30 Kasım 2007

DOLUN'UN İNTERA'SINA AŞKI

DOLUNAY’DA KAMIŞLI-GÜNEY KÖYÜ YÜRÜYÜŞÜ

Kamışlı yaylasında, molada öylesine dinlenmiş ve olumlu enerjiyi almıştık ki sıra ikinci etaptaki yürüyüşe gelmişti.
Hemen hemen Ayakizlerinin yarısından fazlası yürüyüşe başladı. Yürüyüş, Kamışlı yaylasından başlayıp güney köyünün karavanlar mahallesinde bitecekti… Ve geceye de sarkacaktı…
Bu bir keşif yürüyüşü idi ve yürüyüşe 1530’da başlandı… Devamlı rampa çıkıyoruz, çıktıkça da manzara daha da güzelleşiyor. Doğa, hoyratça neyi var neyi yok sergiliyordu…
Güzellikleri yakalama ve bu güzellikleri başka bir anlatım biçiminde anlatmaya çalışanların deklanşörleri hiç susmuyordu.
Yükseldikçe toprağın yumuşak yüzü donuklaşıyor, havanın şefkat veren koruyuculuğu da ortadan kalkıyordu, özellikle parmak uçları soğuktan etkilenmişti ki onların da yardımına eldivenler koşuverdi…
Önümüzdeki tepeyi aşmak üzereydik ki güneş artık elveda diyordu… Kısa bir molayı müteakip tekrar yürüyüşe başladık...Bizler, önümüzdeki tepeyi de aştıktan sonra diğer tepeye, orman içinde ilerlerken karanlıkta sadece önümüze bakmaktan midemiz bulanmaya başlamıştı ki… Öylesine kuvvetli bir ışıkla karşılaştık, sormayın, şaşırmadım dersem yalan olur…
Bu yarasaların uçuştuğu, Drakula’nın kurbanının boynundan kanlarını emdiği, Frenkeştayn’ın yakaladığı güzeli keskin bıçaklarla dilimlemeye çalıştığı, kurtların, kurt adamların avı olmaktan korktuğu, kötülüklerin kol gezdiği bir dolunaylı geceden çok… Eski çağlardaki, Dolun ile İntera’nın aşkı destanındaki gibi; “Dolun’un çok isteyip de bir türlü kavuşamadığı “İntera”sına; aşkını, sevgisini ve bir türlü bulup da getiremediği “yaprakları gümüşten, tomurcukları elmastan çiçek” yerine dünya dışından parıltılarını yansıttığı yirmi sekiz günden biri olan bir geceydi…
Hepimiz, bir türlü varamadığımız tepeye geldiğimizde…
Bayır aşağı inmeyi düşlerken…
Hüseyin Beyin bu kez” kıvırcık bon bon saçlı ikiz bonusuyla” karşılaşıverdik…
“Dolun” öylesine gayretkeşti ki onun etrafımızı öylesine aydınlatması, Çelik Ali Beyin, Selim Beyin tüm patika ve yön taramaları, Birol Beyin elektronik yön algılama cihazı da bizim yönümüzü bulmamıza yardımcı olamayınca…
Yine iş, Hüseyin Beyin yön bulma yeteneğine kalmıştı…
Otuz sekiz Ayakizi, iz peşinde orman içinde öylesine uğraşı içindeydi ki, acaba bu uçurumlu sırtlarda gündüz olsaydı da kaç kişi yürürdü?
Oh! Düz bir açık alan, kısa bir mola… Gülay oturmayınca, ben de oturamadım… Ayakta dinlenme daha iyi olurdu… Keza oturunca kim kaldıracaktı? Reşat beyin… Nihavent makamından söylediği şarkılar… Bizleri öylesine coşkulandırdı ki… Verilen coşkuyla…
İnanır mısınız?
Saatler boyu hemen hemen hiç kimsenin gıkı çıkmadı…
Köy ışığı görünmüştü de bu köy hangi köy idi?
Bir ses, burası Güney Köyü… Buradan yarım saatlik yolunuz kaldı diye bağırıyordu. Köylü amcam…
Bayır aşağı saatlerdir, devam eden yürüyüşle, dizlerimizdeki balatalar ısınmış duman bile çıkartıyordu… Acı, olmaz olur mu, acı?
İşte kendi isteğimizle elde ettiğimiz, acı bu…
Bu acıdır ki; beyni düşünceler kervanının peşine düşmekten alı koyan, sadece o anı yaşatan ve başka bir anı yaşamanıza olanak vermeyen, belki de en sevdiğinizi dahi hatırlatmayan, Sadece… Düşüncelerinizi önce kışkırtıp, sonra kamçılayan, ama fevri hareketlerden alıkoyan, bedeninizdeki ağrıyan en küçük organ veya kasınızın dahi ayırdına varmanızı sağlayan… Acı… Bu acıdır…
Bereket Hüseyin Bey, Atilla kaptanı yanımıza çağırmış, daha fazla yürümeden aracımıza bindik…
Yaklaşık 16 kilometre süren bu yürüyüşü: Dolun’un aşkını İntera’sına gösterdiği parıltılı bir gece olarak anımsayacağım…
Ha! Bir de… Hüseyin Beyin Kıvırcık Bon bon saçlı ikiz bonusunu…

Mehmet YÜCEBİLGİÇ

Hiç yorum yok: