28 Eylül 2016

ZORL

UKLARLA YAŞAMANIN "DOĞAYLA" TESELLİSİ

 
Doğanın sihirli bir değnek gibi olduğunu sanırım kimse yadsıyamaz.
Doğanın; Ünlü bir filozofun acı ve zevklerle ilgili düşüncelerini ve yaşamını nedenli değiştirdiğini ve eserlerinin çoğunu doğanın etkisiyle gerçekleştirdiğini anlatmak istiyorum.
Filozofun, kim olduğunu? Merak ettiğinizi ve çabuk olmamı uyardığınızı duyar gibiyim.
1844–1900 yılları arasında yaşayan “İnsanca pek insanca”dan tanıdığımız “Nietzsche”den bahsedeceğim.
Nietzsche; ilk felsefi görüşlerini öğrenciyken keşfettiği Schopenhauer’a borçluydu. Schopenhauer'un temel felsefesi: “Mutluluğu arayan insanın öncelikle tam anlamıyla mutlu olmanın imkânsızlığını kavraması ve mutluluğu ararken her zaman karşılaşılan sıkıntı ve sorunlardan kendini uzak tutmaya çalışması gerekir” idi.
Nietzsche; on yıl bu felsefenin etkisiyle”….. Hayatın hoş yanlarını bir yana bırakarak inzivaya çekilmeliyiz” düşüncesini ortaya atabilmiştir.
1876 yılında yaşamının bir bölümünü Napoli’de geçirir, ne olduysa burada olur.
Filozof; Akdeniz sularında yüzdükçe, dağlarında doğa yürüyüşleri yaptıkça, doğayla iç içe yaşadıkça, Montaigne ve Stendhal’ı okudukça: Eski düşüncelerinin nedenli korkakça ve gerçek dışı olduğunun farkına varır.

 Artık yeni felsefesi; “Mutluluğa ulaşmanın, yaşamdan tatmin olmanın yolu, acıdan sakınmak değil, acıyı doğal bir şey, iyi olana erişmek için çabalarken karşımıza mutlaka çıkacak bir basamak olarak görmekti.”
Ünlü filozof Nietzsche, ”yaşamda mutluluğun ya kolayca el edilebileceği ya da hiç ele geçirilemeyeceği” yolundaki inanca tamamen karşıydı; bu inanç yaşamımızı mahvedebilirdi.
Çünkü bu inanç yüzünden çocukça davranıp zorluklarla savaşmaktan kaçabilirdik. Oysa bu türden vahşi bir savaş için hazırlıklı olmuş olsak belki bu zorlukların üstesinden gelebilirdik.”diye felsefesini belirtmiştir.
Filozofun (Ecce Homo-Önce İnsan, Ahlakın Soy kütüğü, İnsanca Pek İnsanca, Çağa Aykırı Düşünceler vb.) eserlerinde “dağlarla” ilgili bölümlerini okurken, bir doğa aşığı olarak heyecanlanmamak elde değil.
Özellikle burası benim gerçek evim dediği Sils-Maria’da(İsviçre), Böyle Buyurdu Zerdüşt dâhil olmak üzere birçok eserini, çam ormanlarına ve dağlara bakan odasında yazar.
Sabah erkenden kalkıp gökyüzüne yükselmiş gibi görünen sipsivri, ıssız dağlara doğru yaptığı yürüyüşler; yazdığı eserlerin ilham kaynağı olmuştur.
Günümüzde odasının müze haline getirildiğini; dağ yürüyüşü ayakkabılarının, sırt çantasının, su şişelerinin, bir çift eldiveninin, bir pusulasının da burada sergilendiğini okuduğumda şaşırmadım dersem yalan olur.
 
YAKINLAŞTIKLARIMLA UZAKLAŞTIKLARIM
DENEME-ANI BASIM 2005-İZMİR
Mehmet Yücebilgiç
Fotoğraflar:  Gülay Yücebilgiç


8 Eylül 2016

DOĞAYLA BAŞBAŞA OLMAK!

 
Kişi olarak; ayak uydurabilirim demesi kolay.
Allah aşkına!
Evrensel değişime, kim ayak uydurabilmiş ki yüzyıllardır?
İnsan; bu değişimin farkındalığına, yaşam denen sürecin neresinde, ne zaman varıyor.
Farkına vardığında ise; yaptıklarıyla yapamadıklarının gerçekliliğiyle yüz yüze geliveriyor.
Şaşırıyor, sıkılıyor, üzülüyor kendini avuturcasına, yapabildiklerinin kırıntılarıyla, o an ki havanın değişmesini sağlamaya çalışıyor.
Sonra haydi! Neresinden başlarsan, o kadarı da yeter, ömrümün geri kalanına diyebilme gücünü buluyor.
Yeni izler yaratmak ve zihnindeki eski izleri silmek için.
Var gücüyle, büyük bir çoğunluğun tercih etmediği, bilmediği yollardan ve izlerden, yürüyerek.
Doğayla baş başa olmak: Dağlara tırmanmak; çoğunlukla kayalarla, taşlarla, ağaçlarla, doğanın diğer üyeleriyle tanışmak, onlara dokunmak ve yakınlaşmaktır. Onların dilini öğrenmek, söylediklerini anlamaktır. 

Gerçekte, o kadar zorlar ki, toprak patikadan kayalık/taşlık patikada yürüyüşe geçiş ve tırmanış, tüm dikkatinizi hem ilerleyeceğiniz istikamete hem de ayaklarınızın ucuna yoğunlaştırmak zorundasınız, bu yoğunlaşma, tırmanacağınız süreye ve sizi bekleyen sürprizlere bağlıdır.
Öyle bir zaman gelir ki, sıra sıra kayalar ve yığınlar size bir insan gibi görünür, şuur altında neyi betimlediyseniz o oluşur ve sizinle birlikte tırmanır.
Kayalıkların; tek başınalığı, gökyüzüne yükselişleri, sizinle bir benzerlik oluşturur.
Özellikle gökyüzüne yükselen kayalar: Etkiler insanı, üzerine örtülen örtüyü yırtıp ulaşmak istediğine atılırmışçasına, kendisinin kutsal katına kabul edilmesini haykırırcasına, artık hiçbir baskı, kışkırtılmışlık, sıkıştırılmışlık yokmuşcasına.
Kendi isteğine göre davranış erginliğine kavuşmuşçasına: Her adım da yükseldikçe kayaların üzerinde, benzer duygular geçer insanın usundan.
Kimi insan; bu yükselenlerin de yükseğine çıkıp” işte insan” diye bağırırcasına zorlamak ister bedenini,
Kimi insan; zirveye tırmanış için bir diğerleriyle yarış içindedir, hala kendini ispat peşindedir. Kendini kendine ispat etmeden!
Kimi insan; tüm doğanın unsurlarını beş duyusuyla yoğurmak, hatta beş duyunun da ötesinde ki duyusuyla hissetmek istercesine tırmanır dağlara.
Her rakımda farklıdır, tüm duygular, hissedilenler de.
Bir de bulutlar varsa aşağınızda, işte o an, yürürsünüz o beyaz renkli top top pamuklar üzerinde yere düşmemecesine.
Nasıl bir duygudur bulutların üzerinde yürümek?
Bu his bugüne kadar ki “kendini yargılamalara” son verme, “kendin için, kendine bir ödül verme” hissidir.
En sevdiğin kişi yanında, o da bulutların üzerinde!
Doğanın tüm güzellikleri,
O ve ben.
Mehmet YÜCEBİLGİÇ

(YAKINLAŞTIKLARIMLA UZAKLAŞTIKLARIM-DENEME/ANI BASIM; )
2005


7 Eylül 2016

GÜNAYDIN SEVGİLİ DOĞA YÜRÜYÜŞÜ TUTKUNLARI;

Olumsuzluklar içinde yoğrulup endişeyi ekmeğimize katık yaptığımız bu süreçde; yaşam denen sonu belirsiz bir yürüyüşün devam ettiğinin farkına varamıyoruz..
Bugüne kadar eşimle birlikte paylaştığımız otuz dokuz yıllık yaşam koşullarımızdan;


MUTLU ve KEYİFLİ OLMAK İÇİN, HİÇ KİMSEDEN ASLİ YARDIMI BEKLEMEDEN, KURDUĞUNUZ YUVADA MUTLULUĞU HER KOŞULDA ,ÜRETME PEŞİNDE KOŞMANIN YETERLİ OLDUĞUNU öğrendik...

Nedenli olumsuzluklarla karşılaşırsak karşılaşalım hepsinden bir ders çıkartıp; olumsuzlukları giderici tedbirleri aile içinde alıp olumlu yönde uygulamak ve hayata geçirmek esas düşüncemizdir.
HEDEF; başkaları tarafından dayatılan yaşam koşullarını anlık da olsa dışına çıkıp dinamik, bildiğimiz dünyanın dışında başka bir dünya var mı? Diye bakabilmek!


Aynı ağaç kovuğundan dışarıdaki dünyaya ürkek bakışlarıyla bakıp keşfeden sincabın bakışları gibi...Ürkse de yaşamını devam ettirmek için ormanın derinliklerinden kayboluyor...
İşte bu düşünceden hareket sizlerle paylaşmak istediğim yeni yürüyüş ve keşif rotaları,

PİSİDYA YÜRÜYÜŞ YOLU ;
PİSİDİYA NERESİ?
Bugünkü Isparta ilinin tümünü, Afyonkarahisar, Burdur, Antalya ve Konya illerininde bazı bölümlerini de içine alıyordu.
BU GÜZERGAHIN BELİRLİ BÖLÜMLERİNİ İKİ KEZ YÜRÜDÜK, ALDIĞIMIZ KEYFİ ANLATAMAM?
BU HEYECANI TEKRARLAMANIN FAYDA SAĞLAYACAĞINA İNANIYORUM..
MEHMET YÜCEBİLGİÇ;


Pisidya yolu arkeoloji ve doğayı seven gezginler için henüz hazırlanmakta olan bir yol. Günümüzde Isparta, Burdur ve kuzey Antalya’nın sınırları içinde yer alan Antik Pisidya bölgesinde hazırlanan yol, hem arkeolojik hem de doğal güzellikleriyle yürüyüşçüleri büyülemeye hazırlanıyor. İlk ayağı 250 km’lik bir uzunluğa ulaşan rotanın büyük bir kısmı antik yollardan, halen kullanılan küçük patikalardan ya da orman yollarından geçiyor. İngiliz vakıf Headley Trust ve bireysel sponsorlar tarafından finansal olarak desteklenen projenin amacı bu alanlardaki arkeolojik mirasın bölge halkına sosyo-ekonomik faydalar sağlamak amacıyla kullanılması için bir yol haritası belirlemek.

Antik Pisidya bölgesinde ziyaretçilerini bekleyen çok sayıda arkeolojik alan yer alıyor. Pisidya’nın nefes kesen güzellikteki ormanları arasında gizlenmiş olan bu alanlar ziyaretçilerine masalsı bir gezi deneyimi sunuyor. 

Bunlardan bazıları; Sagalassos, Termessos, Pisidya Antioch, Kremna, Adada, Selge, Pednelissos, Amblada, Anabura, Tymriada, Ariassos, Pityassus, Tarbassus, Cretepolis, Panemoteichos, Kodrula (Kaynar Kale), Prostanna, Andeda, Ceraitai, Comama, Seleuceia Sidera, Pogla, Melli, Sandalion, Etenna, Sia, Gökbel, Kapılıtaş (Kapıkaya), Hyia, Colbasa, Kepez Kalesi (Kartalpınar) ve Döşeme Boğazı.

ARKEOFİLİ YAYINLARINDAN İSTİFADE EDİLMİŞTİR.

31 Mayıs 2016

GEYVE BOĞAZI-SARP VADİSİ-BEŞİKTAŞ ŞELALELERİ DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

ANADOLU DAĞCILIK KULÜBÜ İLE SARP VADİSİ-BEŞİKTAŞ ŞELALELERİ DOĞA YÜRÜYÜŞÜNDE GİZEMLİ GÜVERCİNİN YOL GÖSTERİCİLİĞİ 
Bu hafta sonu Anadak eğitmenlerinden  Ahmet Eyüpoğlu'nun rehberliğinde 18 kişilik bir grupla başlangıç planlaması 14 km olan ancak grubun da oluru alınarak 18,5 km ye uzatılan bir orta zorluğun üzerinde doğa yürüyüşü yaptık.
 
Bölge: Sakarya nehrinin Samanlı dağlarını ikiye parçaladığı ve yüksekliği 1100 m yaklaşan tepeler ve sık baltalık ormana sahip boğazdır.
 
Bu boğaz; antik çağ, eski tarihi ipek yolu ve son olarak Kurtuluş Savaşımızda Ankara(iç Anadolu) - İstanbul yolunu İngilizler menfaatine Yunan kuvvetlerine lojistik destek sağlamak için; Türk Kuvvetlerine taarruz eden İngiliz işbirlikçisi Ahmet Anzavur'un, Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Cebesoy'un kuvvetlerinin başarı ile savunduğu ve düşmana geçit vermeyerek Kurtuluş savaşının Türkler lehine dönüştüğü ve çetin muharebelerin(Mayıs 1920) yaşandığı bir bölgedir.
 
Bizler de yine Mayıs ayında ancak atalarımızın ruhunu şad ederek doğada keyif için 1100 metreye varan tepeye ılımlı bir tırmanışla sık baltalık orman ve çalıların arasından çıktık, yolun çatallandığı ve gps in de duraladığı bir anda ne tarafa doğru gidelim diye düşünürken; önümüze muhteşem görünüşlü bir güvercin çıkıverdi.
 
Ahmet, Fuat ve ben klasik olarak yerleşim yerlerinde olması gereken normal Güvercin boyutunun iki misli büyüklüğündeki ve önümüzde yürüyen""Güvercin"i takip ettik, sanki bize yol gösteriyordu..Bu hareketi dört kez tekrar etti..
Aklıma Orya Asya steplerinden çıkmamızı sağlayan Kurt destanı geldi..Bizler de ""Gizemli Güvercin"" olayına şahit olduk.. 
Doğanın içinde Sekiz saat boyunca hem iz takibi hem de havanın yağmursuz ve bulutlarla kaplı olması yüzde 95 nem oranına katlanmamıza yardımcı oluyordu...

Sarp vadisinin sadece ayı ve kurt izlerine rastladığımız Beşiktaş şelalelerinin uzun uzun sesini dinleyerek doğanın gerçekliğini yudumladığımız, deresinde yüzdüğümüz bu parkuru başarı ile yürüten başta rehberimiz Ahmet Eyüpoğlu olmak üzere tüm katılımcı arkadaşların ayrılırken yüzlerinde ki tebessüm..

Tek kelimeyle doğanın duruluğunu yansıtıyordu..

Grup da geleceğin dağcıları olarak kendilerini ispat eden Alara ve Ekin'e hayran kaldık diyebilirim..

Sağlıklı nice doğa etkinliklerinde buluşmak dileğiyle..

Bugün bu doğa yürüyüşlerini hatta özgürce nefes alabilmemizi sağlayan atalarımızın ruhu şad olsun…
MEHMET YÜCEBİLGİÇ
Mayıs 2016

11 Şubat 2015

ANADOLU DAĞCILIK KULÜBÜ İLE BELEMEDİK-TOROS TÜNELLERİNİN KEŞFİ,ÇAKIT VADİSİNDE DOĞA YÜRÜŞÜ-2


BELEMEDİK-TOROS TÜNELLERİNİN KEŞFİ, ÇAKIT VADİSİNDE DOĞA YÜRÜYÜŞÜ.
Bölüm- 2

Bu bölümü kaleme almayı geciktirdiğimi düşünürek biraz da kendi kendime yerinmiştim.
 
Oysa İkinci ve içinde ”en”leri barındıran bu bölümü; özellikle kışın insanı yalnızlık duygusuna iten soğuk yetmiyormuş gibi televizyon kanallarında ki iç karartıcı ve insanı gelecek hakkında endişelendiren, açmaza sürükleyen haberlerinden kaçıp kurtulmak için en iyi sığınak olarak yine doğaylabaşbaşa olduğumuz Belemedik’te yaşadıklarımızda buldum… İyi ki yazmayı geciktirdim diye iç geçirdim.
 

Çünkü bu satırları yazarken;  karamsarlık ve toplumu ayrıştıkça ayrıştıran söylemlerden, kendi çıkarları için en kutsal değerleri dahi kullanmaktan çekinmeyen, korkarım Osmanlı Devletinin çöküş döneminde ki oluşumlardan da ders almamış görünen;  sinirli ve insanı, insanlığı bitirip donduracak olumsuzluk dünyasından arındım…

Sanki tüm bedenimi: Belemedik, Çakıt vadisinde azgınlığı HES’ lerle kırılıp şırıl şırıl akan suya dönüşen antik çağın muhteşem hayat kaynağı ile sarmalandım…

Anadolu Dağcılık Kulübü doğa tutkunlarının çadırlarından sesler, sabah saat  0330 dan itibaren yükselmeye, kurulan alarmlar çalmaya başladı; her bir çadırdan gelen uğultulu, yarı uyanık yarı mırıldanan sesler sabaha karşı Toros Dağlarının keskin soğuğu ile etkilenenleri daha da belirgin kılıyordu.
 
Acele ile hazırlandık ve sabahın mahmurluğu ile birinci yürüyüş grubu saat 0430 de çadır konuşlanma alanından yürüyüşe başladı.0445 te üç grup da Belemedik tren istasyonunda; saat 0520 Kayseri’den gelen yolcu treni beklemeye koyulduk.

Bu bekleme esnasında Belemedik istasyonunda ara istasyon olduğu için; trenin kısa süre beklemesini düşünerek, grupların güvenle; trene nasıl binmesi ve inmesi gerektiğini anlatıp, grup sorumlularının kendi gruplarını “”ikişerli kolda sırayla iki vagon kapısından binecek şekilde “ düzenlemelerini ve eğitmelerini söyledim…

İlk önce anlattıklarım yadırgansa da ekip sorumlularının yaptırdıkları eğitimin karşılığını “” tüm grubun bir buçuk dakikada sorunsuz ve güvenli biniş “ yapmaları ile almış olmuştuk.

Yolculuğun en gizemli ve en heyecanlı bölümü başlamıştı… Uykulu ancak içleri parıl parıl parlayan Anadak’lı gözler; Toroslara 120 yıl önce bin bir güçlükle açılan 12 tünelden geçerken ne ile karşılaşacaklarının hayalini şimdi gerçeğe dönüştürecek anı beklemeye koyulmuş,

her bir tünelden sonra kısa sürede görünen muhteşem manzarayı yakalamak için iyice açılmıştı… Akıl almaz bir manzara yakalama serüvenü başlamıştı herhalde bu kadar kısa sürede çektiğimiz en değerli karelerdi.

Trende o yaşanan ayrıcalıklı ve bol adrenalinli anları, Sevgili Hasan Çervatoğlu kayıt altına aldı.Çok güzel bir anı oldu teşekkürler, Hasan...
Tüneller geçilmiş, muhteşem manzaralar seyredilmiş, kayıt altına alınmış ve Hacıkırı İstasyonuna alınan güvenlik tedbirleri ile sorunsuz inilmişti…

Trenden inince üç grubun telsiz bağlantıları tekrar kontrol edildi ve sıra “Geleneksel Adana kahvaltısındaydı” çocukluğumda ki gibi…

Hacıkırı (Kıralan) Köyünde Sevgili Mustafa Tor beyin köylülere yaptırdığı “”Adana işi sıkma’lar yenecekti…Köy kahvesinde sıcacık çaylar yudumlandı, köylüler sıkmaları getirdiler, patatesli ve peynirli. Patatesliler, Sevgili Gülay peynir yiyemediği için yaptırılmıştı…

Tüm grubun yüzü gülüyordu. Köy bakkalında “”Adana işi “şeker sucuğunu”” görünce dayanamadım aldım ve arkadaşlara gösterdim tadına baktılar. Onlar için değişik bir tat ve lezzet benim için ise; çocukluğum ve annemin yaptığı sıkmalar idi…

Tren yolculuğu ile gelinen “”Kıralan”” köyünden kahvaltı sonrası merakla beklediğimiz Varda Köprüsüne yürüyüşe başladık…

Hemen sol yanımızda “Kapıkaya Kanyonu “ görünüyordu. Grupta” Varda Köprüsünü” gören olmuş ki heyecanla bağıranlardan muhteşemliği belli oluyordu…
Ve işte Varda Köprüsü tam karşımızda idi…
 
Peşi peşine fotoğraf çekimleri başlamıştı…
Gerçekten gelinip görülesi bir “köprüymüş” 120 yıl süre içerinde doğayla bütünleşmiş olan bu köprü şimdi doğa sporcularının cazibe merkezi olmuş…

Adanalı Bisiklet grubunu görünce öylesine sevindim ki… Buralara artık gerek doğa yürüyüşü gerekse moto kros ve bisiklet için gelinebiliyordu!

Çocukluğumda trenle Niğde’ye (o zamanlar Adana’nın sarı sıcaklarından kaçmak için Niğde’ye gidilirdi.)trenle giderken rahmetli annem bu köprü ve çevre ile ilgili bilgiyi verirdi…

Varda Köprüsü üzerinden geçerken bir de yük katarı geçmez mi? Sormayın keyfe… Bu keyiften sonra yan tünelli yoldan Kıralan Köyüne yürüdük ve burada bekleyen traktörlere bindik… Şimdi hedef “Kuşçular Köyü” ne gitmek idi…

Traktörü; traktörcü öylesine ustalıkla sürüyordu ki tüm dikkatim ta! Uzaklarda ki “Kapıkaya Kanyonu”nda idi… Arazide ki dev fay kırığını öylesine rahat görebiliyordum ki bir ucu Varda Köprüsü aralığında diğeri de “Kapıkaya Kanyonu” aralığında idi…
Antik çağdan itibaren bu tren yolu güzergâhı yaklaşık 100-150 metre yarık(aralık) nedeniyle kullanılamamış bunun yerine ”Gülek Boğazı” kullanılmıştır.
Alman’ların Bağdat demiryolu güzergâhını teşkil edecek bu demiryolu güzergâhı ilerde İngiltere’yi kızdıracak Osmanlı Devletine son verme fikrini kamçılatacaktı…

Nitekim bu güzergâh Osmanlı Devletinin 1nci Dünya Harbine girmesine neden olacak… Esas kayıplar ve hüsranlar Almanya yüzünden bundan sonra başlayacaktı…

Gözüm doğanın her karışını adeta tarıyor en küçük detayı kaçırmak istemiyordu… Sarıçam türleri bu bölgeye yakışan nadide ağaçlardan ve bunlara eşlik eden ve sayıları gittikçe azalan ardıç ağaçlarını rahatlıkla görebiliyordum.
Traktör bu yokuşları çıkamaz diye düşünüyordum? Ama en dik yerlerde dahi traktörcünün yeteneği ile bu yokuşları aşabildi…

Kuşcular köyü görünmeye başlamış az sonra da köye girmiştik… Grubu dağıtmadan ayakta bir mola ile Kuşcular köyünde “”yürüyüş ekibi” olarak bir balkon konuşması yaptık…

Yürüyüş mesafesi yaklaşık 20 km olmasına karşın akşam karanlığı çökmeden saat 1600 ya kadar Belemedik’te bulunma zorunluluğu vardı.

Nitekim varınca çadırları söküp yol durumuna gelecek ve Adana’ya baraj gölü kıyısındaki kebapçıda kebapları yiyecek ve Havaalanına hareket ederek İstanbul’a uçacaktık…
Şimdiye kadar yapılan planlama tıkır tıkır işlemişti. Bakalım bundan sonrası nasıl olacaktı? Yine de 40 kişilik Anadolu Dağcılık Kulübü grubu oldukça yaman yürüyor ve içimde hiçbir kuşku yoktu.
950 rakımlı Kuşcular köyünden yürüyüşümüz üç grup halinde başladı, taşdurmaz mevkiinde ki molada bölgedeki bina ve şantiye kalıntıları hakkında bilgi verildi ve buradan rakım 1025m.

yüksekliğe kadar yükseldik ve çakıt vadisinin muhteşem yamacında sol yanımızda 120 yıllık demir yolu ve tüneller sağ yanımızda ta aşağılarda akan çakıt nehri dili olsa da konuşsa acaba neleri konuşurdu?

Bazı tüneller üzerinde 1916 yazıyordu.İnşaatın 1904 de başladığını okumuştum. Toros Dağlarının içinden geçen demiryoluna ait havalandırma bacalarını görünce demiryolunun tam üzerinden yürüdüğümüzü anımsayınca oldukça heyecanlanıyordum…

Çakıt vadisine hakim Tepede fotoğraf çekme ve dinlenme molası verildi… Manzara tek kelime ile muhteşem idi. Yürüyüşe devam ettiğimizde başka bir güzellikle karşılaştık, yolun bittiği yerde tünel kazılmış ve yol bu tünelin içinden geçiyordu, bu da bölgeye ayrı bir güzellik katmıştı…
Mustafa TOR Bey biraz sonra bir tünelin havalandırma ve acil yardım açıklığı bulunan yere yakın bir yerde yemek molası verdi. Bir şartla bu havalandırma kapısından uzak kalınacak ve tünel içerisine girilmeyecek idi.

Hemen bölgede ateş yakılmış nevaleler ortaya çıkmış ve Adana’lıca yaş ağaç dallarına dizilen ilişkinler (sucuk) ateş üzerinde çevrilmeye başlanmıştı.
 
Ateş üzerine damlayan sucuk yağları cızırdayarak bir yana sıçrıyor. Hafif hafif başlayan serinlik terli bedenimizi ürpertiyordu…

Birden tünelin havalandırma kapısından trenin geçişi ile sıkışan hava öylesine şiddetle dışarı çıkmıştı ki dallar ve yapraklar bu şiddete direnemeyip hepsi birden eğilmişlerdi…
 
Bizler açıklıktan şiddetle çıkan havaya bakmış ancak tüm dikkatlerimiz ateş üzerindeki ilişkinlerde idi… Çakıt vadisinde muhteşem bir Adana ilişkin ziyafeti vardı…
Mola sona ermiş ve bu bölgeden artık Belemedik’e doğru final yürüyüşü başlamıştı, rakım 550 metreye kadar inmiş buradan Belemedik’e 724 metre rakıma kadar yükselecektik, yürüyüş temposu oldukça yükselmişti.

Saat 1540 da Belemedik’e varmıştık… Biraz soluklanalım diye düşünmüştüm  ama Gülay oturursak çadırları toplayamayız deyince o hızla çadırları söndürüp sırt çantalarımızı yol durumuna getirmiştik…Saat 1645  de tüm grup yola çıkmaya hazırdı…
 
Vaktinden önce hazırlandığımız için Pozantı’da çay molası vermeye karar verdik, iyi ki de vermişiz, yürüyüş yorgunluğunu sıcak çayla gidermiş olduk.
Pozantı’dan Adana’ya yolculuğumuz da planlanandan 30 dakika önce olunca Kolcuoğlu’ndaki kebap keyfi sefaya dönüşmüştü… Saat 2100 de Adana hava alanında idik… Yüzler gülüyor…
Aklıma, POZANTI belediye başkanı Mustafa Çay beyin 2016 yılında Belemedik’e yaptıracağı bungalovlar geldi…
Kim bilir? 2016 yılında tekrar bu bölgeye gelebilirdik? 
Kısmet…

Gülay&Mehmet YÜCEBİLGİÇ
İSTANBUL
ŞUBAT-2015