14 Mayıs 2012

BEREKETLİ HİLAL TOPRAKLARINDA..GÜNEYDOĞU GEZİSİ

AYAKİZLERİ İLE YILLAR SONRA “BEREKETLİ HİLAL” TOPRAKLARINDAN GÜNEYDOĞU ANADOLU’DAYIZ...
Güneydoğu’ya gitmeyeli onbeş yıl olmuştu... Özellikle Gülay’la tekrar oralara gezgin gözüyle gitmeyi, sokaklarında gezmeyi, esnafıyla konuşmayı, dar sokaklarından çığlık atarak geçen rüzgârı dinlemeyi ya da antik çağdan kalan taş duvarlarına dokunmayı,

son zamanlarda şehir efsanesi olarak kulaktan kulağa yayılan olumsuz tevatür söylencelerin, doğruluğunu yerinde görmeyi nedenli istedim, ama en önemli isteklerimden biri de uzun yıllar merak ettiğim ve

Batı ve Orta doğu uygarlıklarının doğduğu ve insanlık tarihinin şekillendiği; ilk kez arkeolog ve bilim adamı  James Henry Breasted tarafından kullanılan “BEREKETLİ HİLAL” topraklarını görmek ve Ayakizleri’nin Naif başkanı Hüseyin Beyin  deneyim ve bilgileriyle donanmak idi..

İşte bu düşüncelerle... İstanbul’dan, Adana Şakir Paşa havaalanına ayak bastığımızda; bambaşka bir heyecan kaplamıştı içimi... Mezunu olduğum Adana Erkek Lisesi hemen yanı başımda... O günler, okuldan kırmak isteyenlerin ıssız ve boş tarla olarak tercih ettiği yer; Adana Şakir Paşa Havaalanı bölgesi idi...
Şimdi öyle mi? Her taraf bina... Bir de Gülay’la havaalanı dışında oturup çay içebileceğimiz bir mekân olsaydı çok iyi olacaktı... Havaalanı çevresinin düzenlenmeye ihtiyacı var...
Ayakizleri’nin naif başkanı ve grup İstanbul’dan otobüsle kara yolundan geldi... Havaalanında  buluşarak ilk mola yeri Urfa- Halfeti’ye doğru yol almaya başladık...

Dikkatimi çeken yer Bahçe yakınlarında başlayan Nur(Gavur ) Dağlarında açılan tüneller Nurdağı kasabasına kadar ulaşımı oldukça olumlu yönde etkilemiş... Gavur dağlarının çocukluk yıllarından hatta Gaziantep – Urfa karayolunun 1999-2011 yılları arasında yapıldığını düşünürsek... Karayollarında oldukça olumlu mesafe kat edildiğini anlamış oluruz...

Gaziantep- Nizip bölgesine yaklaştığımızda antepfıstığı bahçelerini görmeye başladık... Urfa bölgesini terk edinceye kadar da bu manzara devam etti...
Artık sıcaklar kendini göstermeye başladı ve şişmanın yerinde ilk molayı verdik...Doğruca taze meyve sularına....

Antep fıstığı bahçelerine bakar ve fotoğrafını çekerken... Ortaokuldaki öğretmenimin sözlerini hatırladım...
” Antepfıstığını ya varlıklılar diker ya da “torun” için dikilir…

Çünkü bunlar öylesine nazik ve hassas ağaçlar ki bu hassasiyetleri ,dioik bir bitki..Yani erkek çiçekle dişi çiçekler farklı ağaçlar üzerinde bulunuyor olmasındandır…
On dişi ağaca bir erkek ağaç ekmezsen tozlaşma (döllenme) olmaz. Gençlik kısırlığı uzun sürer (10-12yıl)bu verimsizliğe her çifci dayanamaz…
Gerçekten de fıstık bahçelerine baktığımızda hiç de alışık olmadığımız bir Temizlik, düzen ve bakım görülmekte idi…”

Birecik bölgesinden geçerken   “Birecik Barajı” tüm ihtişamıyla kendini göstermişti... Bir çırpıda bu görünümü kaydettim... Barajın bölgeye etkisini gözlerimizle görecektik...

Halfeti girişinde kuşbakışı tepeden görünümü, sanki antik çağlardan beri çoğu kavimlerin istilasından kendini saklamak istercesine dağlar arasındaki vadi derinliklerine yamanmış bir saklı kent görünümünde idi...
Halfeti ilçesi merkezi, gölde dubalar üzerindeki mütevazı bir lokantada yemek molası verildi...
Şimdiye kadar tatmadığımız bir balık “Şabut balığı” kalkan balığının tadına benzettik ama yerel kebap sosu ile yapıldığı için;  

balıktan daha çok kebap tadına benziyordu... Yemek sonrası turistik bir tekne ile göl turuna çıktık...
Tüm merakımız; Birecik Barajının 1985-2000 yıllarında yapımı ile sular altında kalan eski Halfeti ve tarihi Rum kaleyi görmek idi...

Yöre halkı göle ve gölün havasına uyum sağlamış... Kaptanımız Mehmet, Bodrum’lu kaptanlara taş çıkartır yapıda idi...

Gölde ilerlerken, dağlarda eski yerleşim yeri Rum kale ve Eski halfetiyi antik çağlarda, ilerden korumak amaçlı yapılan, ileri karakollarını ve bu karakollarla bağlantılı mağaralar görülebiliyor idi...

Sol yanınıza düşen Rum kale akıllara durgunluk vermekte...

Rumkale'yi gizemli ve ilginç yapan şeylerin başında, İsa'nın 12 havarisinden biri olan Johannes'in İncil'i burada ( eskiden ziyaret edilebilen bir mağarada) yazmış olması geliyor. Eski halfeti ise ayakta kalan camisi ile insanın içine ayrı bir ruh hali katıyor…
Halfeti sonrası ver elini Urfa’ya hareket ettik…Urfa’ya girişimiz de oldukça şaşırdım… 15 yılda bir şehirin bu denli geliştiğine inanamadım…Modern binalar aynı Birecik barajı gibi şehrin havasını değiştirmiş idi…
Manici otele yerleştikten sonra hemen otelin yanıbaşında bulunan ve dinler tarihini; bünyesinde barındıran balıklı göl ve HALİL-ÜR RAHMAN CAMİİ ,

RIZVANİYE CAMİİ,MEVLİD-İ HALİL (DERGÂH) CAMİİ

Hz. İbrahim Peygamberin yanı başındaki mağarada doğduğuna inanılan

*bu camiin tarihi geçmişine göz attığımızda paganlıktan İslam dinine kadar
beş büyük evre geçirmiş olduğunu görürüz...


    * İlk olarak Seleukoslar dneminde alana bir pusperest tapınağının yapıldığı,

*Yahudilik döneminde aynı alana bir havranın yapıldığı,

*Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde  aynı alana bu kez kilise inşaa edildiği..


*Son olarak da İslam fethinden sonra alana camii inşaa edildiği bahsedilmektedir...

Kutsal yerler ziyaret edildikten sonra Urfa sokaklarında gezerek ciğerciye gittik…




Gülay’la ciğeri yerken birbirimize baktık…Urfa’nın damak tadı…Belki de ayrıntı ama Adana’nın iki ciğer bir kuyruk dizilmesine hiç uymuyordu…
Özellikle de ciğer ve onun lezzetini artıran kuyruk yandığı takdirde acımsı bir tat alırsınız ki… Buna ciğer kebap denmez…Hep Adana lezzetini aradık…




Çayda olduğu gibi…Ağızımız öylesine Karadeniz çayına alışmış ki anlatamam… Urfa’da ve diğer yörelerde yaygın olan kaçak çay tabir edilen “Seylan çayı”na uyum gösteremedik…


Artık günün yorgunluğu kendisini hissettirmeye başlamıştı…
Doğruca konakladığımız yöre dokusuna uygun inşaa ve çok iyi dekore edilmiş “MANİCİ OTEL” e hareket ettik…
























YARIN YİNE URFA'DAYIZ…BU KEZ…


GÖBEKLİ TEPE ÖREN YERİ-
HARRAN-URFA KALESİ VE
SIRA GECESİ....
GÜLAY & MEHMET YÜCEBİLGİÇ

NİSAN 2012

29 Şubat 2012

DORUKKAYA'DA KAR BEYAZI...

DORUKKAYA’DA KAR BEYAZI...


Bu kez Türkiye’nin, en iyi kayak pistlerinin olduğu DorukKaya Ski ve Mountain Resort Kayak Merkezindeyiz..
Organizasyonu Anadolu Dağcılık kulübünden Sevgili Ajda Demircibaşıoğlu yaptı... İyi ki de yapmış muhteşem ve uzun süre zihnimizde kalacak bir kayak keyfi idi...
Yazımda bahsedeceğim gibi o kadar çok konu var ki etkili olanları sıraya koymak istiyorum... Öncelikle yolculuk Ulusoy firması ile yapıldı, yeme içme ve skipass’a kadar tüm faaliyetler çok iyi koordine edilmiş, Ajda ise her zaman ki gibi çok iyi ve güler yüzlü bir kulüp rehberliği yaptı...
 
Gülay’la beni öncelikle etkileyen şey; kayak pistlerinde sadece kayak yapmak amaçlı gelenler vardı.
Gezinti yapmak isteyenler ya da mangal yapmak isteyenlerle pistte karşılaşmadık... Bize göre, Türkiye’de Kayak Merkezlerinde güvenlik kuralları deyince pist kenarlarındaki çitler akla geliyor...

Oysa zirvedesiniz önünüze Ilgaz’da, Uludağ’da olduğu gibi yaya gezinti yapanlar çıkıveriyor! Hızınızı düşünün? Aman Allahım?

Avusturya'dan gelen mühendisler tarafından projelendirilen Dorukkaya Snowpark'ı ile düzenlenen kayak pistleri de çok iyi... Kayarken Kayağınıza dolanan snowboard’cu da pek az...
DorukKaya Kayak Merkezinin diğer hoşumuza giden tarafı, farklı zorluk derecelerinde ve 1850 metreden 2200 metreye kadar yükseklikte, 8 ski - lift ve çeşitli uzunluklarda ve birbirleriyle bağlantılı; 11 kayak pisti ile her seviyedeki kayakçıya uzun soluklu kayma zevkini tattırıyor...
Gülay’la birlikte saat 1100 de başladığımız ve her biri çeşitli pistlerden geçerek 8 ila 10,5 km lik  etaplar yaptık... Fazla zorlanmayalım diye etabı 52 km lik kayışla tamamladık... Manzara muhteşem... Hava muhteşem... Ekip muhteşem idi...
Özellikle 2200 metreden 1550m aşağı dik yamaçtan süratle kayış muhteşem bir duyguya kaptırıyor insanı... Gülay,  önümde ben onu izlemeye çalışıyorum ama çok süratli yetişemiyorum...
“Sürat” ve “güvenlik” ikisi aslında birbiriyle uyumsuz gibi görünse de... İnsanın yaşamı da aslında güvenlik ve güvenliksizlikler sarmalı değil mi?Aklınıza “olumsuzlukları” getirmediğiniz ve sadece o anı;  ruhen ve bedenen yaşayıp, yoğunluğunuzu kaymaya ve kendi benliğinize verdiğinizde; “tüm olumsuz düşüncelerin” size uğramadığını ancak teleski ile yukarı doğru tırmanışınızda düşünebiliyorsunuz...
Bu düşünceye de o kadar uzun boylu takılamıyorsunuz. Yoksa bu kez teleskiden düşüp, kayaklarınızı omuzlayıp yürüyerek bin bir zorluklarla zirveye pist başı yapmak zorunda kalabiliyorsunuz...
Kısacası kayak yapmak; bize göre en iyi meditasyon şekillerinden biri... “Doğa, siz ve sizinle bütünleşmiş kayak ve teçhizatınız”... Ve “yanınızda ki can yoldaşınız”...
O denli” gizemli bir etkileşim” ki, sonunda bu “gizemli duru etkileşim” sizde bir alışkanlık hatta yaşam boyu tiryakilik yapıyor...
Hatta yıllar sonra “Gizemli duru etkileşimle” elde ettiğiniz deneyimi “tüm yaşam felsefenize” hakim kılmaya: Bu alışkanlığın yaptığınız veya yapacağınız hobilere nedenli etki ettiğini de görmeye başlıyorsunuz.
 
İsterseniz yaptığınız doğa etkinlikleri ve sporlarını aklınızdan bir kez geçirin; benim yaptığım sporları sıraladığımda bu alışkanlığın uzun yıllar yapmış olduğum “yüzme” ‘nin de etkisiyle dağcılık, doğa yürüyüşü, kayak, golf, yoga ve meditasyon...
  Neden bu konuya girdiğimi merak ettiniz değil mi? Hemen anlatayım...
Yaptığınız sporları ve doğa etkinliklerini ne kadar severek yapsanız da: Zorluklar ve mücadele yok mu?
Acı ve hastalıklar yok mu? 
Olumsuzluklarla, tehlikelerle karşılaşma yok mu? Soruları ile karşılaşmamız...
Arkadaşlarla konuşurken ya da blog okuyucularımızın sorularından; sanki hiçbir olumsuzlukla ya da sağlık sorunlarıyla karşılaşılmıyor gibi bir algılama ortaya çıkıyor?
Öyle bir şey olabilir mi?
Yukarıda sıralanan olumsuzluklarla da karşılaşıyorsunuz!
Sadece karşılaşmadıklarınızın; iç dünyanızda barındırdığınız gizemli Allah inancı ve yanı başınızda duran can yoldaşınızla birlikte yeneceğiniz; çaresizlik ve zorun üstesinden gelememe, kuvvetsizlik ve Ulu tanrının verdiği aklı kullanamama düşüncelerinin olmadığını; “tüm zorlukların aşılmak” için olduğunu fark edebiliyorsunuz.
Keyif ve O gizemli duru, arındırıcı rahatlama;  işte bu tüm zorluklar ve katlanmalar neticesinde elde ettiğiniz bir ödül olarak karşınıza çıkıyor...
 
Dorukaya zirvesinden ta ilerilere Köroğlu Dağlarının derinliklerine bakıyorsunuz... Her taraf bembeyaz yer yer koyu yeşil ormanlık yerler... Kar beyazlığının ufuk çizgisi üzerinde ki gökyüzünün buz mavilikleri, bulutların bir ressamın tual üzerine sürdüğü fırça darbelerini andıran beyazlıkları ile süsleniyor...
Ve biz oralara ulaşmak istercesine kendimizi yamaçlardan aşağı bırakıyoruz... Kulağımızda; kayakların çıkardığı sesler, bir müzik aletinin tınıları gibi yankılanıyordu...

Rüzgar; yanaklarınızı tırmalıyor... Aldırış etmiyorduk, tüm isteğimizin: Ta! Oralara ulaşamasak da; Rüzgarın ta o uzaklardan getirdiği soğucacık güzelliklerine dokunabilmek ve bir avuç alabilmek, olduğunu hissediyorduk...
Artık pis sonuna geldiğimi; Gülay’ın, Mehmet “yemek vakti geldi” uyarısıyla anlıyordum...
Mangal öylesine güzel hazırlanmıştı ki... Hemen arkadaşlarla mangal başı keyfini yaptık...

Sonra biraz kafe açık alanında biraz da kafe içinde dinlenmek için kaymaya ara verdik...
Gerek doğa manzarası gerekse kayak severlerin coşkusu coşkumuzu daha da artırıyordu...
Dinlenme sonrası çok hoşumuza giden korumalı telesiyejle tekrar zirveye çıkışa başladık...

Telesiyejin açık mavi renkli korumasını kapadığımızda kendimizi aya inecek astronatlara benzettik...
Her defasında aynı zevki aldık diyebilirim...Artık  öğleden sonra olmuş hava da oldukça soğumaya başlamıştı... Hatta telesiyej korumalı olmasaymış sanırım bu rüzgarlı havada zirveye çıkamayacakmışız...
Zirveye son çıkışımızda, dinlenmek ve muhteşem manzarayı seyrederken salep içmeyi ihmal etmedik...
Sandalyelere oturduğumuz da gün boyu yorgunluğu hissettik... Güzel bir yorgunluktu ve gizemli duru bir etkileşemi yaşıyorduk...
Biraz daha gayret gerekiyordu.... 5-6 km lik bir kayış sonrası Dorukaya Kayak zevkini perçimledik...
İstanbul’a Dönüş yolculuğu 6-7 saat sürdü diyebilirim...
Gözümüzün önünde sadece ve sadece Bembeyazlık ve rüzgarla yarışımız vardı...
Bir de ara sıra Rüzgarın, yanaklarımızı tırmalayışı ile Ruhumuzda ki doğanın “gizemli duru bir etkileşimi”...
Gülay &Mehmet YÜCEBİLGİÇ
ŞUBAT 2012
DORUKKAYA- KARTALKAYA -BOLU