… Ya oğlan ya da kız fakir veya zengin veya tekerlekli sandalyede olurdu, babaları evlenmelerine ya yardımcı olur genellikle de karşı çıkardı… Oğlan kızı kaçırırken kızın babası görecek diye Allahım! Bütün sinemadaki seyircilerle birlikte nasıl bağırır, çığlıklar atardık anlatamam…
Şimdi ise; öyle değil film bulmaca gibi; eskiden olduğu gibi “hazır lob” yok, filme kendini vereceksin, aklında sorunların varsa unutacaksın, hatta tuvalete dahi gidip ara vermeye kalkmayacaksın… Ne demek çekirdek çitleme, kuru yemiş yeme dikkati dağıtırsın…
Sonra da filmi anlamak için başlangıçta gösterilen yönetmenin adında takılıp kalırsın…
Alışkanlıklarımın tersine arınmış bir şekilde seyre daldığımda… Film ortaya çıkıverdi…
Film de, Kızımın dediği gibi, Makyaj da, roller de yerli yerine oturmuştu usumda…
İkincisi ise; İtalio CALVİNO’nun “BİR KIŞ GECESİ EĞER BİR YOLCU” isimli romanı okurken edindiklerim…
Yazar, Küba’da İtalyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldikten iki yıl sonra İtalya’ya taşınırlar, 1985 yılında hayatını kaybedinceye kadar sayısız ödül alan, bana göre feylesof düşünceli biri.
Romanı da filmde yaptığım gibi dikkatle takip etmez, alışıldık bir roman gibi okumaya kalkarsanız… Roman okuma keyfinizi yitirebilirsiniz…
Öncelikle Kitabı okumaya başlamadan tavsiye edebileceğim… Yazarın da belirttiği… “RAHATLA… TOPARLAN… ZİHNİNDEKİ DÜŞÜNCELERİ KOV GİTSİN. SENİ ÇEVRELEYEN DÜNYA BIRAK BELİRSİZLİK İÇİNDE YOK OLUVERSİN” komutları, koşulsuz yerine getirdikten sonra okumaya başlamaktır…
Eskiden olduğu gibi alışkanlıklarınızın esiri olmuşsanız… Okuduğunuz şeylerin ayan beyan ortada olmasına alışmış bir okur iseniz…
Okumaya çalıştığınız romanı yarıda bırakmak zorunda kalırsınız…
Ben de yarıda bırakmaya ramak kalmak üzere iken; yazarın verdiği telkinlere- aynı kızımın filmi seyrederken verdiği taktikler gibi- uyarak okumaya başladığımda kitabın nedenli ustaca yazıldığını anladım…
Nasıl mı? Yazar sana roman kahramanı rolünü benimsetiyor… Kahraman, erkek okur sonra kadın okur… Romanı yazar değil sen yazıyorsun hayır…hayır hem de Sen oynuyorsun…
Tek düze bir anlatım yerine birbirine benzemeyen konularda ve yazarların yazdığı on adet roman girişi diyebilirim…
Romana başladığım da deneme tadında demiştim, sonra öykü yok yok roman, inceleme ne bileyim? Tüm edebi yazı türleri usumdan aktı gitti tanımlayamadığım… Ayrı tat ayrı bir lezzette, daha önceleri yemediğim yemek, görmediğim doğa tadında bir eser idi…
Öylesine şaşırmıştım ki… Tekrar tekrar yazarın kendi romanı ile ilgili eleştirilere verdiği cevabı okudum…
Bildiğimiz veya öğretilen yıllarca gerçek haline getirdiğimiz “ALIŞKANLIKLARA” hiç mi hiç benzememe karşısında… Yine şaşırdım…
Böylesine düşüncelere nasıl ulaşabiliyorlardı… Onun alışkanlıkları yok mu idi?
O kendisini şaşırtmaktan keyif almış… Ama beni de şaşırtmıştı bir bilinmeyen türle…
Aklıma bir yazarın şu cümleleri geldi…
KENDİNİ YAPACAKLARINLA ŞAŞIRTACAKSIN…
SONRA DA BU HAYATIN NE KADAR İÇİNDESİN,
ONU DÜŞÜNECEKSİN…
Tüm bu okuduklarım; inanın, kendini doğada yönünü kaybetmiş bir doğa gezgininin veya dağcının yönünü bulmada ki gayretini anımsattı…
ŞAŞIRMA, HEYECAN, MÜCADELE VE YENİ DENEYİMLER EDİNME...
MEHMET YÜCEBİLGİÇ
26MAYIS2008
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)